SUNUCU: Hocam az önce İslam’ın ekonomik doktrini de olduğunu söylediniz. Bir de bugün Müslümanların siyasete bakışındaki yanlışlıklardan birisi de Müslüman siyasete karışmamalı, siyasi konularda açıklama yapmamalı diyen bir kitlenin olması. Hatta özellikle sizin şahsınızda veya böyle siyasi konulara giren başka hocaların şahsında “Hocalar niye siyasete karışıyor, niye siyaset ile ilgileniyor?” (Öyle Hoca var mı ya benden başka? Siyasi konularda görüş beyan eden hoca… Ben duymadım.) Hocam iktidara yakınsa bu konularda görüş beyan eden var, belki muhalif manada iktidarı destekleyecek tarzda açıklamalar yapanlar olabiliyor. Mesela seçim zamanları bazen şahit olabiliyoruz ama benim burada sormak istediğim Müslümanların siyaset konusunda bakışı ne olmalı yani İslam’ın siyasete bakışı nedir?
Siyaset Ne Demektir?
Alparslan Kuytul Hocaefendi: İslam’ın kendisi siyasettir. Siyaset ne demektir? Toplumları idare etme sanatıdır. Siyaset ekseriyette böyle tanımlanır. Zaten Kur’an-ı Kerim toplumları idare etmek için gönderilmiştir, dolayısıyla Kur’an’ın tamamı siyasettir. Gündelik siyaset ile ilgili söyleyeceği bir şeyi olmayanların, toplumun gidişatı ile ilgili -kötü gidişat ile ilgili- konuşma hakları da olamaz. Siz mademki gündelik siyaset ile ilgili bir şey söylemiyorsunuz; hükümet ne yaparsa yapsın her şeyi destekliyorsunuz, hep güçlüler ile berabersiniz o zaman sizin zaten toplumun gidişatına dair söyleyeceğiniz hiçbir şey yoktur ve rahatsız olmaya da hakkınız da yoktur. Şu yanlıştır falan deyip de kendi aranızda konuşmaya da hakkınız yoktur.
Kur’an-ı Kerim’e göre Müslümanların gündelik olaylarla ilgili görüş beyan etmeleri vaciptir.
Kur’an’a göre iyiliği emretmemiz yani doğruları söylememiz ve kötülüklerle de mücadele etmemiz yani yanlışlarla mücadele etmemiz; nehyi anil münker yapmamız da vaciptir.
Dolayısıyla bir şey doğru ise desteklemeliyiz yine görüş beyan etmeliyiz; yanlışsa reddetmeliyiz, muhalefet etmeliyiz yine görüşümüzü beyan etmeliyiz. Yani dinin görüşünü …
Dinin görüşünü beyan etmeyenler, o zaman dini tamamen hayatın dışına çıkarmış oluyorlar. “Dinimiz bu konuda şunu söylüyor.” demeyenler, nasıl bir dine inanıyorlar? Gündelik hayatın dışında bir din… O zaman yalnızca Hristiyanlarınki gibi tanrıyla kul arasındaki bir münasebet. Halbuki Allah’ın kitabına bakalım bir sürü hükümler var. Bu hükümlerle ilgili bize düşen nedir? Bu hükümlerin hayata geçmesini sağlamak. Eğer bu hükümler hayata geçmiyorsa devlet bu hükümlere göre şekillenmediyse Müslümanların orada muhalefet etmesi icap eder, bu yanlış demesi lazım. Şu haksızlıktır, şu zulümdür; İslam’a göre şu yaptığın caiz değildir, demesi icap eder. Bunu yapmayanların topluma yön vermeleri mümkün değildir.
Kur’an-ı Kerim topluma yön vermek için gelmiştir ama görüldüğü kadarıyla Müslümanların topluma yön vermeye niyetleri yoktur; yönlendirilmeye çok fena alışmışlar, koyun gibi güdülmeye çok kötü alışmışlar. Biz de bir konuda görüşümüzü söyleyelim demezler. Ödleri kopuyor aman devlet ile karşı karşıya gelmeyelim diye. Allah’la karşı karşıya geliyorsunuz haberiniz yok! Bu kitabın emirlerinden birisi “Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker.” Her doğruyu söyleyeceksin, her yanlışa muhalefet edeceksin; bu kitabın en temel hükümlerinden birisi. Doğrudan doğruya temas eden ayetlerin dışında, dolaylı yoldan temas eden ayetleri, hepsini kattığımız zaman; namazdan, oruçtan, zekâttan, hepsinden fazla bu mesele Kur’an’da anlatılır. Her Müslüman doğruyu konuşmak zorundadır, gündemle ilgili bir şey söylemek zorundadır; takip etmelidir.
