3 Mayıs günü Gaziantep şehrinde başlayan itikaf baskınlarının ertesi gün Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde de yapılması ve Alparslan Kuytul Hocaefendi ve 30 ‘u çocuk 500’den fazla Furkan Gönüllüsünün ağır bir müdahale sonucu gözaltına alınması ile olaylar Türkiye ve dünya gündeminde yer etti.
Yapılan haksızlıkların komuoyunda duyulması ve tepki çekmesi üzerine yetkililer yaşananları örtbas etmek için olayı cami işgali olarak adlandırıp Furkan Gönüllülerini suçladı.
Önce İçişleri bakanı yardımcısı ardından da Süleyman Soylu yaptığı açıklamalarla adeta Alparslan Kuytul Hocaefendi’yi ve Furkan Gönüllülerini iftira yağmuruna tuttular. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 6 mayıs akşamı 24 TV’de katıldı. Süleyman Soylu’nun bilhassa Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin beraat aldığı davalarda kullanılan kırpılmış videolarını delilmiş gibi lanse etmesi üzerine içlerinde Semra Kuytul Hocahanımın da olduğu Furkan Gönüllülerinden cevap gecikmedi.
Furkan Gönüllüleri canlı yayında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Alparslan Kuytul Hocaefendi ve Furkan Gönüllüleri hakkındaki iftiralarına cevap verdi.
Semra Kuytul Hocahanım konuşmasında “Avukata görev yaptırmamak da bir suçtur! Şunu özellikle belirtmek istiyorum: Emniyet mensuplarının sürekli söylediği şöyle bir ifade var: “Polise mukavemet etmeyin.” (ki asla böyle bir şey söz konusu olmamıştır) Görev yaptırmamadan bizi suçlamaya çalışma gibi bir halleri var. Bunu tekrar söylemek istiyorum: Avukata Görev Yaptırmamak da bir suçtur. bir takım bahanelerle avukata görev yaptırmama, müvekkili ile görüştürmeme, kamu görevini yapmasına engel olma durumu söz konusu oldu. Bu da bir suçtur. Polis kamu görevlisi ise avukat da kamu görevlisidir. Polis görevini yapmakla mükellef ve kimse onu engelleme durumunda olmaması gerekiyorsa avukat da kamu görevini yaparken bizzat polisin engeli ile karşılaşmamalıdır.” Dedi.
Sorunun tamamını okumak için;
SUNUCU: Ben öncelikle hocamızın durumunu öğrenmek istiyorum. Bugün de gündüz saatlerinde bir gerginlik yaşandı. Hem o gerginliğin sebebini öğrenmek istiyoruz hem de hocamızın son durumunu öğrenmek istiyoruz. Buyurun, söz sizde. Son durum nedir hocam?
Semra KUYTUL: Öncelikle sabah saatlerinde bu yayında bizleri izleyenlere “Hayırlı sabahlar” demek istiyorum. Gece, nahoş (hiç de hoş olmayan) bir programla başladıysa da bizim yapacağımız bu yayınla sabah aydınlık olarak devam edecek inşallah.
Gözaltında Hocamızın Avukatlarıyla Görüşme Hakkını Elinden Almak İstediler
Emniyet Ses Ver, Hocamız Nerede?
Alparslan hocamla alakalı sorduğunuz soruya cevap vermek için şunlardan bahsedeyim: Biz üç gündür yani 4 Mayıs Salı 01.30-02.00 civarı gerçekleşen operasyon sonrasında Furkan gönüllüleri olarak emniyetin önünde bekleyişimizi sürdürüyoruz. Alparslan hocamdan anbean bilgi almaya, onun içerideki sağlığını ve güvenliğini bizzat kendimiz gözetmeye çalışıyoruz. Tabii bunun için de gerekli gerekçelerimiz var. Evet, emniyette ama yine de biz üzerimizde böyle bir sorumluluk hissediyoruz. Bu minvalde sürekli haberleşebilirken dün sabah saatlerinden itibaren birden kendisiyle görüşememeye başladık. ‘Başladık’ dememin sebebi şu: saat 08.00’den itibaren avukatlarımızın acil söylemesi gereken bir şey olduğu halde yanına bir türlü giremiyoruz. Bizim dava ile alakalı ona iletmek istediğimiz, mahkemeye sevk edileceği bilgisi var ve kendisine bu bilgi verilmemiş, bunun gibi birtakım gerekçeler… Gerekçelerimizi açıklamak zorunda bile değiliz, avukatlarımızın görüşme hakkı var. Zaten emniyetin önünde bekliyoruz. Avukatlarımız içeriye girip girip çıktılar.
