Gazete Duvar Alparslan Kuytul Hoca ile üzerindeki hukuki ve siyasi baskılar hakkında bir röportaj gerçekleştirdi.
Röportajın tamamı:
DAVAMI İKİ AYRI DOSYAYA AYIRARAK BANA EZİYET ETMEK, İŞİ UZATMAK İSTEDİLER
Sizin ilk gözaltına alınışınız ve ardından tutuklanış sürecinde aynı anda mensup olunamayacak örgütlerin üyesi olmakla suçlanmıştınız. Her şeyin birbirine karıştığı ve çelişkili suçlamaların iddianameye boca edildiği bu süreçte hangi davalarınız düştü hangileri halen devam ediyor, buna bir açıklık getirir misiniz?
Dört örgüte üye olmakla suçlanma işi ilk mahkemede emniyetten sonra götürüldüğümüz sulh ceza hâkimliğinde gerçekleşti, ondan sonra ben bunlara güldüm, “Hâkim bey dedim, DAİŞ beni ölümle tehdit etti ve Adana Emniyeti bana 4 defa koruma isteyip istemediğime dair kâğıt imzalattı” dedim. Hâkim bunun üzerine ilk görüşmede bu iddiaları reddetti, DAİŞ’le el Kaide’yi eledi, ancak FETÖ ve PKK propagandası suçlamasıyla beni tutukladı. Bu tutuklamadan 6 ay sonra iddianame hazırlandı, o iddianamede neyle suçlandığımızı görmüş olduk. Dört örgüte üye olmayı gayri ciddi bulmuş olacak ki Savcılık, örgüt sayısını önce ikiye indirdi, ardından örgüt üyeliği suçlamasını FETÖ’ye yardım ve PKK propagandası şeklinde değiştirdi. 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen bu dosyadan ilk celsede ben tahliye oldum. Ancak bu dava halen devam ediyor. Bundan altı ay sonra hazırlanan iddianamede her iki hâkim de bir şey tutturabilmek amacıyla ikiye ayrılan dosyayla ilgili suçlamaları düşürdüler, mahkemeye bakmak istemiyoruz dediler. Zira içi boş dosyalardı. Sonra baskıyla bunu kabul etmek zorunda kaldılar. Dosyaların ikiye ayrılmasının nedeni, beni iki mahkemeyle uğraştırmak, süreci uzatarak bana daha fazla eziyet etmekti.
Peki hocam, bu baskıyı yapan kimlerdi?
Bilmiyorum tam olarak ama hakim önce reddetmişti, bu dosyayı kabul etmedi. Nasıl oldu bilemiyorum, bir yerlerden baskı olunca bu sefer kabul etti.
Bir baskı olduğunu düşünüyorsunuz ama tam olarak nerden geldiğini bilmiyorsunuz öyle mi?
Evet, hâkim önce dosyayı düşürüp sonra yeniden yargılama kararı aldığına göre bir yerlerden baskı gelmiş demektir. Ama bunun kim tarafından yapıldığını bilemeyiz.
KORKU İKLİMİ NEDENİYLE HAKİMLER ÇEKİNİYOR, YARGIYA ÖZEL TALİMAT GELİYOR
Mağdurlar, genel olarak 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yargıda FETÖ üyelerinin tasfiye edilmesinin ardından yargıda genç ve tecrübesi olmayan insanların hâkimlik görevine atandıkları ve çoğu avukatlıktan gelen bu insanların teamüllerin dışına çıktıkları, usulü önemsemedikleri vs. belirtiliyor. Sizin yaşadıklarınız bununla ilgili bir şey miydi ya da hakimlerin ülkede var olan korku ikliminden etkilendikleri için mi bu tür kararlar aldıklarını düşünüyorsunuz, ya da bir başka ihtimal bir yerlerden gelen baskılara boyun mu eğiyorlar?