Hz. Ebubekir Sıddık halife olduğunda “En hayırlınız ben olmadığım halde beni seçtiniz.” Demiş. Şimdiki idareciler en iyi benim diyorlar da Hz. Ebubekir böyle söylüyor. Yani en hayırlınız ben olmadığım halde beni seçtiniz, hata edersem bana yardım edin, diyor. Beni düzeltin, bana söyleyin tabii ki fitne çıkarmadan, ortalığı velveleye vermeden, anarşiye sebep olmadan, isyan etmeden. Elbette ki güzel bir şekilde olmak şartıyla anlatarak, adam öldürmeden, anarşistlik yapmadan olmak şartıyla. Oradan birisi kalkıyor -sahabeden birisi- diyor ki “Sen eğer Kur’an’a aykırı bir şey yaparsan İslam’a aykırı bir şey yaparsan seni bu kılıçlarımızla doğrulturuz.” Kılıcını çekiyor. Bakın bu kişi sahabe, karşısında Ebubekir var. Peygamberimizin dava arkadaşı, ilk Müslümanlardan hem de kayınbabası bu lafı halifeye söylüyor. “Seni kılıçlarımızla doğrulturuz.” Sahabede böyle bir anlayış var, yanlışa müdahale ederiz. Sahabe koyun değildi, Peygamberimizin talebeleri koyun değildi, Peygamberimiz sahabeyi koyun gibi yetiştirmedi. Onlara yanlışa muhalefeti öğretti. O anlayışla büyük bir medeniyet kuruldu.
Tevhid ve emri bil ma’ruf nehyi anil münker ile. Bununla büyük bir medeniyet kuruldu. Tevhid ile Allah’ın istediği bir medeniyet, Allah’ın tek otorite olduğu medeniyet, her şey Allah’ın dediği gibi. Böyle bir medeniyet kuruluyor. Emri bil ma ’rufla yani iyiliği emretmek ile doğruları anlatmakla bu medeniyet yayılıyor; büyüyor, güçleniyor. Nehyi anil münker ile kötülüklere engel olmak, onlarla mücadele etme prensibi ile de bu medeniyetin bozulması engelleniyor. Yalnızca bakınız yalnızca emri bil maruf, iyilikleri anlatın, denilmemiş. Müslümanların anlamadığı bu… Sadece doğruları anlatın, denilmemiş; yanlışlara muhalefet edin, denilmiş. Anlamadıkları bu… Bugün birçok cemaatin prensibi “Biz doğruları söyleyelim, yanlışlarla ilgilenmeyelim, zaten biz doğruları söylersek onlar yanlışlarını anlar.” Anlamaz. Korkak! Sen korkundan konuşmuyorsun, yalan söyleme; İslam’ın böyle bir ahlâk olduğu için değil. İslam’da sadece doğruları anlatmak yok, sizin korkaklığınız yüzünden bu hale geldi. İslam’da yanlışlara muhalefet de var.
Kur’an diyor ki “Te’murune bil ma’ruf” “iyiliği emredersiniz” ve “tenhevne anil münker” “kötülüklere de engel olursunuz, yanlışa yanlış diyerek kötülüklerle mücadele etmek zorundasınız.” En hayırlı ümmet olmanın şartı bu… “Kuntum hayra ummetin uhricet linnes.” “Siz insanlar için insanların hayrı için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz.” Buyuruyor Kur’an’ı Kerim. Ne sayesinde en hayırlı ümmet olmuşlar? Peygamberimizden sonra dünyaya gelmek marifet mi, bizim marifetimiz mi? Bununla değil, neyin sayesinde en hayırlı ümmet olmuşuz? Devamında buyuruyor ki “temurine bil ma’ruf” “iyiliği emredersiniz, doğruları haykırırsınız ve kötülüklerle de mücadele edersiniz.” Bunun sayesinde en hayırlı ümmet olmanın şartları bunlar. Şimdi sanki sadece iyiliği emredersiniz, iyilikleri anlatırsınız demiş gibi ayetin bir bölümünü alıyorlar; diğer bölümünü almıyorlar. Vicdan vicdan! Benim konuşmamı kırpan namertler gibi. Nasıl benim konuşmamı kırpıp manayı bozuyorlardı, başındaki bir kelimeyi, iki kelimeyi kırpıp ondan sonrasını alıyorlar, manayı bozacak şekilde aynı onun gibi. Bu Müslümanlar da ayetin başını alıyor “temurine bil ma’ruf” “iyilikleri öğretme” anlatma orayı alıyor ve “tenhevne anil münker” kısmını almıyor.