Ben telefonla emniyet müdürlüğünü, güvenlik şubeyi defalarca aradım. Eşi olarak görüşmek istediğimi söyledim. Haber alma hakkımızın kısıtlanmasından endişeli olduğumu söyledim. Bunun için birçok yetkiliye ulaşmaya çalıştım. Avukatlarımız sürekli girip çıktılar. Affedersiniz, sanki kapıda bekletilen bir dilenci gibi; ‘hadi görüşelim, lütfen görüşelim, izin verecek misiniz, rica ediyoruz, ne oluyor, neden görüştürmüyorsunuz?’ saatler bu şekilde geçti. Tabii bu bizim kalbimize şüpheler düşürdü. Dünyanın her türlü hali var. Dost var düşman var. Memlekette çeşit çeşit planlar, tuzaklar dönüyor. Bunların hepsi aklımıza geliyor. Aklımıza çeşit çeşit belki evham belki de olabilecek birtakım şüpheler düşürmektedir. Gayet haklı bir dönemdeyiz çünkü dünyanın en güvenli binalarında bile nelerin yaşandığına, diplomatların bile başlarına nelerin geldiğine ya da çeşitli suikastların bile olduğuna şahit olunan bir dönemdeyiz. Böyle bir dönemde bizim kalbimize de birtakım vehimlerin düşmesi de gayet normaldir. Bu yüzden ısrarlı bir şekilde bunun peşine düştük.
Burada size avukatlarımızın şu sözünü aktarmak istiyorum: “Girip hocamız ile görüşmek istiyoruz. Muhatap aldığımız yetkililer karşımızda bir duvar gibi ne bizi duyuyorlar ne anlıyorlar. ‘Bakarız bakarız, tamam birazdan, hele bir bekleyin’ sürekli böyle bir geçiştirme söz konusu.” Artık bunun üzerine tabii ki dışarıda gerginlik büyüdü. Ben bununla alakalı bir-iki defa canlı yayın ve açıklama yaptım. Sesimizi yayınla emniyet müdürlerine duyurmak istedim. “Endişeliyiz, artık anlayın. Ya bizi görüştürün ya da bakın bu iş burada kötüye doğru gidiyor, gerginleşiyoruz.” Bunu canlı yayında duyurmak istedim. Ondan da bir cevap gelmedi. En son biz de ‘Avukatlarımız ‘Alparslan hocamla görüşemiyoruz’ diye bir basın açıklaması yapsın’ diye düşündük ve onlara böyle bir teklifte bulunduk. Onlar da kabul ettiler.
Aslında basın açıklaması tarzında başlayan o ortam, arkadaşlarımızın da bu endişesiyle ve coşkuyla sloganlara çevrildi. Emniyet önünde atılan sloganlar sonrasında emniyet mensupları oraya geldiler ve tabii kalabalık olunca ansızın müdahale etmeye başladılar. Zaten slogan atıp bitiren ve gitmekte olan arkadaşlarımıza, o civardaki arabalara zarar verme pahasına polisler müdahale ettiler. Bizim arabamız da dâhil olmak üzere birçok araba orda zarar gördü. Arabaların da hasar görme riskine rağmen… Zaten insanların çok yara alma durumu da söz konusu. Çok kardeşimiz hastanelik oldu, yaralandı. Onlar için darp raporları aldık ve elimizde maalesef çok kötü görüntüler var. Emniyet mensuplarının hatta bazı emniyet müdürlerinin bizzat duran adamın kafasını geriye çekmeye çalışması, kırarcasına yumruklar atması ve durduk yere saldırması ile alakalı çok net görüntüler de var. ‘Maalesef’ diyorum buna, böyle şeyler bizim hoşumuza giden şeyler değil ama orda bu nahoş görüntüler ortaya çıktı. Hepsi de elimizde var. Polisler bize bu şekilde bir müdahale de oldu.
