Kıymetli okurlarımız, Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi 18 aydır hukuki olmayan kararlarla tutuklu yargılanmaya devam ediyor. Başyazarımızın haftada bir kez ailesiyle gerçekleştirdiği telefonla görüşme hakkının süresiz olarak kısıtlanmasını kınıyor ve giderek artan zulümlerin bir an evvel son bulmasını istiyoruz.
Kullarına doğruyu ve onu hâkim kılmanın yollarını öğreten Allah’a hamd; Allah’ın kanunlarına göre mücadele eden ve böylece dünyanın en büyük devrimini gerçekleştiren yüce Peygamberine salât-u selam; bugün Sünnetullahı tespit edip ona göre mücadele verme ve vahiy toplumuna ulaşabilmek adına hayırlı değişimler gerçekleştirme gayreti içinde olan kardeşlerime selam olsun.
Kıymetli kardeşlerim, bir önceki sayıda vahiy toplumunun özelliklerinden bazılarının üzerinde durmuştum. Konuya kaldığım yerden devam ediyorum:
8. Vahiy toplumu, adaleti gerçekleştiren bir toplumdur. Bir toplumda adalet gerçekleşmiyorsa o toplum vahiy toplumu olamamıştır.
Amr b. As; Hz. Ömer döneminde Mısır valisi ve komutanıydı. Askerler o zamanlar genelde ilkbaharda çayırlara çıkarlardı, atlılar arasında yarışlar yapılırdı. Bir gün valinin oğlu ile Mısır yerlilerinden bir genç atlarını yarıştırmak istediler.
Koşu başladı. Sonunda Kıpti, Vali Amr’ın oğlunu geçti. Yenilmeyi içine sindiremeyen valinin oğlu, kamçıyla Kıpti’ye vurdu ve şöyle dedi: “Ben soylu bir ailenin oğluyum.”
Mısırlı genç, vali ve ordu komutanının oğluna o anda karşılık vermese de çok üzülmüştü ve en sonunda halife Ömer’in huzuruna çıkıp şöyle dedi: “Ey Emire’l Müminin, ben zulümden kaçıp sana sığınan bir kimseyim.” Hz. Ömer de ona: “Evet yanlış gelmedin, seni zulümden korumaya gücü yeten bir kişiye sığındın” dedi. Kıpti konuşmasına devam edip “Ben Amr b. As’ın oğlunu at yarışında geçtiğim için bana sinirlendi ve ‘Ben soylu bir ailedenim’ diyerek beni kırbaçlamaya başladı” dedi.
Halife Ömer Mısır’a mektup gönderip Amr b. As ve oğlunun hemen Medine’ye gelmesini emretti. Bu olayın gerçek olduğu ve aynen bu şekil yaşandığı anlaşıldıktan sonra Hz. Ömer Kıpti’yi çağırıp elindeki kırbacı uzattı ve şöyle dedi: “Al kırbacı, o sana nasıl vurduysa sen de aynı şekilde ona vur!” Mısırlı, Amr b. As’ın oğluna vurmaya başladı. Hz. Ömer, Mısırlı Kıpti’ye kendi valisi olan Amr b. As’a da vurmasını söyledi. Çünkü valinin oğlu bu hareketi babasına güvendiği için yapmıştı. Hz. Ömer’e göre oğlu kadar babası Amr bin As da suçluydu. Sahabenin büyüklerinden aynı zamanda Mısır eyalet Valisi olan Amr bin As, Hz. Ömer’e “Ya Emire’l Mü’minin! Vallahi benim haberim yok. Oğlum böyle bir şey yapmış ama ben de razı değilim. Bilsem buna izin vermezdim” dedi. Bunun üzerine genç; “Evet, Ya Emire’l Mü’minin! Valinin kabahati yok. Ben ondan davacı değilim, bana vuran oğluydu” deyince Hz. Ömer, gence “Haydi yolun açık olsun, seni rahatsız ederlerse bana yaz” dedi.
