Alparslan Kuytul Hocaefendi, her hafta halka yönelik yapmış olduğu tefsir dersi yerine geçen hafta cuma günü takipçileriyle hasbihal programı gerçekleştirdi.
Hasbihal esnasında gündemi değerlendirerek takipçilerinden gelen soruları cevaplandırdı.
Sunucu: Hocam şu anda ümmetimizin son iki-üç asırdır geçirdiği imtihanların hikmeti nedir? Bu imtihanların sebepleri nelerdir?
Alparslan Kuytul Hocaefendi: İslam coğrafyasında yaşananları görüyoruz. Sebepleri; bu ümmet vazifesini yerine getirmedi. On iki asır kadar bu görevi yerine getirdi fakat özellikle son iki asırdır ümmetimiz vazifesini yerine getirmeyince Allah’ın tüm ümmetlerle ilgili yasası, sünneti bizim için de tatbik edildi. Bir ümmete, bir topluluğa ümmet denilmiş olması; ‘onlara siz yeryüzünde görevlendirilmiş toplumsunuz’ demektir. Bizden evvel de ümmetler gelip geçtiler, onlar da yeryüzünde vazifelendirilmişlerdi. Vazifelerini yapmayınca, Allah onlara ne yaptı? Onları parçaladı aynı kanun bize de tatbik edildi. Mesela Kur’an-ı Kerim Ârâf suresi 168’de buyuruyor ki “Onları yeryüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık.” Kim bunlar? İsrailoğulları gibi bizden önceki ümmetlerden bahsediyor. Allah burada, kendisinin toplumlar ile ilgili yasasını bize öğretiyor. Bu bir sünnetullahtır. Toplumlara uygulanan bir yasadır. Allah’ın sünnetinde bir değişiklik olmaz. Eski ümmetlere uygulanan yasa bize de uygulandı.
Eski ümmetlere ne yapıldı? Görevlerini yaptıkları müddetçe Allah-u Teâlâ onları muhafaza etti. Görevlerine devam ettiler, sancakta onlara teslim edildi. Ama ne zaman ki görevlerini yapmamaya başladılar işte o zaman sancak onlardan geri alındı. Kur’an-ı Kerim bunu anlatırken ‘yeryüzünde topluluklar halinde parçaladık’ buyuruyor.
Allah, ümmet olarak görevini yapmayanları;
- İlk olarak parçalara ayırıyor. Bu sünnetinin ilk basamağıdır.
- Her bir parçayı, iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ediyor.
- Sonra onların ardından bir başka insan-nesli yaratıp-inşa eder.
Önceki ümmetlere uygulanan bu sünnetullah bize de uygulandı. Biz de vazifemizi yaptığımız müddetçe Allah-u Teâlâ bizi muhafaza etti ve bize şeref verdi. Dünya devleti olduk.
Peygamberimiz zamanında başladı ve işte Osmanlı’nın son zamanlarına kadar devam etti. Ne zaman ki vazifemizi yapmamaya başladık, tembelleştik, Lale Devri’ne girdik, yavaş yavaş gerilemeye başladık, sorumluluklarımıza unutmaya başladık, rahatı tercih ettik, dünya sevgisi ve ölüm korkusu kalbimize girdi. İşte o zaman Allah-u Teâlâ bizi de önceki ümmetlerde olduğu gibi aynı şekilde parçaladı ve 40-50 parçaya bölündük. Şimdi her bir parça kendi içinde güzel olaylarla ve kötü olaylarla imtihanlara giriyor. Türkiye’dekiler Türkiye’de, Suriye’dekiler Suriye’de, Irak’takiler Irak’ta, her biri kendi memleketinde imtihandadır. Bu imtihanın sonucunda yeni nesiller inşa ediliyor. Allah Azze ve Celle,her bir memlekette motor görevi görecek, toplumun hayırlı işlerin de öncülük yapacak yeni nesiller yaratıyor.Biz buna öncü nesil diyoruz.Her memleketin öncü nesilleri vardır ve Allah’ın muradı da onları yaratmaktır.Aslında bu imtihanlardan bir maksat da budur.Yani her memlekette tevhid sancağını taşımaya layık olan yeni nesiller yaratmaktır.
Allah Yeni Nesiller İnşa Eder!