Çünkü kötülüklerle mücadele ederseniz güçlüler ile karşı karşıya kalıyorsunuz, onu göze alamayanlar ayetin o kısmını görmüyorlar, biz doğruları anlatalım, diyorlar. Biz o doğruları anlatırsak nasılsa insanlar gerisini kendileri anlarlar, yanlışlarını kendileri fark ederler. Bu kafa ile yanlışlar hiçbir zaman yeryüzünden silinmez, hiçbir zaman bu kafa ile yanlışlar yeryüzünden silinmez; yanlışa muhalefet etmedikçe yanlışları bitiremezsiniz. Bu kafa, kafa değil. Bu, korkakların mantığıdır, yanlışlıklarla mücadele etmeyi göze alamayanların mantığıdır. Yani İslam’ın her konuda söyleyeceği bir şey var ama desteklemek şeklinde. Doğruysa iktidarların yaptığı şeyler destekleyelim, yanlışsa yanlış diyelim.
Her şeye karşı gelmek de yanlış, sırf muhalefet için muhalefet doğrulara muhalefet. Hiç takdir etmemek o da yanlış, o da nankörlüktür. Devleti idare edenler bir sürü çalışıyor, yoruluyor; gecesi yok gündüzü yok. Diyelim ki güzel bir şeyler de yapıyorlar ve onları hiç görmemek takdir etmemek o da nankörlüktür. Diyelim ki başörtüsünü hallettiler bunun gibi bazı meseleler, takdir etmemek nankörlük olur ama yanlışları da var, bunları da konuşmamak korkaklıktır, menfaatçiliktir. Susanlar, menfaatlerine düşündükleri için konuşmuyorlar.
İslam’da Hocalar Siyasete Karışır Mı?
İslam’ın zaten her tarafı siyaset. İslam dünya için gelmiş, siyaset de dünyayı idare etme sanatıdır. İslam zaten bunun için gelmiş. Her konuda İslam’ın söylediği bir şey var. Devletin yaptığı ya doğru ya yanlıştır. İstiyorlar ki din hiçbir şeye karışmasın, yalnızca benim karışmamamı değil “Sen hocasın, niye siyaseti karışıyorsun?” diyorlar. Bunlar yalnızca benim, bir hocanın değil aslında Allah’ın da karışmasını istemiyorlar.
Laiklik bu değil mi? Allah’ın devlete ve siyasete karışmamasıdır. Allah’ı bile karıştırmayanlar beni mi karıştıracaklar siyasetlerine? Allah’tan da rahatsızlar aslında, Kur’an’dan da rahatsızlar; onun için ilahiyatlardaki bazı hocalara bu görevi verdiler. Allah’ın o ayetleri, ahkam ayetleri, devlet ile ilgili kanunlar, bunları tarihselci bir mantıkla ele almamız gerekir, deyin; ilahiyat hocaları olarak topluma bu fikre aşılayın. O zamanın şartlarında ayet öyle geldi ama aynen almamız şart değil, şartlar değiştiği için zaman değiştiği için insanlar değiştiği için ayetleri, o hükümleri değiştirebiliriz; bugün farklı bir şekilde uygulayabiliriz, yani laiklik, bunu yerleştirmek için bu fikri yerleştirmek için ilahiyatlardaki bazı hocalar görevlendirildi ve onlar şimdi böyle konuşulmasını sağlıyorlar.