Eğer bir memlekette normal vatandaşla başbakan farklı ise o memleket vahyin hâkim olduğu bir memleket değildir. Günümüzde, milletvekili hangi suçu işlerse işlesin dokunulmazlığı olduğu için hiçbir şekilde yargılanmıyor. Ancak milletvekilliği düştükten sonra mahkeme açılabiliyor. Zaten sonrasında da zaman aşımına uğradığı için mahkeme gerçekleşemiyor. Bir toplumda hukuk, adalet yoksa o toplum vahiy toplumu değildir.
9. Bir toplumda farzlar kolaylıkla yapılabiliyor, haramları yapmak ise zorsa o toplum vahiy toplumudur.
Ülkemizi düşündüğümüz zaman farzları yapmanın önünde bir sürü engel olduğunu göreceksiniz. Bir toplumda, “Mesai saatidir, namaz kılamazsınız” deniliyorsa o toplum vahiy toplumu değildir. Buna rağmen; zina, içki, kumar serbesttir hatta devletin kendisi milli piyango, spor toto, loto gibi daha ismini bilmediğimiz çeşit çeşit şekillerde kumar oynatıyor. Yine devletin eliyle zina evleri kuruluyor, kapısına bir polis, bekçi koyarak o yerler koruma altına alınıyor. Devlet bu şekilde haramı kolaylaştırıyor. Korkakça konuştuğumuz yeter, bu millet doğruları konuşmayı öğrenmeli! Bizim hassasiyetimizi öldürdüler, haramlar kolaylaştırıldı, farzlar zorlaştırıldı. Dolayısıyla böyle bir toplum vahiy toplumu olamaz.
İSLAM’IN HÜKÜMLERİNE UYMAK KOLAYDIR
Kur’an’ın hükümlerinin zor olduğu düşüncesiyle onun hakimiyetinden, vahiy toplumu olmaktan korkuyorlar ve Kur’an’ın hâkim olmasıyla, hükümlerinin hayatlarını zorlaştıracağını zannediyorlar. Hâlbuki farzlar kolay, neticeleriyle birlikte düşündüğünüzde haramlar daha zordur. İçki içmek o anda nefse hoş gelse de neticesini düşündüğünüzde içki içmemenin değil içmenin daha zor olduğu görülecektir.
Kur’an buyurur ki, “Bir kişi ki Allah için verdi ve takva sahibi oldu Allah’tan sakındı ve ahireti, cenneti tasdik etti, iman etti. Biz ona kolayı kolaylaştırırız.”1 İslam’ın hükümleri zaten kolaydır.“Kolayı kolaylaştırırız” ifadesi, hükümlere uymayı kolaylaştırırız manasını taşıyor. Ayetin devamında bunun zıttı olarak, “Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse ve en güzel olanı yalan sayarsa, biz de ona en zorlu olanı kolaylaştıracağız”2 buyruluyor. Haramlar hakikatte zordur. “Zor bir hayatı kolaylaştırırız” ifadesi de ayetin muhatabındaki kişiye haramların kolay geleceği manasını taşıyor.
Vahiy toplumu zor bir toplum zannedilse de aslında rahat bir toplumdur. Vahiy toplumunda farzları yapmak ve haramlardan kaçınmak kolaydır. Dinde farz ve haramlar azdır, ekseriyeti mübahtır. Haramların sonuçları haramdan kaçınmaktan daha zordur.
VAHİY TOPLUMUNDA İSLAM’IN HÜKÜMLERİNİN HİKMETİ ORTAYA ÇIKAR
Allah Azze ve Celle İslami bir hayatın kolay bir hayat olduğunu söylüyor. Birtakım hükümlerin hikmetleri vahiy toplumu meydana geldiğinde ortaya çıkacaktır. Vahiy toplumu meydana gelmeden hükümlerin hikmetinin bir kısmını anlarsınız bir kısmını anlayamazsınız. Her ne zaman topluma vahiy hâkim olur ve toplum vahye göre yönetilir işte o zaman o hükümlerin hikmetleri anlaşılır.
Allah’ın hükümlerine göre bir toplum meydana getirdiğiniz zaman, o toplumun ne kadar huzurlu bir toplum olduğu ve toplumdaki tüm güzellikler görülecektir. Vahiy toplumunda ırkçılık, ahlaksızlık, hırsızlık olmaz. Zengin fakirin elinden tutar, kötülüklere müsaade edilmez, güzellikler desteklenir, kötülükler engellenir. İnsanlar evini kapatmadan da dışarı çıkabilir. Akrabalık ve komşuluk münasebetleri olur. Asr-ı saadeti bu zamanda yeniden gerçekleştirmeliyiz. İşte o zaman İslam’ın hükümlerinin ne kadar güzel bir toplum meydana getirdiğini iman etmeyenler de göreceklerdir.