Ondan sonra emniyet amirleri ile müdürlerinden bir kısmıyla görüşme gerçekleştirdik. Endişemizi dile getirdik. Tekrar olayın neden bu boyuta geldiğini izah ettik. Biz de böyle bir gerginlik çıkmasını istemiyorduk ama oldu. Evet biz bu gerginlikte bir şey yaptık: slogan attık, sesimizi duyurmaya çalıştık. Hatta videoları görebilirsiniz yoğun bir kalabalık orada ‘Emniyet Ses Ver, Hocamız Nerede?’ diye tepki veriyor. Emniyet bunun üzerine ses verdi maalesef. Biz bu vakte kadar sesimizi duyuramadık, endişelerimizi gösteremedik. Orada karşılıklı gerçekleştirilen müzakere sonrasında akşamüzeri avukatlarımız hocamızla görüşmeye girdiler.
Emniyet mensuplarının dediğine göre; onlar bizim ricamızı kabul ettikleri için avukatları görüşmeye almışlar, çünkü kendilerine göre almama hakları varmış. İfade bitmiş, avukatlar artık görüşmeyebilirmiş. Hâlbuki böyle bir durum yok. Avukatlar istediği zaman müvekkilleri ile görüşebilir. İfade bitmiş olabilir ama belki önümüzde bir mahkeme var, onunla alakalı bir çalışma yapıyoruz ki şu anda öyle bir durum da görünüyor. Dolayısıyla emniyet, avukatın neyi konuşacağını sorgulama hakkına sahip değil.
Avukata Görev Yaptırmamak da Bir Suçtur!
Şunu özellikle belirtmek istiyorum: Emniyet mensuplarının sürekli söylediği şöyle bir ifade var: “Polise mukavemet etmeyin.” Görev yaptırmamadan bizi suçlamaya çalışma gibi bir halleri var. Bunu tekrar söylemek istiyorum: Avukata Görev Yaptırmamak da Bir Suçtur. ‘İşlemler sürüyor, yok parmak izi alınacak, yok şöyle olacak, yok böyle olacak’ gibi birtakım bahanelerle avukata görev yaptırmama, müvekkili ile görüştürmeme, kamu görevini yapmasına engel olma durumu söz konusu oldu. Bu da bir suçtur. Polis kamu görevlisi ise avukat da kamu görevlisidir. Polis görevini yapmakla mükellef ve kimse onu engelleme durumunda olmaması gerekiyorsa avukat da kamu görevini yaparken bizzat polisin engeli ile karşılaşmamalıdır.
Biz bu konuda hakkımızı savunmak istedik. Dün yaşanan olay artık sesimizi duyurmanın son çaresi gibi oldu. Ama şunu burada itiraf edeyim: Bu bizim için planlanmış bir şey değildi. Orada hep beraber artık dolma ve taşma noktasına geldiğimiz için kendiliğinden gelişen bir olay oldu. Allah şahit, başlangıçta ‘Böyle yapalım da onlar da sesimizi duyup buraya gelsin de, avukatlarımız görüşsün’ diye bir planlama, kalplerimizde böyle bir şey yoktu. Sonrasında o noktaya dönüştü. Ricamızı kabul edebiliyorlarmış, ettiler sağ olsunlar. O saatten sonra üç avukatımız birden girip hocamızla görüştü. Sağlığı ve morali yerinde. Söyleyeceklerimizi, ileteceklerimizi kendisine ilettik çünkü önümüzde bir mahkeme görünüyor. Mahkeme olup olmayacağı belli değil ama savcılığa sevk edilme durumu var. Mahkemeye sevk edilme ihtimali de var. Biz de buna göre bir takım hukuki hazırlıklar yapmak zorundayız. Avukatlarımızın bu anlamda görevini yerine getirmesi gerekiyordu.
İçeride olan insanın hali endişelidir. Biraz sonra ne olacağını bilmiyor, dışarıdan haber alamıyor, yanında telefon yok, kimse yanına girip çıkmıyor. Böyle bir durumda avukatla görüşmesi, ‘Biraz sonra şu olacak, savcılığa sevk edileceğiz, şunu bekliyoruz’ gibi birtakım haberlerin gitmesi bile orda olan kişi için önemlidir. Bunu içeride olmayan anlamaz. Biz böyle bir süreç geçirdiğimiz için artık bu konularda empati kurabiliyoruz. Hatta Hocaefendi o saatte geldiklerinde avukatlara karşı haklı olarak biraz sitemkâr bir şekilde: “Bu saate kadar beni arayıp sormadınız ya da yanıma gelmediniz” diyor.
Dün sabah saatlerinde, bu endişeli olduğumuz dönemde şunu emniyetin önünde vurguladım: “Burası Silivri değil, burası F tipi değil, burası cezaevi değil, burası emniyet müdürlüğü. Gözaltında ve henüz hakkında bir hüküm, bir karar, hiçbir şey olmayan bir insanla yakını olarak ben bile girip görüşebilirim. İçeriye terörden de alınmamış. Önceki dosyamızda terör yaftası (iddiası) vardı. Şu anda böyle bir yafta (iddia da) da yok, terörden de alınmamış. Güvenlik şube namaz kılan adamı camiden almış, buraya getirmiş. Böyle bir durumda eşi olarak bile benim onunla görüşme talebimi değerlendirebilirdiniz. Avukatlarının görüşmesine bile mâni oldunuz, burayı cezaevine çevirdiniz, tecrit uyguluyorsunuz.” Ben bunu söyledim.
SUNUCU: Hâlbuki cezaevinde bile bu haklar verilebiliyor.
Semra KUYTUL: Evet, cezaevinde bile böyle haklar var. Avukat istediği zaman cezaevinde müvekkilinin yanına gidebiliyor ama emniyette; ‘İlk 12 saat görüşemezsin, ilk 24 saat görüşemezsin, son 24 saat görüşemezsin, mahkemeye yakın görüşemezsin’ böyle kısıtlamalar yaşamak bizim ağrımıza gidiyor. Artık bunu anlamaları lazım. Bu süreçte bizim gözümüzü açtılar. Önceden ‘Herhalde böyle şeyler olabiliyor. Hukuki dayanağı var ki yapıyorlar’ diye düşünüyorduk ama şu anda hukuki dayanağı olmayan her bir davranışı anlayabilecek tecrübeye ulaştık. Gözümüz daha da açılıyor, daha da anlayabilir hale geliyoruz. Yoksa bizim emniyetle, polisle, hukukla bir işimiz yoktu. Ama şu anda daha da anlayabilir hale geliyoruz.
Bu hakkımızın kısıtlanmasının bizi endişelendirmesi gayet normaldir. Sevdiğimiz bir insanı emanet etmişiz; peşine düşmemiz, hakkını aramamız gayet normaldir. Tekrar ifade ediyorum: Dün kendiliğinden, doğaçlama olarak orada gelişen ama bizim de artık ‘tamam’ dediğimiz, bardağı taşıran son damla noktasına geldiğimiz aşamada gerçekleşen bu olay neticesinde emniyetten görevli kişilerle görüşme yaptık ve avukatlarımız da görüşmeye girdiler, akşam saatlerinde çıktılar. Bize hocamızın moralinin gayet iyi olduğunu, sağlığının iyi olduğunu bizzat şahit olarak söylediler. Bu da içimizi rahatlattı. İleteceklerimizi ilettik. Muhtemelen önümüzdeki günler için avukatlarımız kendisine yol gösterici birtakım bilgiler vermek istediler, aralarında konuştular. Avukatlarımızla da konuştuk zaten. Olay bu şekilde.
Evet, dün yaşanan olay bazı kardeşlerimizde birtakım acı izler bıraktı. Onlara da burada sizlerin de huzurunda “geçmiş olsun” demek istiyorum. Çünkü çok ciddi müdahaleye maruz kaldılar ve biber gazı sebebiyle kriz geçirenler oldu, ciddi şekilde darbelidenler oldu. Onlara da geçmiş olsun diyorum. Bu arada dünkü olaydan dolayı 3 de gözaltımız var. Sanırım ikisi serbest, son aldığım bilgiye göre birisi hala karakoldaydı. Onlara da geçmiş olsun diyorum. Bu olay bu şekilde tatlıya bağlandı. Acı birtakım hatıraları kalsa da dün itibariyle tatlıya bağlandı ve emniyet önündeki bekleyişimiz devam ediyor. Eğer bu süreç bitinceye kadar böyle diyalog halinde devam edebilirsek ve haber alamadığımız için ya da başka sebeplerle bizi gerginleştirecek herhangi bir durum olmazsa zaten sükûnet içerisinde devam eder. Çünkü bizim derdimiz asla olay çıkartmak, çevreye zarar verme değildir. Zaten çevreye zarar vermedik, hiçbir şey yapmadık. Ama zaten kavgamız da derdimiz de bu değil.
Biz haklarımıza sahip çıkmaya çalışıyoruz. Ben böyle söylediğim zaman bazı emniyet mensuplarının ya da hukukçuların zoruna gidiyor. “Haklarınız size verilmiyor da mı böyle söylüyorsunuz?” diyorlar ama ben bizzat kendi hayatımla şahidim, biz şu son 3-4 yıldır çaba sarf etmeden, çeke çeke almadan haklarımızı alamıyoruz. Bunu bizzat yaşayanım, bizzat şahidiyim. Hayattayken bunu Türkiye’deki bir vatandaş olarak dile getirmek istiyorum. Bunu emniyet mensupları hatırlayacaktır; çok defa basın açıklaması yapmak için toplandık, emniyet mensupları geldiler ‘Yapamazsınız, izin almalıydınız’ dediler. Kanunu söyledik, izne tabi olmadığını söyledik, her vatandaşın hakkı olduğunu söyledik. ‘Olmaz, asla yaptırmayacağız’ dediler. Biz ısrar ettik, onlar ısrar etti. Derken ‘Tamam, burada yapamazsınız ama şurada yapabilirsiniz’ dediler, bizi başka bir yere sevk ettiler, orada basın açıklamamızı yaptık, güzel bir şekilde dağıldık. Ve hep şunu sorguladık: Eğer basın açıklaması yapmamız burada mümkünse neden orada mümkün değildi? Orası yasak bir yer değil, basın açıklaması alanlarından bir tanesi. Orda yapamadıysak burada neden yaptık? Burada yapabiliyorsak orada neden yapamadık?’ Hep bunu sorguladık. Şunu gördük ki: Hakkımızı çeke çeke almazsak alamıyoruz. Bir değil beş değil, bu memlekette buna defalarca şahit olmuşuz. Hocaefendi’nin tutukluluk süreci de bunun bir misalidir. Çeşitli iftira ve yaftalarla (iddialarla), İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun da açıkladığı şekilde, hala ısıtıp ısıtıp servis edilen hâlbuki beraatların çıktığı o terör yaftalarını (iddialarını) da biz çırpına çırpına üzerimizden attık. Böyle bir şeyin olmadığını gösterdik.
Ulusal kanalların gücüne karşı kendi gücümüzle yapılanların birer iftira olduğunu; kalemi kırılmış meselesinden tutun diğer bir takım terör örgütleri ile kurulmaya çalışılan irtibatların hepsine varıncaya kadar Allah’ın yardımı ve kendi gayretimizle, çırpınışımızla üzerimizden attık. Yine suçsuzluğumuzu kendi gayretimizle çeke çeke ellerinden aldık. O vakte kadar hukuk bize ‘Sen suçsuzsun’ demedi. Bu arada beraat edilmiş bir davadan dolayı 22 ay süren bir hapis cezası süreci yaşadık. Burada vakit olsa sizlere anlatabileceğimiz bunun gibi birçok misalimiz var. Biz bu memlekette hakkımızı çeke çeke, söke söke, peşinde dura dura, başında bekleye bekleye almaya maalesef alıştırıldık. Bu çok yorucu bir şey ama maalesef işler böyle ilerliyor. Artık biz de bunu kabullendik ve işimizin başında duruyor, takibini yapıyoruz.
Süleyman Soylu’nun İftiralarına Furkan Gönüllüleri Cevap Veriyor | Özel Yayın | 7 Mayıs 2021