İslam âleminde, her coğrafyada yeni nesiller inşa edilirse, bu nesil görevlerini yerine getirirse, işte o zaman Allah Azze ve Celle mutlaka Müslümanları bu durumdan kurtaracaktır. Çünkü bu ümmet son ümmettir. Yeni bir peygamber gelmeyecek, yeni bir ümmette görevlendirilmeyecek ama yeni bir peygamber, yeni bir ümmet gelmeyecekse de yeni nesiller gelecektir. Dünkü nesiller görevini yerine getirmediyse kendileri kaybetti. Allah onları götürür, yeni nesiller yaratır ve sancağı onlara teslim eder. İşte Müslümanların ya da bu ümmetin bugünkü hali bundan kaynaklanıyor. Yani sancağı taşımaz hale gelince Allah tarafından bir cezalandırılmadır.
Peygamber Efendimiz aslında gerçek sebebi 1400 sene önceden söylemiştir; “Bir gün gelecek kâfir milletler sizin başınıza oburların yemek çanağına üşüştükleri gibi üşüşecekler. Orada bulunanlar ‘O gün biz az olacağımız için mi böyle olacak Ya Rasûlallah!?” dediler. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle cevap verdi:‘Hayır, bilakis o gün sayıca çok olursunuz. Fakat selin üzerinde darmadağın bir şekilde akıp giden çer çöp gibi olacaksınız. Allah Azze ve Celle, düşmanlarınızın kalbinden sizin mehabetinizi (saygınlığınızı ve korkunuzu) çekip çıkarır ve sizin kalbinize de VEHN koyar.’ buyurdu. “Vehn nedir, Ey Allah’ın Resulü?” diye sorduklarında ise şöyle buyurdu: “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu.” (Ebu Davud, Melahim, 5)
Peygamberimiz, Allah’ın bildirmesiyle bugünleri biliyordu ve bu günleri bize o zamandan söyledi. 1400 sene sonraki metinde ışık oldu, yol gösterdi, sebebi ve çareyi ortaya koymuş oldu. Vehn kelimesi Arapça’da zafiyet demektir. Sahabeyi Kiram elbette ki bunu biliyordu. Peygamberimizin kastettiğini hangi zafiyetti? O yüzden vehim nedir? diye sordular. Efendimiz de ‘dünya sevgisi ve ölüm korkusu; bu iki mikrop kalbinizde olunca dünyada kalbiniz kalmaz. Çünkü ölümden korkanlar görevini yerine getirmez, dünyayı sevenler görevini yerine getirmez. Düşman da bunu bilir. Düşman ölümden korkmayandan korkar, ölümden korkanı korkutur. Dünyayı sevmeyen,dünyaya dalmayan insan vazifelerine ağırlık verir. Allah’ın kendisine şu yeryüzünde halifelik vazifesini verdiğini bilir ve ona göre davranır.
Ümmet;‘sorumlu olan topluluk’ demektir ve ona göre davranır. Şayet bir topluluk, ümmet olduğunun farkına varmıyorsa elbette ki onlardan bu sancak geri alınır ve ümmet olduğunun farkına varmıyorsa, dünyaya dalabilir. Hâlbuki sen sorumlu bir topluluksun ve dünyaya dalamazsın. Mesela bir insana önemli bir görev verildi, o insan göreviyle ilgilenmiyor, başka işlerle ilgileniyor. O görevi veren kızmaz mı? Ben bu görevi sana vermedim mi? Sen neyle meşgul oluyorsun?‘Mesul olduğun işle meşgul ol’ diye bir söz var. Ümmet mesuldü, mesul olduğu şeyle meşgul olmalıydı ama bunu yapmadı. İşte o zaman sancak bizden geri alındı. Ümmetin çöküşünde asıl sebep; ‘ne bilimde geri kalmışlık ne başka bir şey, asıl sebep; kalbimize ölüm korkusu ve dünya sevgisi girdiği zaman, düşmanlarımız bize saldıracaklar ve bizden çekinmeyeceklerdir. Bu da ümmetin çöküşündeki asıl sebeptir.” Sonuç, sebep değildir.