Her ikisi de doğru. Bizim gibiler için, özel talimat geliyor. Ama diğer vatandaşlarla ilgili olarak hele hele görülen davalar siyasiyse bir korku ortamı meydana getirildiğinden hakimler o doğrultuda karar vermek zorunda kalıyorlar. Hâkim biliyor, ben bu doğrultuda karar vermezsem derhal yerimi değiştirirler diye düşünüyor. Hatta şunu söyleyeyim, hapishanedeyken özel bir talimat geldi benimle ilgili. Beni tek başıma bir odaya koydular, buna ilişkin itirazda bulunduğumda, yönetim birkaç ay benimle görüşmedi. Ardından görüştüklerinde bana “bu mesele bizden kaynaklanmıyor” dedi. “Ankara’dan bize talimat var” dedi. Hatta bana bunu bir tek müdür değil, tam üç müdür bizzat söyledi. Ama tabii bu operasyonlar bildiğiniz gibi yarım milyon insanı geçti. Hepsiyle ilgili tek tek talimat gelmiyor ama öyle bir korku ortamı meydana getiriliyor ki zaten, hakimler o doğrultuda karar vermek zorunda kalıyor.
BANA BASKIYLA MESAJ VERİYORLAR BEN DE DİRENEREK MESAJIMI VERİYORUM
Siz bundan önce bir kez daha tahliye edilmiştiniz. Tahliyenin ardından halka ve taraftarlarınıza yaptığınız konuşmada, sesinizi bastırmak için emniyet ekipleri tarafından siren sesleri açılmıştı ve olağanüstü bir ortam meydana getirilmişti. Sonra siz hiç geri adım atmadınız ve yeniden içeri alındınız. Merak ettiğim husus, size tahliye için konuşmama koşuluyla herhangi bir pazarlık dayatıldı mı?
Hayır, asla. Onlar zaten adamını biliyorlar. Kim geri adım atar, kim korkar çekinir onlar biliyorlar. Polisin yaptıklarını açık açık anlattığımı bildikleri için bana böyle bir şey teklif etmemişlerdir diye düşünüyorum. Zira onlar, pazarlık teklif ettikleri takdirde benim bunları kamera önünde konuşacağımı, bunu kabul etmeyeceğimi, bunun sonunda kendilerinin rezil olacaklarını bildikleri için bana böyle bir teklifte bulunmaya çekiniyorlar. Aslında üzerimde baskı kurarak dolaylı da olsa bana mesajı vermiş, ima yoluyla fazla ileri gitme demiş oluyorlar aslında. Onlar baskıyla mesaj veriyorlar ben de onların baskılarına direnerek ben de kendi mesajımı onlara iletmiş oldum aslında.
BASKILAR TAM GAZ DEVAM EDİYOR, KONFERANSLARIM ENGELLENİYOR
Peki şu an baskılar aynı yoğunlukta devam ediyor mu? Konferanslarınızın iptali dışında başka baskılarla da karşılaşıyor musunuz?
Bize yönelik baskılar 2014 yılında başladı, yüzden fazla konferansım iptal edildi. Gerek benim gerek eşimin vakıf olarak yapmayı planladığımız ve duyurusunu yaptığımız konferanslar iptal edilip çok azına izin verildi. Daha sonra 2018’de bu süreç başladı. Hapisten çıktıktan sonra da şu an baskılar devam ediyor. Mesela benim Elazığ’da 15 Mart’ta konferansım olacaktı. Biz, virüs sebebiyle bu konferansı iptal ettik de daha bu konferans açıklanmadan önce Elazığ Valiliği telefon açıp “böyle bir konferans yaptırmayacağız” diye bize bildirdiler. Aslında o konferans da değil bir hasbihal programıydı. Valilik internet sitesine yazıyı koymuş, konferansın iptal edileceğine dair o yazıyı da valilik sitesinde görebilirsiniz. Geçen hafta Fatih Emniyeti tarafından yine aynı şekilde baskı yapıldı ve konferans iptal edildi. Aslında program başlamış benim konferansa başlamama beş-on dakika kalmıştı, ben trafik nedeniyle gecikmeli gelmiştim. Taksiyle gelmiştik, tam kapıya geldiğimizde Fatih Emniyet Müdürü de oradaydı, yolumuzu kestiler. “Alparslan Bey, konferansınız yasaklandı” dedi. “Yazıyı görebilir miyim” dedim, “Yazı hazır değil ama, yazıyı getirebiliriz” dedi.