Bugün İslam’a karşı meydan savaşı açanlar, Allah ile savaşanlar, Allah’ın kitabına her lafı söyleyenler, “Bu zamanda böyle olur mu?” diyenler, Kur’an’ın kanunlarını çöl kanunları olarak isimlendirenler İslam’ın hâkim olduğu toplumu gördükleri zaman o kanunların ne kadar güzel bir medeniyet meydana getirdiğine şahit olacaklar ve İslam’ı yanlış anladıklarını itiraf edeceklerdir.
Vahiy toplumu meydana geldiğinde neler olacak? Mekke müşrikleri bir gün Efendimizin amcası Ebu Talip’e gelerek, “Senin bu yeğeninden usandık. Söyle, bu davadan vazgeçsin yoksa aramız bozulacak” dediler. Ebu Talip, Efendimize, “Ey yeğenim, milletin senden davacı oluyor” dedi. Efendimiz, “Ey amca, ben onları öyle bir kelimeye davet ediyorum ki o kelimeyi söyledikleri zaman Araplar ve Arap olmayanlar, bütün dünya onlara boyun eğecek. Ben onları öyle bir kelimeye davet ediyorum ki o kelimeyi söyledikleri zaman dünya devleti olacaklar” dedi. Bunun üzerine müşrikler, “Madem ki dünya devleti olacağız, söyle söyleyelim” dedi. Efendimiz, “La İlahe İllallah diyeceksiniz” dediği an reddettiler. La İlahe İllallah’ın basit bir söz olmadığını anladılar. La İlahe İllallah, “Allah vardır ve birdir” demek değildir. Bunu söylemek isteyen kişi, “Allahu vahidun” der. “La İlah” cümlesiyle, “Hiçbir ilah tanımayacaksınız, bütün ilahlarınızı reddedeceksiniz. Sadece Allah’ı tanıyacaksınız. Hayatınızın her alanına Allah hükmedecek” mesajı verilmek isteniyor.
Bu meselenin büyüklüğünü ve bu cümleyi söyledikten sonra hayatlarını değiştirmeleri gerektiğini anladılar. Artık istedikleri gibi para kazanıp harcayamazlar, istedikleri gibi yiyip içemezler, istedikleri gibi insanları sömüremezler. İlah olamazlar. Tüm bunları anladılar ve Efendimizin davetini reddettiler. Eğer Tevhid sadece bir cümleden ibaret olsaydı ya da bir inanç olsaydı müşrikler La İlahe İllallah demekten çekinmezlerdi. Fakat Tevhid bir hayat nizamıdır.
La İlahe İllallah diyen bir toplum nasıl olur da bir dünya devleti olur? Bu zamanda vaizler iddia ediyorlar fakat ispat etmiyorlar. Açıklamaları bu zamanın insanını ikna edemiyor. Çünkü bu zamanın insanı şüpheci davranıyor. Okumuş olduğu için ispat istiyor, iddiayı kabul etmiyor. Her şeyi sorguluyor hatta sorgulamaması gerekenleri, haşa Allah’ı bile sorguluyor. Bu yüzden, La İlahe İllallah diyen bir toplumun nasıl dünya devleti olduğunu ispatlamak lazım. La İlahe İllallah demek, hayatımıza Allah hükmedecek, hayatımızın her alanında Allah’ın koyduğu kurallara göre yaşayacağız ve böyle bir toplum meydana getireceğiz demektir. Ayrıca Allah insanı tanımaktadır. Dolayısıyla O’nun istediği gibi bir toplum hem madden hem de manen güçlü olur ve bu toplum elbette ki dünya devleti olur.
Hz. Peygamberin hayatı da bunu ispatlamaktadır. Peygamber Efendimiz, 13 sene Mekke’de, 6-7 sene de Medine’de olmak üzere yaklaşık 20 sene davet görevini yerine getirdi. Medine dönemindeki birçok savaşta fetih gerçekleşmedi. Fetihler aşağı yukarı hicretin 7. yılında başlamıştır. İlk fetih, hicretin 6. yılında yapılan Hudeybiye Antlaşmasından birkaç ay sonra Yahudi kalesinin fethedilmesiyle gerçekleşmiştir. Fetihler toplamda, Efendimizin 10 yıl süren Medine hayatının 3-3,5 senelik bir dönemini kapsamaktadır. Efendimizin bu kısa sürede fethettiği topraklar 3-4 tane Türkiye’ye denk gelmektedir. Efendimizin dediği doğru çıktı çünkü O Rasulullah’tı ve Allah Mekke’deyken O’na söz vermişti; “Korkma ey Rasulüm Rabbin sana verecek sen razı olacaksın.”3 Allah Azze ve Celle vaadini yerine getirdi ve razı olacağı kadar verdi. Bu sözle birlikte Allah Azze ve Celle O’na bir de görev verdi. Ayette, “O Allah ki Rasulü’nü hidayetle ve hak dinle gönderdi”4 buyruluyor. Ayetin devamında ise Allah Azze ve Celle bu dini gönderme nedenini açıklıyor ve onu diğer tüm dinlerden üstün kılacağına dair söz veriyor.
Başka bir ayette ise, Kur’an, Kur’an’ın niye gönderildiğini anlatır; “O Allah sana bu kitabı indirdi.” Ey Rasulüm niye indirdiğini biliyor musun? “Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye…”5 Ayete göre Kur’an sadece okunmak için değil hayata hükmetmek için gönderilmiştir fakat bu kitabı hayatın dışına çıkartmak ve Allah ile kul arasında bir inanç olarak görmek istiyorlar. Ne Kur’an böyle bir kitaptır ne de İslam böyle bir dindir. Kur’an, kendisinin gönderiliş sebebini bizzat kendisi açıklıyor. Bunu Kur’an’dan daha iyi açıklayacak olan var mıdır?
Vahiy toplumu meydana geldiğinde saydığımız ve sayamadığımız birçok güzellikler meydana gelecektir. Mü’minler yeryüzünde hükümran olacak ve adaleti gerçekleştirebilecekler. Bu bir iddia değil çünkü tarih buna şahittir. Peygamber Efendimizin döneminde, 3-4 tane Türkiye’ye denk gelecek kadar yerler fethedildi. 30 sene süren 4 halife döneminde de 10-15 Türkiye büyüklüğünde topraklar fethedildi ardından Selçuklular Anadolu’yu fethetti. Sonra Osmanlı Beyliği’ne sıra geldi. Osman Bey, babasından devraldığı 4000 kilometrekare civarındaki toprağı üçe katladı. Oğlu Orhan Bey ise 15.000 kilometrekareyi 6 katına çıkardı ve devletin sınırlarını 90.000 kilometrekareye ulaştırdı. Böyle gelişerek ilerleyen Osmanlı Devleti, İmparatorluğa ulaşarak milyonlarca kilometrekareye hükmetti. Hataları olsa da neticede Osmanlı vahiy toplumuydu. Kur’an’ın hükmettiği bu toplum yükseldikçe yükseldi.
Allah, Kur’an’a göre hükmeden toplumlara sadece cennetini vadetmiyor, dünyayı da vadediyor. Dünya için çalışanlara da yalnızca cehennemini vadetmiyor, dünyada da mağlubiyeti vadediyor. Allah hedefi sadece dünya olan kimselere -Müslüman iseler onları uyandırmak için- dünyayı vermez. Hedefi ahiret olan kimselere ahireti verdiği gibi dünyayı da verir. Bunlar Allah’ın sünnetidir. “Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın.”6 Bu her zaman geçerli bir kanundur.
Kıymetli kardeşlerim, o topluma ulaşabilmek için neler yapmamız gerekiyor? Vahiy toplumu isek bir şey yapmaya gerek yok. Eğer öyle değilsek o zaman ne yapılması gerekmektedir?
• Mü’minler vahiy toplumunu meydana getirilebilmek için evvela Müslüman bir şahsiyet, Allah’ın boyasıyla boyanmış olan bir insan tipi meydana getirmek zorundadırlar. Bunun için vazifemiz sadece tebliğ yapmak değildir. Vahiy toplumu meydana getirmek isteyenler kendi vazifelerini sadece tebliğ olarak görüyorlarsa hata ediyorlar.
Her dönemde bazı ayetler yanlış anlaşılmıştır. Mesela Peygamberimizden hemen sonra Ebu Bekir Sıddık döneminde daha sahabe hayatta olmasına rağmen şu ayet yanlış anlaşıldı; “Ey mü’minler siz kendinize bakın. Siz hidayet üzere olursanız sapanların sapması size zarar vermez.”7 Ayetin mesajının şöyle olduğunu düşündüler ve “Allah, ‘kendinize bakın’ demektedir. Kim ne yaparsa yapsın, bizi ilgilendirmez, biz hidayet üzereysek onların sapması bize zarar vermez. Çünkü Kur’an böyle buyuruyor” dediler. Ebu Bekir Sıddık Radıyallahu Anh onların bu yanlış yorumunu duydu ve dedi ki, “Ayeti okuyor ama yanlış anlıyorsunuz. Eğer sizin anladığınız gibi olsaydı o zaman Allah kitabında cihadı, emri bil maruf-nehyi anil münkeri emretmezdi. İyilikleri emredin kötülüklere engel olun demezdi.” “Siz kendinize bakın” demek, “Siz hidayet üzereyseniz sapanların sapması size zarar vermez” demektir. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah İbni Ömer’in dediği gibi ayetin manası şu; “Siz emri bil maruf-nehyi anil münker görevinizi yaptıktan sonra, haramlara engel olduktan sonra o sapanların sapmasından dolayı mesul değilsiniz.” “Siz kendinize bakın” ibaresinden kasıt nedir? Peki kendimiz kim? Müslümanlar, ümmetimiz. Biz ümmetiz, ‘kendinize bakın’ yani ümmetinize bakın, ne haldesiniz bunu görün denilmektedir.
Nasıl ki Hz. Ebu Bekir döneminde bu ayet yanlış anlaşıldıysa şimdi de başka bir ayet yanlış anlaşılıyor. Bir konferans sonrasında İlahiyat mezunu bir öğretmen gelerek; “Hocam ben İslam’ı anlatmaya çalışıyorum. Çevremde birkaç kişiyi topluyorum, ders yapıyoruz. Bu şekilde de tebliğ yapmış olmuyor muyum? Cemaat olmak şart mıdır?” gibi bazı sorular sordu. Belli ki “Sana düşen ancak tebliğdir”8 ayetini yanlış anlamış. Bu ayet, “Bundan başka bir görevin yok ya da namaz kılmana gerek yok” demek midir? İslam’ın tebliğden başka bir emri yok mu? Allah Rasulü yalnız tebliğ mi yaptı? Tebliğ, kâfire yapılır. Kâfire tebliğ yaptığınızda, iman etsin ya da etmesin görevinizi yapmış olursunuz ama iman ettikten sonra devamını da yapmak zorundasınız. Kişi, anlattıklarınızı kabul edip iman ettikten sonra, “Ne yapmalıyım?” diye sorduğunda tebliğ yapan olarak, “Ben sana tebliğ yaptım. Ne yaparsan yap” diyemezsiniz. Onu eğitmek zorundasınız.
Hz. Peygamber tebliğ yapıyordu, iman edenleri eğitiyor ve talim yapıyordu. Sonra o eğittiklerini bir araya getiriyordu. Arapçada buna “teşkil” denir. Teşkilat buradan gelir ve bunun çoğuludur. Allah Rasulü ashabını teşkilatlandırıyor, cemaat haline getiriyordu. Onları görevlendiriyor, birini Medine’ye, birini Habeşistan’a gönderiyordu.
“Sana düşen ancak tebliğdir” ayetinin manası Müslümanın başka bir görevi yok demek değildir. Ayetin sebeb-i nüzuluna değinecek olursak, Peygamberimiz herkese anlatıyordu fakat kabul etmiyorlar hatta alay ediyor, sövüp sayıyorlardı. Efendimiz bu duruma üzüldüğü için Allah Azze ve Celle O’nu bu ayetle teselli etmiştir. “Fakat onlar yüz çevirirlerse, sana düşen yalnızca apaçık bir tebliğdir.”9 Bu gibi ayetlerin geliş sebebi teselli etmek içindir. Yoksa Hz. Peygamber yalnız tebliğ yapmadı aynı zamanda hükümler koydu, devlet kurarak onu idare etti. Efendimiz bu şekilde büyük bir ümmet meydan getirdi.
Enfal Suresinde şöyle buyruluyor; “Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla mücadele edin.”10 Bir din, “Yeryüzünde fitne bitene kadar zalimlerle mücadele edeceksiniz ve bütün dünyada Allah’ın istediği şekilde bir medeniyet kuracaksınız” diye emredecek ve siz bunu sadece konuşmakla yapacaksınız. Bu hayaldir, mümkün de değildir. Talim ve teşkil olmadan böyle bir şey olamaz. O yüzden bugün vahiy toplumunu meydana getirmek isteyenler ayeti doğru anlamalıdırlar. Sadece tebliğ yapmakla vahiy toplumu oluşacağını iddia etmek doğru değildir. Evet, nefsinizi terbiye edeceksiniz, tebliğ de yapacaksınız ama bu yetmez ardından eğitim çalışmaları yapılmalıdır. Aksi halde vahiy toplumu oluşturmak bir hayal olur.
ÜMMETİN ÇÖKÜŞÜNÜN SEBEBİ NEDİR?
Vahiy toplumu meydana getirmek isteyenler evvela bu ümmetin nasıl çöktüğünün sebebini bulmalıdırlar. Doktor, hastanın hastalığının sebebini tespit ettikten sonra ilaç yazıyor. Hastalığı tespit etmeden ilaç yazmıyor. Bu toplumun vahiy toplumu olmaktan çıkmasının sebebi ne içkidir ne kumar ne de zina… Bunlar sebep değil sonuçtur. Sebep, Tevhidi unutmamızdır. Allah’ın hükmeden, kanun koyan bir Allah olduğunu unuttuk. Başkalarından kanun aldık ondan sonra gerisi geldi. Bunu anlamayanlar içkiye, kumara karşı mücadele ediyor, ahlakı, ibadetleri anlatıyorlar. Asıl sebebi tespit etmeden sonuçlarla uğraşıyorlar. Toplum nasıl bu hale geldi? Mikrobu tespit etmek tahlille olur. Tahlil için de uzman lazım. Uzmana başvurmadan, “Bizi bu hale getiren şudur…” diyerek sonuçlara bakılıyor. Halbuki onlar sonuçtur. Vücutta var olan mikrop görünemez ancak tahlille ortaya çıkar. O mikrop sebebiyle ateş yükselir. Ateşin yükselmesini sebep zannedenler “Elini yüzünü yıka geçer” diyor. Halbuki mikrop durduğu için vücut yine ateşlenecek. Sonuçlarla, arazlarla (belirtilerle) uğraşıyorlar.
• Vahiy toplumu meydana getirmek isteyenler, sebepleri tespit etmeli, sebebin üzerine gitmeli ve onu yok etmeliler.
Sebep; Tevhidin; hükmeden bir Allah’ın olduğunun unutulması ve sadece yaratıcı bir Allah’a inanır hale getirilmemiz, dünya sevgisinin kalbimizi kaplamasıdır. Vahiy toplumunu yeniden oluşturmak isteyenler bunlara dikkat etmelidir. Allah’ın kanunu gereği, dünya sevgisi kalbimizi kaplayınca her şeyimizi kaybetmeye başladık. Allah, dünyaperest Müslümanlara dünyayı vermez. Kâfire ise ahirette yaptıklarının karşılığını alamayacağı için bu dünyadayken verir. Allah, kafiri defterinden sildiği için onu ikaz etmeye gerek görmez ama dünyaperest olan mü’mini aklı başına gelsin diye ikaz eder.
• Vahiy toplumunu meydana getirmek isteyenler, vahye göre şekillenmiş insanlar ve eğitim kurumları meydana getirmek zorundadırlar. Eğitim kurumları meydana getirmeden böyle insanlar meydana gelmeyecek. Eğitilmiş bir nesil meydana getirmeden de vahiy toplumu meydana gelmeyecek.
