Boğaziçi Üniversitesi Eylemleri ve Melih Bulu Hakkında
Alparslan Kuytul Hocaefendi, Boğaziçi Üniversitesine kayyumla atanan Rektör Melih Bulu hakkında eylem yapan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve yaşanan olaylarla ilgili açıklama yaptı. Gündeme İslami Bakış programında “Boğaziçi Üniversitesinde yaşanan olayları nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusu üzerine değerlendirmede bulunan Alparslan Kuytul Hocaefendi, Boğaziçi Üniversitesi eylemleri ve kayyum rektörle ilgili şunları söyledi:
Türkiye Diktatörlüğe Götürülüyor!
Boğaziçi Üniversitesi eylemleri Türkiye’nin geldiği noktayı gösteriyor. Ben aslında bunu 6-7 yıldır söylüyorum. 17-25 Aralık 2013 operasyonundan sonra devlet refleksi bu gibi şeyleri yapmaya başladı. Yani artık özgürlüklerin kısıtlanmasına karar verildi. Türkiye’yi Ortadoğu ülkesi yapmaya karar verildi. Diktatörlüğe karar verildi. Görünen budur.
6-7 yıldan beri yapılanların hepsi kademe kademe ilerlemektedir ve gitgide özgürlükler daha da kısıtlanmaktadır. Her gün merhale merhale bu yapılmaktadır. Görmek istemeyenler görsünler. Bugüne kadar ben bunu belki 40 defa anlattım, sayısını tam bilmiyorum. “Türkiye diktatörlüğe götürülüyor” diye kaç defa söyledim. İnsanlar hiçbirini duymak istemiyor, anlamak istemiyorlar. Sadece üniversiteye mi “kayyum rektör” atanıyor? Mesela bizim vakfa da kayyum atandı. Binlerce vakıf ve dernek kapatıldı. Bir kısmına kayyum atandı. Mesela HDP’li belediyelere… Hepsi görevden alındı. Seçilmiş insanlardı, hepsi görevden alındı. Hepsine terörist damgası vurmak kolay, devletin elinde bu güç var. İstediğine damgayı vuruyor, hapse atıyor. Hepsi hapse atıldı. Belki hayatında bir tane taş atmamış insanlara “terörist” dediler, hapse attılar. Onların belediyelerine de kayyum atadılar. Bütün bunlara bu toplum sessiz kaldı. Kimse bir şey söylemiyor.
Devlet elbette ki kendini savunuyor. Tüm televizyon ellerinde, tüm imkânlar ellerindedir. “Şu teröristti, o yüzden buna böyle yaptık. Şu şöyleydi o yüzden buna böyle yaptık. Bu böyleydi o yüzden buna böyle yaptık” diyerek kendini sürekli savunuyor. Millet de “Demek ki öyleymiş” diyor, hâlbuki öyle bir şey yok. İcabında bazıları da yalandır. Elbette ki bir kısmı teröre bulaşmış olabilir. Ama bunu bahane ederek istediğini hapse atıyor, istediğine kayyum atıyor. Mesela Ahmet Davutoğlu’nun kurucularından olduğu Şehir Üniversitesi tümden kapatıldı. Daha evvel beraberlerdi, o da AKP içerisindeydi, AKP’de başbakanlık yaptı. Buna rağmen, ona karşı bile bu davranış yapıldı. Dün beraberdiniz ve oradan birçok genç istifade ediyordu. Ne oldu? Ayrılınca düşman oldular. Elinde güç var, “Ya bana boyun eğeceksin ya senin üniversiteni kapatırım.” Tavır bu (!). O da boyun eğmeyince kapattılar. Herkes boyun eğecek değil. Şehir üniversitesini tümden kapattılar. Boğaziçi Üniversitesini, daha tanınmış ve büyük bir üniversite olunca kapatamadılar, bu sefer rektör atadılar.
Benim anlamadığım şu, önceki görevden alınan rektör de yine Cumhurbaşkanı’nın atadığı birisi. Yanlış bilmiyorsam, aslında o rektör de daha evvel kayyum olarak atandı. O da seçimle değildi. Yüksek oy almış olan profesör rektör yapılmamıştı, bu hoca rektör yapılmıştı. Cumhurbaşkanı tarafından atanmıştı yine. Şimdi herhâlde Cumhurbaşkanı kendi atamış olduğu kişiyi de beğenmedi. Onun yerine Melih Bulu’yu atadı. Demek ki önceki, kendinin tayin ettiği, seçimle işbaşına gelmeyen, seçimde yüksek oy almamış ama yine de atanmış olan o rektörden randıman alamamışlar. Hakkıyla kazanmayanlar iyi çalışmıyorlar. Demek hakkıyla kazanmayınca, herkesin sevdiği bir hoca değilmiş anlaşılan, o yüzden de iyi de çalışamamış. Ve başarısız olunca da Cumhurbaşkanı görevden almış görünüyor. Halbuki daha evvel de bunu yine siz atamıştınız. Demek ki atananlar çok da kabiliyetli olmayabiliyor. Sırtını bir yere dayıyor, oranın desteği ile işbaşına geliyor ama aslında o kabiliyete sahip olmayabiliyor. Seçilmiş olanlar daha kabiliyetli insanlar oluyor. Onu seçtiklerine göre, demek ki daha kabiliyetli bir insan ki hocalar onu seçmişler.
Eğer Seçimin Sonucunda Birinci Gelen Kişi Atanmayacaksa Seçimin Manası Nedir?
Diyelim ki Türkiye’de yapılan genel seçim; bu seçimin sonucunda birinci gelen parti hükümet olamayacaksa, eskiden başbakandı, şimdi cumhurbaşkanı olamayacaksa o zaman bu seçimin manası nedir? Eğer üniversitede, seçimde birinci gelen hoca rektör olamayacaksa seçimin manası nedir? Eğer bu doğruysa; o zaman Cumhurbaşkanı geçen ki seçimlerde birinci geldi, o zaman cumhurbaşkanı olmasaydı. Birinci gelenin o makama getirilmemesi mümkünse, o zaman cumhurbaşkanının da cumhurbaşkanlığı makamına gelmemesi gerekiyor. İkincilerin üçüncülerin gelmesi ya da dışardan birilerinin gelmesi mümkün olmalıydı. O zaman bunun neresi demokrasi? Bunu kendileri için kabul ederler mi? Mesela biz birinci partiyiz ama bir güç başkasına bu makamı vermek istiyor. “Biz buna razıyız” derler miydi? Demezlerdi. “Birinci parti bensem ben hükümet olmalıyım, ben cumhurbaşkanı olmalıyım” demezler mi? Derler. Buna razı olurlar mı, olmazlar. Darbeye razı mıdırlar? Değiller. Bu da öyle bir şey. Seçim yapılıyorsa birinci gelen kişinin hakkı olması lazımdır. Yoksa seçim yapmayın, anayasayı değiştirin. “Rektörler tamamen Cumhurbaşkanı tarafından atanır” deyin, olsun bitsin.
Tüm dünyaya tamamen diktatör bir ülke görüntü sergileyin. Gerçekler ortaya çıksın, olsun bitsin. Bir kere cumhurbaşkanının ilk üçe girenlerden birini seçmesi icap ediyor, birinciyi değil. Mesela diyelim ki birinci olan aday %90 oy almış, ikinci de diyelim ki %6 oy almış, üçüncü de %3-4 almış. Şimdi %3 alana verebiliyor. Bakın saçmalığa bakınız. Cumhurbaşkanı’nın %90 alana vermeme hakkı var, onu atamama hakkı var. %3 olana, %2 alana, sisteme göre konuşuyorum, teorik olarak da %1 alsa bile onu rektör olarak atayabiliyor. Böyle bir nizam olabilir mi? O zaman seçimin manası ne? %90 alanı yapmayabiliyor, %1 alanı yapabiliyor. Şimdi bunu savunmak mümkün müdür?
Bu olayda diyorlar ki, “Efendim Cumhurbaşkanı yasal yetkisini kullandı.” O zaman senin yasan yanlış! “Anayasal yetkisini kullandı.” O zaman anayasan yanlış! Anayasa’yı yapan da sensin, baba yasayı yapan da sensin, kanunu çıkaran da sensin. İstediğin gibi çıkarmışsın. Güç elinizde, medya elinizde, her şey elinizde. İstediğiniz gibi anayasayı da değiştirdiniz, kanunları da değiştirdiniz. Bunun düzelmesi lazım aslında.