Sadece bir hocanın siyasete karışmasından değil aslında Kur’an’ın karışmasından da rahatsızlar. Direk bir şey diyemiyorlar, bana laf söyleyince kıyamet kopmuyor ama Kur’an’a laf söyleyince kıyamet kopar. O yüzden söyleyemiyorlar, bana söylüyorlar ama Kur’an’a söyleyemiyorlar. O zaman ne mal oldukları ortaya çıkacak. O zaman ne yapıyorlar Kur’an’a direkt laf söyleyemeyince o ayetler o günün şartlarında öyle geldi ama bunları aynen almamız gerekmez ruhunu alalım, şeklini almak zorunda değiliz bu zamanda farklı hükümler koyabiliriz diyorlar. Güya Kur’an’ı inkâr etmiş olmuyorlar, bu şekilde, böyle bir mantıkla toplumu kandırabiliyorlar. Aslında sadece hocaların değil, Allah’ın da peygamberin de Kur’an’ın da devlete karışmasına razı değiller. Buna razı olmayanlar benim karışmama razı olur mu? Tabii ki razı olmazlar. İslam’ın her tarafı siyasettir. İslam ahiret için gelmedi, İslam bu dünyayı yönetmek için geldi. Yönetmek de siyaset yapmaktır. Müslümanların her konuda söyleyeceği bir sözü olmalıdır, aksi halde feryadı figan etmekle hiçbir yere varılamaz. Bunca yanlışlar, her şey meydanda, haramlar meydanda, konuşmuyorlar! Yalnızca gündelik siyaset değil, Müslümanlar haramlara da bir şey demiyor. Burası Müslümanların toprağıdır, şu haramların ne işi var, demiyorlar. Demek ki mesele siyasete karışalım mı karışmayalım mı demek değil; mesele devletten korku meselesidir. Devletten korkmasaydılar, onlar da konuşabilirdi. Burada mesele korkuyu kalpten atmak, menfaatleri terk etmeyi göze almaktır. Dünya sevgisini ve ölüm korkusunu kalpten atarsanız gündelik olaylarla ilgili İslam’ın görüşünü ortaya koyabilirsiniz. Herkes kendi görüşünü ortaya koyuyor mu? Bakkalına varana kadar, kasabına varana kadar. Futbolcusuna, popçusuna varana kadar. Şarkıcısına türkücüsüne varana kadar.
SUNUCU: Herkesin gündem hakkında sözü var.
Alparslan Kuytul Hocaefendi: Herkes konuşuyor, cemaatler susuyor. Pes yani! Ya bakkal bile konuşuyor, sen bir cemaatsin nasıl susarsın? Bir ilahiyat profesörü Kur’an’ı inkâr ediyor. Kur’an’ın lafızları Allah’tan değil, insan sözü, diyor. Ona bile susuyorlar, hiçbirinden çıt yok. Kur’an’a saldırıldığı halde. Haramlar açık, meydanda, onlar hakkında da ses yok. Devletin yaptığı zulümler meydanda, haksızlıklar meydanda, onlara da ses yok. Rus uçağını düşürür devlet, yanlış yapar ses yok. Alkışlarlar, ne güzel düşürdük bak. Sonra devletin başındakiler gider Putin’in elini ayağını öper, özür dilerler kırk defa. Yine alkışlarlar bunlar. Yani böyle bir toplum meydana geldi.
Kur’an’ın, İslam’ın tavrını ortaya koymaya alışmayınca, hep güçlüleri desteklemeye alışınca gelinen nokta bu. Kişilik kaybı var yani. Tevhid insana kişilik kazandırır. Allah’tan başka hiçbir otorite tanımamayı öğretir. Böyle bir insan kişilikli insandır. Müslümanlar tevhidi unutunca kişilik kaybı oldu. Mücadeleyi unutunca kişilik kayboldu. Şahsiyet zayıfladı. O zaman güçlülere karşı koyacak yürek kalmamaya başladı. Dünyayı sevince güçlülerle karşı karşıya gelmek istemediler, menfaatlerinden olmak istemediler. Ölümden korkunca güçlülerle, derin devletle karşı karşıya gelmek ya da resmi devletle karşı karşıya gelmek istemediler. “Aman beni hapse atar ya da derin devlet beni öldürür.” Hep bu, dünya sevgisi ve ölüm korkusu sonuçta bu hale getirdi. Siyasete karışmayız, diyenlerin bir bakıyorsunuz seçim zamanlarında bir parti için oy topladıklarını görüyorsunuz. Hani karışmıyordunuz? Ben siyasi konularda Kur’an’a göre açıklama yapıyorum ama bir partiye oy toplamıyorum, seçime de katılmıyorum. Eğer siyasetle ilgilenmiyorlarsa o zaman neden bir partiye oy topluyorlar? Bunu açıklasınlar.
Programın tamamını izlemek için;
Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin güncel, siyasi, fıkhi, ilmi sorular hakkında vermiş olduğu cevaplara alparslankuytul.com resmi web sitesinden ulaşabilirsiniz…