Siz de getirin deseydiniz.
Zaten söyledim, bun burada bekliyorum yazıyı dedim. Orada çayhane vardı, çayhanede bekledim. Bir kâğıt getirdiler, kâğıdı tam olarak o sırada okuyamadım. Arkadaşlar okudular, “tamam hocam böyle bir yasak varmış” dediler. Aslında yazı, Fatih Kaymakamlığı’nın yasaklama yazısı değil. Fatih ilçe Emniyet Müdürlüğü’nün kaymakamlığa yazdığı yazı.
Halbuki bu bir talep yazısıydı aslında…
Evet, etkinliğin yasaklanmasını isteyen bir talep dilekçesiydi. Yazıda konferansın güvenlik bakımından risk içereceği ifade ediliyor ve etkinliğin yasaklanmasını istedikten sonra “tensiplerinizi arz ederim” ifadesi bulunuyordu. Ortada bir karar yok aslında. Ben durumun sonradan farkına vardım, dün de bir tefsir sohbetimiz vardı, bu sohbet esnasında bu durumu anlatacaktım ama sohbet esnasında araya başka konular girdi, açıklayamadım. Öyle görünüyor ki tamamen yalan dolanla işler yürümeye başladı.
POLİS, KAYMAKAMIN İMZASINI TAKLİT ETMİŞ
Belki de öyle bir yazı yoktu, siz yazıyı getirmelerini istediğinizde o an yazdılar belki de..
Ben kaymakamın haberinin olduğunu dahi düşünmüyorum. Zaten emniyetin yazdığı bir yazı ve altına kaymakamın da adını yazmışlar ve onun imzasını taklit etmişler.
Peki bununla ilgili hukuki süreci başlatmayı düşünmediniz mi? Sonuç alınsın ya da alınmasın, ortada açık bir hukuksuzluk var.
Ben bunu düşündüm hatta avukatımla konuştum da. Bununla ilgili başvuru yapacaktık. Süre geçmediyse yine de yapmayı düşünüyorduk. Yine 2017 yılında Adana’da büyük bir olay olmuştu. Yine bizi bu şekilde engellemişlerdi. O zaman da emniyet müdürü valinin etkinliği yasakladığını iddia etti, halbuki valinin haberi bile yok. “Kağıdı gösterir misin” dedim. Gösteremiyor çünkü elinde kağıt yok. Sonra valiye gittiler, vali olay hakkında soruşturma açılmasına izin vermedi.
İKTİDARIN DA SORUMLULUĞU VAR AMA KONTROL, İKTİDARIN ELİNDEN ÇIKMIŞ GÖRÜNÜYOR
O an yanınızda avukat olsaydı belki durum farklı olurdu, bu hukuksuzluğa müdahale edilebilirdi.
Avukatı dinlemiyorlar ki. İstanbul Fatih’teki olayda yanımda avukatım vardı, emniyet müdürü avukatı dinlemiyor bile. Polis beni ikna etmeye çalışıyor, “Hocam siz anlayışlı insansınız, biz devlet memuruyuz bize yardımcı olun lütfen” diyorlar. “O kâğıdı görmeden ben buradan gitmem” dedim. Sonra o kâğıdı aldık, kâğıdı okuyamadım ama bu olayda bir gariplik var şöyle ki dört duvarın arasında bir düğün salonunda olan konferansa güvenlik gerekçesiyle izin vermiyorlar, nasıl oluyorsa güvenliği sağlayamıyormuş kocaman devlet. Bu gerekçeyle konferansı iptal edenler ne yaptılar biliyor musunuz? Oradan, adını yanlış hatırlamıyorsam Yıldız Düğün Salonu’ndan Saraçhane Parkı’na kadar bin-iki bin kişinin yürümesine müsaade ettiler. Saraçhane Parkı’na gittik, orada basın açıklaması yaptım. Buna müsaade ediyorlar, bu çok garip değil mi? Sanki iş AKP’den de çıkmış. AKP’nin bunu yapması kendi ayağına sıkmak gibi bir şey olur.