Boğaziçi Üniversitesi Eylemleri Sadece Bir Kayyum Atama Olayı Değildir!
Türkiye gitgide artık seçimin, mahkemenin de olmadığı bir ülkeye doğru gidiyor. Hem demokrasi diyorlar hem adalet diyorlar. Ne adalet var ne demokrasi! Nasıl olur da seçilmiş bir belediye başkanı görevden alınır? Hiçbir gerekçe yok. Mahkeme kararı da yok. İçişleri Bakanlığı’na böyle bir yetki veriliyor. Halbuki bu mahkemenin yetkisidir. Mahkemenin yetkileri İçişleri Bakanlığı’na veriliyor. Türkiye uyanmalı. Boğaziçi Üniversitesi eylemleri sadece bir kayyum atama olayı değildir. Mahkemenin yetkileri İçişleri Bakanlığı’na veriliyor.
OHAL’de uygulanan bazı kanunlar normalleştirildi, normal zamanda uygulanıyor. Kararname ile bir vakfa veya derneğe kayyum atamak, OHAL’de olan bir şeydir. Şimdi normalleştirildi. Hatta cumhurbaşkanı kararnamesine de gerek yok. İçişleri Bakanlığı’nın vicdanına kalmış. “Bu vakfa kayyum atıyorum” dedi mi kayyum atıyor, o vakıf kapanmış oluyor. Kilit vuruluyor. Bizim vakıf, 3 yıldan beri kapısına kilit vurulmuş vaziyette. Yani kayyum demek; kapısına kilit vurmak, demektir. Kayyum yalan, kayyum mayyum yok ortada. Kayyum diye bir şey yok. Kayyum, idare eden demektir. O yeri idare eder, kapıyı açar, insanlar orada faaliyetlerini yapar, vakıf da hizmet vermeye devam eder. Kayyum öyle yapmıyor ki. Kayyum kapıyı örtüyor, “içeri giremezsin” diyor. Ondan sonra çekip gidiyor. 3 yıldan beri içeri girmedik. Bir Allah’ın kulu içeri girmedi. Böyle kayyum mu olur? Bu kayyumluk değil ki. Kayyum ‘kapatan’ demektir. Bunun adını değiştirmek lazım. Kayyum arapça bir kelime, idare eden demektir. O zaman bunun adını değiştirelim, ‘muğlik’ diyelim. Yani kapatan. Çünkü şu anda kayyumların görevi kapatmak! Bir terör örgütü damgası vurarak, bir fabrikaya bir kayyum atandığı zaman o fabrika bitmiştir. Buna da ‘yiyen’ demek lazım. O atanan kayyumlar fabrikayı yiyor bitiriyor. Siyah gözlüklülerle birlikte o fabrikayı bitiriyorlar. Bu kayyum mudur, yeme operasyonu mudur? Memleketi yiyorlar. Bir güç, hepsi zengin oldular. Gizli zenginler var bu ülkede şu anda. Milletin malını yediler, zenginlerin mallarını yediler. Hep kendileri zengin oldular. Gözlerinde siyah gözlük, ceplerinde kimlik, bellerinde silah, milletin malını yiyorlar. Terör örgütü damgası vurarak kayyumlar atanıyor ve o fabrikalar hallediliyor, içi boşaltılıyor. Bu durum aslında gelinen son noktadır. Artık sıra üniversiteye geldi. Ben bunu yıllardır söylüyordum. Türkiye gitgide diktatörlüğe doğru götürülüyor. Hatırlarsanız ben molotofu bomba sayan kanunla ilgili de ben bunu söylemiştim. Molotof tabi suç olsun ama bomba mıdır yani, vicdan ya! Makul şüphe kanununda ben bunu anlatmıştım. Yani tipine bakacak ‘makul şüphe’ diyecek. Kendince şüpheli görecek sizi alıp götürecek yani. Böyle kanun mu olur? Polisin vicdanına mı kalmışız? Türkiye gitgide polis devleti olmaya götürülüyor. Aslında polis de değil istihbarat devleti olmaya götürülüyor, polis kolluk kuvvetidir. Polise talimat başka yerden geliyor, polis onların dediğini yapıyor.
Boğaziçi Üniversitesinde Çekilen Fotoğraf Türkiye’nin Fotoğrafıdır!
Boğaziçi Üniversitesindeki kapıya kelepçe vurulması, o fotoğraf tarihe geçmiştir. Bence bunu kasten yaptılar. Bu dönemin böyle hatırlanması isteniyor. Bunu Tayyip Erdoğan mı istiyor? Bu kendi aleyhine bir durumdur. Eğer kendi emri yoksa buna müdahale etsin. Bunu görmedi mi? Eğer kendi emri yoksa neden buna müdahale etmiyor? Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinde çekilen fotoğraf Türkiye’nin fotoğrafı aslında. Bazı fotoğraflar unutulmaz. Bakın şimdi o fotoğraf 50-60 sene belki 100 sene konuşulur. Bu dönem hatırlandığı zaman o fotoğraf hatırlanır. “AKP dönemi, üniversitelere kelepçe vurulduğu dönem.” Böyle hatırlanır. Nesiller bilmez, ‘zaten okullar yoktu, zaten pandemi vardı, zaten okulda eğitim yapılmıyordu.’ Onu da kimse bilmez. Rektörden kaynaklandığını bile yarınki nesiller bilmeyecekler. Ama o fotoğrafı unutmayacaklar. O kapıya o kelepçeyi takanlar bence bir planla bu işi yaptılar. Aslında bu dönemi resmetmek istediler. Cumhurbaşkanı da eğer buna razı değildiyse bunu anlatmalıydı, “Ben böyle bir emir vermedim, sökün o kelepçeyi” demeliydi, demedi. Demek ki kendisi de razı herhalde, anlaşılan budur.
Gitgide daha sert bir polis, gitgide özgürlüklerin daha kısıtlandığı bir ülke, mahkemelerin yetkisinin İçişleri Bakanlığı’na ya da cumhurbaşkanına verildiği bir ülkeye doğru gidiyoruz. Hani herkes ‘tek adam’ diyordu ya, aslında şu an ‘iki adam’ olmuş oldu. Yani yetkilerin birçoğu cumhurbaşkanında bir kısmı da İçişleri Bakanı’ndadır. Yani tek adam değil, aslında şu anda Türkiye’de iki adam var. Esasında bakarsanız ne o ne o. Aslında perde arkasında siyah gözlüklüler var, aslı güç onlardır. Derin devlet, asıl onlar. Tek adam değil tek güç var. Onlar kendilerine devlet diyorlar, sürekli istediklerini yapıyorlar. Devlet millet için vardır. Milleti ezen devlet mi olur? Sürekli ‘devletin güvenliği’ diyorlar. Halkın özgürlüğünü kısıtlıyorlar. ‘Devletin güvenliği’ dedikleri şey, devlete ne olmuş, kim ne yapmış devlete? Savaş mı var, bir şey mi var, iç savaş mı var, ne var? Ne yalandır bu böyle?
Mesele Devletin Güvenliği Değil Sizin Saltanatınız
Son 6-7 yıldan beri bütün yapılanlar ‘devlet güvenliği’ denilerek yapılıyor. Konferansa müsaade etmiyor, “devlet güvenliği” diyor, “kamu güvenliği” diyor, yalandan çok ne var? Yani konferans yapsam devletin güvenliğine bir şey mi olacak? Kamu güvenliği mi bozulacak? Kendileri mitingler yapıyor. Doğru konuşun, mesele devletin güvenliği değil sizin saltanatınız. Siz saltanatınızı kaybetmekten korkuyorsunuz. Devlete kim ne yapmış ya? İç savaş mı var bu ülkede? ‘Devlet güvenliği’ denilerek saltanat kuruluyor. Saltanatları daha da tahkim ediliyor, güçlendiriliyor. Boğaziçi Üniversitesi eylemleri bunun göstergesi. Belki bu kadar tepki beklemiyorlardı. Boğaziçi Üniversitesindeki gençlerin görüşleri farklı olabilir. Solcu olabilir, şu olabilir bu olabilir, ateist de olabilir, LGBT’ci de olabilir. Her neyse. Ama sonuçta bu, gerçekten verilmesi gereken bir mücadeledir.
Mesele Boğaziçi Üniversitesine kayyum rektör meselesi değildir, mesele Türkiye’nin diktatörlüğe götürülmesi meselesidir. Bunun mücadelesinin verilmesi lazımdır. Mesele çok daha büyüktür. Bir üniversiteye kayyum rektör atanması meselesinden çok daha büyüktür. Ama insanlar yine uyanmak istemiyor. Çünkü uyanırsa mücadele etmesi gerekecek, mücadeleyi göze alamıyor. O yüzden de görmezden geliyor. Bu gençler yok DHKPC’ci, yok bilmem şucu bucu diyorlar. Ya neyciyse neyci, siz demokrasi diyor musunuz, demiyor musunuz? Demokrasi diyorsunuz. Rektör seçimi yapılıyor mu yapılmıyor mu? Yapılıyor. Niye yapılıyor o zaman? Her şey aldatma üzerine kurulmuş. Seçim yapılıyor gibi gösteriliyor. Sonuçta yine başkasının dediği oluyor. Aldatan bir demokrasi. Yalandan ibaret. Bunun değişmesi lazım, mesele bu.
Yok, efendim Cumhurbaşkanı yasal hakkını kullanmış. Çok fazla yetki vermişsiniz! Bu yasa değiştirilmesi gereken bir yasa demek ki. Üç tanesinden birini tayin edebilirmiş. Neden birinciyi değil de istediğini tayin ediyor? O zaman seçim neden? Az evvel misalini verdim. Biri %90 oy alırken biri %1 oy alsa, Cumhurbaşkanı isterse, kendi sevdiği birisiyse %1 oy alanı atayabiliyor. O zaman seçim neden? Bu üniversitede huzur olur mu? %90 oy alan rektörü sevenler, ona oy verenler bu rektörle çalışır mı? %1 oy alan rektörle çalışır mı? Burada huzur olur mu?
Boğaziçi Rektör Ataması Hakkında
Bence o kayyum rektör denilen Melih Bulu hocaya da bir haksızlıktır. Ona da yazık ettiler. Şimdi sevilmeyen bir insana dönüştü. Adam dün kimsenin tanımadığı bilmediği bir insandı. Belki birçok insan onu seviyordu. Şimdi sevilmeyen bir insana dönüştü. “Defol git” denilen bir insana dönüştü. Ona yapılan da yazık yani. Tabi ona da düşen, “Madem beni kimse istemiyor, ben de istifa ediyorum” demesi gerekiyor aslında. Biraz izzetinefis sahibi olmak lazım, öyle davranmak lazım. Ne olacak? Bu makamlar hep geçici şeyler. Senden öncekini de yine aynı şekilde cumhurbaşkanı atadı, bugün de görevine son verdi. Seni de bugün atar, yarın da görevine son verir, olur biter. O zaman tarihe böyle geçersin. “Kayyum rektör” olarak tarihe geçersin. Şimdi istifanı versen, “kahraman rektör” olarak geçersin. Zaten iki sene sonra rektörlüğün bitecek. Ne kadar tatlı bu koltuk ya! Bu koltuk neymiş ya! Bu kadar mı tatlıymış yani? İşte az önce konuştuk ya, dünya nimetlerine önem vermeyen bir Müslüman modeli, bir insan modeli ortaya çıksaydı bunlara önem vermezdi. “Hak neyse o olsun” derdi. “Kim birinci seçildiyse o olmalı, benim hakkım değil” derdi. Ama dünya nimeti öyle tatlı ki. O koltuktan niceleri geldi geçti, Melih Bulu Hoca! O koltuktan niceleri geldi geçti. Sen de gelip geçeceksin. ‘Kayyum rektör’ olarak tarihe geçmek mi istiyorsun? Bence kahraman rektör ol. İstifa et. “İstenmediğim yerde rektörlük yapmam” de. “Hak filanındır” de olsun bitsin. Tarihe böyle geç.
Boğaziçi Üniversitesi eylemleri ile ilgili soruyu video olarak izlemek için;
Gündeme İslami Bakış Programının tamamını izlemek için buraya tıklayınız.