Tavizkâr bir toplum olduk, taviz veren Müslümanlar çoğaldı. Güneşin altında kumaşın renginin solması gibi bu beşerî sistemlerin baskısı altında da Müslümanların rengi soldu, grileştiler. Haramlar helal sayılmaya, her şey caiz görülmeye başlandı. Müslümanlar taviz verdikçe Müslüman kişilikleri kayboldu.
• Vahiy toplumu meydana getireceksek evvela dininden taviz vermeyen, Allah’ın boyasından başka bir boya kabul etmeyen ve o boyayla övünen insanlar meydana getirmeliyiz.
Sıbğatallah; “Allah’ın boyası” manasına gelir. İnancı, ibadetleri, farzları emreden Allah’ın boyası da var. Allah Azze ve Celle boyama işini de üzerine almıştır. Sadece ruh değil boya da Allah’tan olmalı. Böyle bir nesil meydana getirmeden vahiy toplumu meydana gelmez. “Allah’ın boyası. Allah’ın boyasından daha güzel boyayacak olan kimdir?”11
Her zorlandığı yerde taviz veren, “Bugün böyle gerekiyor” diyen, hiç dik durmayan hatta dik durmayı yanlış gören Müslümanlar, menfaati için taviz veren, haramları helal yapan ılımlı Müslümanlar vahiy toplumunu meydana getirmedikleri gibi vahiy toplumunu meydana getirecek olanların önünde de engeldirler.
• Vahiy toplumunu meydana getirmek Allah Rasulü’nün hareket metodunu izlemekle mümkündür. Onun hareket metodu dışında başka hareket metodu izleyenler o toplumu asla meydana getiremeyeceklerdir. Vahiy toplumunu vahyin hareket metodu meydana getirebilir başkası getiremez. Ama bugün Müslümanlar vahiyden çok başka şeylere bakıyorlar; şartlara, durumlara, menfaatlerine… Kişiliklerini kaybeden insanımız çok, kişilik kaybına uğramışız, bu şekilde bir yere varamayız.
Kur’an-ı Kerim her zaman şefaatçi olmaz bazen de davacı olur. Furkan Suresinde buyrulur; “Peygamber der ki, Ey Rabbim benim bu milletim Kur’an’ı terk olunmuş olarak bıraktılar.”12Kur’an’ı terk ettiler. Kur’an’ı terk etmek iki türlü olur; ya toptan terk, bunu kâfirler yapar ya da kısmen terk, bunu da Müslümanlar yapar. Müslümanlar nerede kendilerine zor gelen bir hüküm olursa orada Kur’an’ı terk ederek kısmen terk etmiş oldular. Kur’an ve Peygamber onlardan davacı olmaktadır.
• Vahiy toplumunu meydana getirecek olanlar Kur’an’ı bütün meselelerde hakem olarak kabul etmek zorundadırlar. Müslümanlar bütün meselelerde Kur’an’ı kendilerine hükmeden bir kitap olarak kabul etmek zorundadırlar. Herhangi bir meselede Kur’an’a uyan başka bir meselede ise Kur’an’a uymayanlar Kur’an’ı hâkim kılamazlar.
Allah Azze ve Celle Kur’an’ı hem şahsi hayatımıza hem aile hem de toplum hayatımıza hâkim kılmayı bizlere nasip eylesin. Vahyin hedeflediği topluma ulaşabilmek için gayret gösteren, bu işin içerisinde yer alan kullarından olmayı hepimize nasip eylesin. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.
*Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin “Vahyin Hedeflediği Toplum” konulu 2012 yılında Malatya’da gerçekleştirdiği konferansından hazırlanmıştır.
Link: furkantv.org/2012-malatya-vahyin-hedefledigi-toplum-konferans_e9adc9298.html
1. Leyl, 5, 6, 7
2. Leyl, 8, 9, 10
3. Duha, 5
4. Tevbe, 33
5. Nisa, 105
6. Fetih, 23
7. Maide, 105
8. Nahl, 82
9. Rad, 40
10. Enfal, 39
11. Bakara, 138
12. Furkan, 30