AKP, OTORİTER EĞİLİMLİ KESİMLERİN ELİNDE REHİN DURUMDA
Bir konuşmanızda ‘Avrasyacılar’ ya da ‘Eregenekoncular’ ifadesini kullanıyorsunuz. Devleti bunların yönettiğini mi düşünüyorsunuz?
Bence onlar da var işin içerisinde. AKP’nin içerisinde bazı gruplar da var. Belki başka bir parti de olabilir emin olamadığım için bir şey diyemem ama, şu yapılan şey AKP’nin lehine değil aleyhine olan bir durum. Sanki bir güç beni kızdırarak daha fazla onlar aleyhinde konuşmamı istiyor. Ben zaten yıllarca onları tenkit ettim, hâlâ da ediyorum ama şu yapılana bakıyorum bunu AKP de istemez.
Eski derin devlet ya da devlet içerisindeki yapılanmalar yeniden mi hortladı diyorsunuz?
Benim gördüğüm şu, aslında bir güç artık, AKP’yi kullandı, artık sonuna gelindi, AKP çok güç kaybetti, sevenleri azaldı, oyları azaldı. Aslında onu bitirmek istiyorlar. AKP’ye daha fazla yanlış yaptırmak ya da kendisi yanlış yapmadığı yerde de bu güçler yapılanları o yaptı gibi göstererek sanki AKP daha fazla oy kaybetsin istiyorlar. Ben AKP’nin suçu yoktur anlamında söylemiyorum. Sanki başka bir güç daha var demek istiyorum. Sanki rehin alınmış bir AKP var karşımızda. Bir güç var ve resmi olarak koalisyona ortak değil, bu yüzden de onlar yapılanlardan sorumu olmayacaklar, bütün sorumluluk AKP’nin sırtında olacak. Başkalarının dediği oluyor şu anda. Derin devlet diye ayrı yapı şu anda aktif durumda, öyle görünüyor. Benim sert konuştuğumu çok iyi biliyorlar, bunu yaptırmak istiyorlar.
YANDAŞ MEDYADA İNSANLIĞIN VE MÜSLÜMANLIĞIN ZERRESİ KALMAMIŞ
Biraz da medyadan bahsetmek istiyorum. Gerek size yapılanlarla gerek ülkede meydana gelen ve kendisini İslami olarak niteleyen hükümete yakın medyanın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onlar her gün benimle uğraşmaya devam ediyorlar. Aslında İslami bir yapı olmadıklarını çok defa gösterdiler. İslam adalettir, insanlıktır, merhamettir, bunlar da onun zerresi kalmamış, her gün bana saldırmaya devam ediyorlar, bana saldırmalarının bir nedeni de bu. İlk çıktığımda benimle röportaj yapmak istediler. Örneğin Akit gazetesi ve Akit TV, benimle ilgili yaptıkları iğrenç yayınlardan ötürü onlarla röportaj yapmak istemedim. Bir insan, Müslüman olsun ya da olmasın, kimseye iftira atamaz. Bu iftiraları attılar, bilmeden etmeden yazıp çizdiler, ben de onlara bu yayınlardan dolayı röportaj vermeyeceğimi söyledim. Bundan sonra daha çok üzerime gelmeye başladılar, daha önce o kadar üzerime gelmiyorlardı. Son zamanlarda Ali İhsan Karahasanoğlu benimle ilgili konuşmaya başladı. Az önce bahsettiğimiz o para meselesinde büyük bir olay varmış gibi gösterildi. Vakfın parası, vakfın kasasından çıkmış bundan daha güzel ne olabilir? Onların iddiasına göre bu paraların makbuzu yok, halbuki, makbuzları orada bırakıp gitmişler. Biz Emniyet’teyiz o sırada. Vakıf kapalı, kapısında otuz polis bekliyor, TOMA bekliyor, ardından vakfı kayyuma devrettiler. Bu dediğim biri iki günde gerçekleşti. Kayyum bakmış ki vakıfta makbuzlar var, savcılığa başvuruda bulunarak ‘gelin bunları alın’ demiş. Ondan sonra savcı polisleri gönderiyor, polisler makbuzları teslim alıyor. Kasada 314 bin lira var, 364 bin lira diye medyaya servis ettiler. Mahkemede biz bu makbuzları hâkime verdik, mahkeme de bunları kabul etti. Makbuzda isimleri olan otuz kişinin tamamını dinledi, hepsi de “bu parayı verdik, makbuzumuzu da aldık” şeklinde beyanatta bulundu. Mahkeme zaten bundan sonra beni tahliye etti. Ama ben orada da hâkime, “Sayın hâkim iki sene sonra mı bu şahitleri çağırdınız neden ilk duruşmada bunları çağırmadınız” dedim. Gerçi Allah var, hâkim ilk duruşmada beni tahliye etmişti zaten. Ancak başka bir mahkeme tutuklama kararı çıkarınca hâkim, ilk duruşmalarda korkusundan şahitleri çağıramadı. 11 ay sonra çağırabildi ve ardından beni tahliye etti.
VİCDAN DA İSLAM DA MAHALLELERE TANKLARLA TOPLARLA GİRİLMESİNİ KABUL ETMEZ
Peki hocam İslami olarak adlandırılan ama daha çok sağcı, muhafazakar kesimin bu yapılanlar karşısındaki suskunluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Dindar kesim bu süreçte size sahip çıktı mı?
Çok azı dışında sahip çıkmadı. Aslında şunu söylemek lazım, bu söylediğiniz kesimler Irak’ın işgaline karşı geldiler mi ki? Suriye’nin bu hale gelmesine seslerini yükselttiler mi ki? Zaten ondan dolayı benim üzerime çok geliyorlar. Ben onlara göre farklı bir Müslüman modeliyim. Bunlar gerek yurt dışında gerekse yurt içinde yapılan zulümlere ne zaman karşı geldiler ki? Irak işgal edildi ABD’nin Saddam’la ilgili uydurduğu bir takım yalanlar ile Irak işgal edilip İncirlik açıldığında, hükümet ABD’ye yardım edip insanlar öldürülmeye başladığında bütün bunlara Müslümanlar sessiz kalmadı mı? Hepsinin dediği şu: “Tayyip Erdoğan Müslüman’dır, bir bildiği vardır.” Erdoğan hata yapamaz mı, Allah mı, Peygamber mi? Dolayısıyla İslami camia, sadece bana yapılan zulümlerde değil, Irak’a yapılan zulümde de, Suriye konusunda da sessiz kaldı. Türkiye’de masum insanlara yapılan operasyonlara da sessiz kaldı. Diyarbakır’da tankla topla mahallelere girdiler. Tankla meskun mahallelere girilir mi? Şehir içinde tankla, ağır silahlarla atış yapılır mı? Vicdan bunu kabul etmez, İslam da bunu kabul etmez. Elbette terörle mücadele olmalı, ama bu şekilde değil.
İSLAM’IN İLK ŞARTI MUHALİF OLMAKTIR
Peki hocam bir yerde yanlışlık yok mu? İslam bu değil, Müslümanlık bu değil, Hz. Peygamber’in ahlakı bu değil diyoruz. Hz. Peygamber’in ilkelerine sahip çıktığını iddia eden devasa bir kesim, bunların içerisinde koca koca alimler ve akademisyenler de var. Yapılan yanlışlara da büyük ölçüde bunlar meşruiyet kazandırıyor. Bu İslami anlayışta sorunu nerede tespit etmeliyiz ve sizce çözüm nerede?