Biz bilimde de ileriydik, bir şey oldu geri kaldık. Bu aslında sonuçtur. Sebep ile sonuç birbirine karıştırılmamalıdır. Sebebi Peygamber’imizden öğreniyoruz. Ümmetimizin kötü duruma düşeceğini o zamandan söylüyor ve sebebini bildiriyor. Böylece ‘başka şeyleri sebep zannetmeyin’ diyor. Sizi aldatacaklar, sebep olmayan şeyleri sebep gibi gösterecekler.İnanmayın.Sebep; sizin dünyayı sevmeniz, ölümden korkmanızdır.Hadis bizlere çareyi de göstermiş oluyor.Siz eğer ölüm korkusu ve dünya sevgisinden kurtulursanız, tekrardan toparlanacaksınız yoksa toparlanamayacaksınız.Tıpkı vücuttaki mikrop öldürüldüğü zaman, vücut kendi kendine toparlanır, iyileşir, şifa bulur.O mikrobu öldürmek lazımdır. Efendimiz bu hadisle ‘o mikrobu, o virüsü bize gösteriyor ve onu öldürün’ diyor. Yani o ölüm korkusunu öldürün, dünya sevgisini öldürün, o zaman dünyada sizden korkmaya başlayacaktır. İslam düşmanları; ölümden korkmayanlardan, dünyayı sevmeyenlerden korkarlar ve size saldıramazlar. Yeryüzünde huzur ve barışın da teminatı olur. Ümmetimizin bu hale gelmesinin sebebi budur.
Ümmetin imtihanlarının hikmetlerine gelince, mesela bu ümmet Birinci Dünya savaşını niye kaybetti? Askeri, siyasi birtakım sebepler var ama ben hikmetler yönünden bakacak olursak; Birinci Dünya Savaşı’yla Allah, o peşinden gittiğimiz Batı’nın bize ne olduğunu göstermek istedi.Bu ümmet bir kere vazifesini unutmuş, dünyaya dalmış, sorumluluklarını unutan bir ümmet olmuştu. Allah Azze ve Celle ‘bu gidişata dur’ dedi. Ümmet, yeryüzünün lideri olmakla görevliyken; Batı’ya hayranlık duymaya ve Batı’yı taklit etmeye başladı. Birinci Dünya Savaşı’nı kaybederek belki büyük bir musibete uğradık ama Batı’nın gerçek yüzünü görüp, kendi medeniyetimize dönmemiz gerektiğini anlamış olduk. Tabii anlamak isteyenler anladı. Anlamak istemeyen; göklere de baksa, Kur’an’a da baksa, başına gelen musibetlere de baksa anlamıyor. Onlar için yapacak bir şey yok. Onlar, doğruyu görmek istemiyorlar. Allah, Birinci Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyet ile Batılılaşmayı durdurmuş oldu. Biz savaş yıllarında Allah’a çok yalvardık ve Allah yardımını gönderdi ve bizi kurtardı. Fakat daha sonra niceleri yüzünü Batı’ya döndü, hâlbuki Batı bize savaş açmıştı.
İnsan nasıl bu hale gelebiliyor? İnsanın kendisine saldırmış olanlara hayranlık duyması; çok ilginç, çok acı bir gerçektir. İbn-i Haldun mukaddimesinde;“Mağlup milletler, galip milletlere hayranlık duyarlar.”Öyle de oldu. Batı saldırıp, her türlü zulmü yaptı ama bize yardım eden Allah’tı. Yani saldıranlar onlar, yardım eden Allah’tır. Sığındığımız, yardım istediğimiz Allah’tı. Rabbimize sırtımızı döndük, saldıran düşmanlarımıza yüzümüzü döndük. Elbette ki bunun da bir cezası, bir karşılığı var. Yüz yıldan beri Batı hâlâ bizi sömürüyor, bize ihanet içerisinde, gizli açık düşmanlık yapmaya da devam ediyor.
Allah bizi Dünya savaşıyla tekrar kendimize getirmek istedi. Çünkü iki asırdır uyuyorduk, iki asırdır uyuyan bir topluluğu uyandırmak elbette ki şiddetli bir tokatla mümkündür. Allah-u Teâlâ onu da yaptı. Evet, içimizden bir kısmı uyandı ama uyumak isteyenler yine de uyumaya devam ettiler. Onlar (uyuyanlar) aslında Batı’nın ne olduğunu anladılar ama yine de kendi nefislerine uygun bir medeniyet tercih ettiler. Batı medeniyeti içerisine girdiler. Allah Azze ve Celle Dünya savaşıyla, ümmetin gidişatını değiştirmek istedi. Hikmetlerinden biri buydu.
Tamamını izlemek için tıklayınız: