Alparslan Kuytul Hocaefendi, dün gece cuma tefsiri sonrası takipçilerinden ve talebelerinden gelen soruları yanıtladı.
“HDP’nin Hakkâri milletvekillerinin vekilliklerinin düşürülmesi sonucu tutuklanmaları sebebiyle Diyarbakır’da yürüyüş çağrısı yapmalarını, bu çağrı sebebiyle birçok ilde valiliklerin ‘eylem yasağı’ getirmelerini ve bazı şehirlerde yürüyüş yapanlara polisin müdahale etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusu hakkında şunları söyledi: “15 Temmuz bahanesi ile özgürlükler engellendi, kısıtlandı. O bahane bitince virüsü bahane etmeye başladılar. Sürekli bir şeyler bahane edilerek, bazı korkular üretilerek, suni korkular meydana getirilerek baskı sistemi kuruluyor. İnsanların özgürlükleri sürekli kısıtlanıyor. Bu tamamen toplumu baskıya alıştırma siyasetidir. Bu siyaseti, bu zulmü ne zaman bırakacaksınız”
Sorunun tamamını okumak için;
HDP’nin Hakkâri milletvekillerinin vekilliklerinin düşürülmesi sonucu tutuklanmaları sebebiyle Diyarbakır’da yürüyüş çağrısı yapmalarını, bu çağrı sebebiyle birçok ilde valiliklerin ‘eylem yasağı’ getirmelerini ve bazı şehirlerde yürüyüş yapanlara polisin müdahale etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gördüğüm şudur; 15 Temmuz bahanesi ile özgürlükler engellendi, kısıtlandı. O bahane bitince virüsü bahane etmeye başladılar. Sürekli bir şeyler bahane edilerek, bazı korkular üretilerek, suni korkular meydana getirilerek baskı sistemi kuruluyor.
Vekillikleri düşürülen milletvekillerinin suçunun olup olmadığını bilmem ama bir tanesi sonradan geri bırakıldı. Bu ülkede suçsuz yere birçok insan hakkında iddianameler hazırlanıyor ve suçsuz yere birçok insan hapishane de çürütülüyor, bunu biliyoruz.
Hep Aynı Yalan!
İnsanlar bu yapılanı eleştirmek adına yürüyüş yapmak istiyorlarsa onları neden engelliyorsunuz? Hep aynı yalan! Virüs, sosyal mesafe, vb. Dün ‘15 Temmuz’ diyorlardı. Sürekli ‘FETÖ, FETÖ…’ diyerek herkesin özgürlükleri kısıtlandı. Şimdi de sürekli ‘virüs’ denilerek özgürlükler kısıtlanıyor. Yürüyüş yapacaklarsa saldırgan olmamak şartıyla bırakın, yapsınlar.
Kendilerini Anayasanın Üzerinde Görüyorlar!
Bakınız, Anayasa’nın 34. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” denilmek suretiyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesinin izin alma koşuluna bağlanamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Bu anayasa maddesidir ve kanun da buna uygun olarak hazırlanmıştır. İzin alma şartı yoktur. Önemli olan, saldırganlık yapmamalarıdır.
Kişi, Edirne’den kalkacak Ankara’ya kadar yürüyecek, Hakkâri’den kalkacak Ankara’ya kadar yürüyecek, kimseye bir zarar vermeyecek. Zaten yollar şehrin dışından gidiyor. Şehrin içine girmeyecek, sadece bir farkındalık oluşturmak istiyor. Haksızlık yapıldığına inanıyor ve bunu duyurmak istiyor. Böylece hakkını almak istiyor. Haklı ya da haksız olabilir, bırak yürüsün.
Senin anayasanda, kanunlarında böyle yazmıyor muydu? Bunlar diyor ki “Biz kanunu öyle yazarız ama işimize gelirse uygularız, işimize gelmezse uygulamayız. Anayasanın ve kanunun verdiği haklar önemli değildir. Önemli olan, benim hak vermemdir.” Olay bundan ibarettir. “Anayasa ve kanun ne hak verirse versin, benim o hakkı verip vermediğim önemlidir.” diyorlar. Kendilerini anayasanın da imza attıkları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin de üzerinde görüyorlar. Siz buraya imza atmadınız mı? Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre de bu yürüyüşlere izin vermek zorundasınız. Sürekli baskı, baskı, baskı… Bunun sonu yok ve bu, diktatörlük olur.
Bırakın insanlar konuşsunlar, yürüyüş yapmak isteyenler yürüyüş yapsınlar. Kimseye saldırıyor mu? Saldırmıyorsa o zaman neden karışıyorsun? İnsanların aklı var, onlar yürüdü diye hemen herkes onlardan mı olacak? Herkes onları mı destekleyecek? Herkesin aklı var. Sen de onların yürüyüşüne karşı yürü. Sen de kendi taraftarlarını bir şehirden başka bir şehre yürüyüş yaptır. Karşı karşıya getirme, kavga çıkartma.
İnsanların Özgürlükleri Sürekli Kısıtlanıyor
İnsanların özgürlükleri sürekli kısıtlanıyor. Mesela yarın saat 09:30’da LGS olacak diye saat 09:00 ile 15:00 arası Türkiye’de sokağa çıkma yasağı var. Şimdi sınav ile sokağa çıkma yasağının ne alakası var? Her gün çocuklar sokaklarda, insanlar çarşıda, pazarda. 09:00 ile 15:00 arasında sokağa çıkma yasağı koymak ne demek, bunun ne manası var? Bunun ne bilimle alakası var ne de virüsle. Bu, tamamen toplumu baskıya alıştırma siyasetidir. “Ben izin verdiğim zaman çıkarsın, izin vermezsem çıkamazsın.” Herkesi buna alıştırıyorlar. Kimseden çıt çıkmasın diye istedikleri zaman herkesi susturuyorlar. Düşünüyorum, bu yasağın bir mantığı yok.
Mesela Cuma namazında da baştan itibaren mesafeli bir şekilde durarak Cuma namazı kılınmasına izin verilemez miydi? Verilebilirdi. Neden vermediniz? Şimdi izin veriliyor peki ne değişti? Dünyada ve Türkiye’de virüs mü bitti? Hayır, bitmedi. Neden şimdi izin veriyorsun? Çünkü çok tepki gelmeye başladı. Turizm’e bile izin verdikleri için Cuma namazına daha fazla tepki gelmesin diye izin vermeye mecbur kaldılar. Virüs, esasında turistlerden geliyor. Turizme izin veren, nasıl olur da cumaya bile izin vermez? Mecbur kalıp izin verdiler.
AVM’ler, her taraf açık ama camiler kapalı. Cuma namazında da kapatacak olsalardı projenin ne olduğu ortaya çıkacaktı. Bunun tamamen din düşmanı bir komitenin baskısı ile olduğu, hükümetin de buna teslim olmak zorunda olduğu ortaya çıkacaktı. Ortaya çıkmasın diye kısmen izin verildi. Mesela sabah namazına izin verilmiyor. Bu ne saçmalık! Şimdi insanlar sabah namazında camiye gitse ne olacak? Akşam ve yatsı namazlarında gitseler ne olacak? Mesafeli duruyorsa ne olacak? Resmen bizimle tiyatro oynuyorlar. Halk da bu tiyatroya fena alıştı. Camiye giderken yan yana yürüyoruz, öyle değil mi? Her tarafta yan yana değil miyiz? Oraya gidince maske takıyoruz, kendimizi aldatıyoruz. Tiyatro oynuyoruz ya! “Hocam sen de takmıyor musun?” diyeceksiniz. Ne yapayım? Polisler gelip beni çekiyor. Yoksa bu yapılanlar tiyatrodan başka bir şey değildir. Oraya gelip de namaza oturana kadar maske yok, namaza oturunca maske var. Namaz bitince “Esselamu aleyküm ve rahmetullah” deyince maskeler çıkıyor. Biz çocuk muyuz? Bize tiyatro oynatıyorsunuz! Bu bilim değildir. Bu ancak siyasettir.
Bu Siyaseti, Bu Zulmü Ne Zaman Bırakacaksınız?
Mesela bugün Adana’da Cuma namazı esnasında yağmur yağmadı ama Ankara’da cuma namazı vaktinde çok şiddetli bir yağmur yağmış. İnsanlar suyun içerisinde, dışarıda namaz kılıyorlar. Bu zulüm nedir? Cuma namazı kılabilirsin ama dışarıda kılacaksın. Önümüz yaz ayı, Adana’nın güneşinde, güneşin altında namaz kılınır mı? Adana’da gölgede terliyoruz zaten.
Güneşin altında namaz kılınır mı? Yarın yağmur da güneş de olabilir, her ikisi de sıkıntı. Namazın cami içerisinde mesafeli olarak kılınmasına neden karışıyorsunuz? Neden izin vermiyorsunuz? Bu siyaseti, bu zulmü ne zaman bırakacaksınız? Siz bilimin dediğini de yapmıyorsunuz. İnsanları resmen diktatörlüğe alıştırıyorsunuz. Maalesef Müslümanlar da hep memnunlar. Bu işte bir iş olduğunu görüyorlar, anlıyorlar ama kimse konuşmuyor. Böylelerine her şey müstahak!