Sorun şurada aslında, İslam ilk çıktığı andan itibaren muhaliftir. İslam’ın ilk kelimesi Lailahe illallah, ilk harfi de La’dır. Allah’tan başka hiçbir otorite tanımıyorum anlamına gelir. Aslında bu, İslam ilk yeryüzüne geldiğinden itibaren muhalefetle başlamıştır. Ama Müslümanların bugünkü adı nedir, muhafazakârdır. Aslında sorunun kaynağı bu, Müslüman camia muhafazakârlaştırıldı, Türkiye Cumhuriyeti’ni hala Osmanlı zannediyor. Dindarlar, her zaman güçlüden yana oldular. Kendilerini hala Osmanlı idaresi altında zannediyorlar, başlarındakini halife zannediyorlar herhalde. Bu devlet, Müslümanları başarılı bir şekilde muhafazakâr hale getirdi. Hâlbuki dinin kendisi muhaliftir. Bir sürü yapılan yanlışlar var, haram işleniyor. Müslüman bu durumda muhalif olmalıdır.
Peki hocam, Osmanlı ile sınırlamak doğru mu sizce? Emeviler, Abbasilerden başlayan ve Osmanlı ile devam eden bir “Devlet İslam’ı” anlayışı var sanki. Muaviye ile başlayan bir süreç. Bir devamlılık var gibi görünüyor.
Evet söylediğiniz doğru da ben daha çok Anadolu halkının İslam anlayışı bağlamında bir etkileşimden bahsettim. Türk halkı Emevileri örnek almaz, onları model olarak görmez ama Osmanlı’yı model olarak görür.
ULEMANIN ÇOĞU, YAPILAN ZULÜMLERE İTİRAZ ETMEDİ
Evet benim de kastettiğim şey şuydu: Bugün dindar kesimin ortaya koydukları tutumun kaynağına inildiğinde İslam’ın özellikle siyasi ilkelerinin yanlış yorumlanmasına neden olan ulemanın payı hiç de azımsanacak gibi değil. Ulemanın hepsi olmasa da büyük bir bölümünün İslami ya da ahlaki ilkelerle sultan arasında kaldığında tercihini sultandan yana yaptığını görüyoruz. Sorum buna ilişkindi.
Doğru maalesef bu da devletin dine yapmış olduğu baskı nedeniyle meydana gelmiş bir şey. Elbet alimler buna karşı koymalıydılar, bununla mücadele etmeliydiler. Edenler var ama etmeyenler de çok oldu. Örneğin İmamı Azam, kendisine şeyhülislamlık makamı teklif edildiğinde bunu kabul etmedi ve bu yüzden hapse atıldı ve orada şehit oldu. İnsanlar Kuran’ı anlamadan okuyorlar, Arapçasından. Halbuki Türkçesinden mealini okusalar tüm peygamberlerin muhalif olduğunu görecekler. Tüm peygamberlerin kendi toplumlarıyla ve zamanın firavunlarıyla mücadele ettiklerini görecekler.. Kuranı Kerim’i muhalif bir duruşla okumamız gerekiyor. Peygamberlerin hayatına baktığımızda da onların nasıl bir muhalif tutum içerisinde olduğunu görüyoruz. Batılı bir filozofun ifadesiyle “Dini bir hareketin muhafazakarlaşması demek, vücuttaki kanın donması demektir.” Bu dinin bitmesi demektir. Yapılması gereken Kuran’a dönüş ve Peygamber’in hareket metodunun izlemektir. Muhafazakarlar Peygamber’i salt ahlak ve ibadetleri anlatan bir önder olarak gördüler, halbuki o, aynı zamanda devrimci bir liderdi. Bu duruş ancak muhalif bir duruşla mümkün olabilirdi. Müslümanlar bunun farkında değiller. Sanki İslam medeniyetini yaşıyormuşuz ve başımızda da peygamber varmış gibi hiç kimsede itiraz yok. Müslümanların Peygamber dışında herkesin hata edebileceğini anlamaları lazım. İslam’ın temel esaslarından biri de iyiliği emretmek kötülükten neyhetmektir. Yani doğruları anlatmak ve yanlışlarla mücadele etmek. Müslümanlar bunu unuttular. Bunun yeniden canlandırılması lazım.