Kıymetli okurlarımız, Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi 17 aydır hukuki olmayan kararlarla tutuklu yargılanmaya devam ediyor. Temennimiz, bu zulümlerin en kısa zamanda sonlandırılmasıyla birlikte ülkemizin ender şahsiyetlerinden olan Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin yazılarıyla ve kürsülerdeki sohbetleriyle toplumumuzu aydınlatma görevini yeniden özgürce yerine getirebilmesidir.
Hamd; gönderdiği kitabıyla bizlere vahiy toplumu olmanın yolunu gösteren Allah’a, salât-u selam; Allah’ın gösterdiği metodu takip edip kısa zamanda vahiy toplumuna ulaşmayı başaran Allah’ın Peygamberine, selam ise; 15 asır öncesinde vahiy toplumunun eşsiz bir numunesini sunan Ashab-ı Kirama ve 21. yüzyılda bu hedef uğrunda ümitvâr olarak gece gündüz gayret eden tüm kardeşlerime olsun.
Kıymetli kardeşlerim, vahyin hedeflediği toplum konusuna giriş yaptıktan sonra vahiy toplumunun özelliklerinden iki sebep üzerinde durmuştum. İlk olarak, vahyin hâkim olduğu toplumun, teslimiyeti öğrenmiş olan bir toplum olduğundan; ikinci olarak ise, vahiy toplumunda Allah’tan başka bir ilah ve Rabbin bulunmadığından bahsetmiştim. Vahiy toplumunun özelliklerini anlatmaya devam ediyorum:
3. Vahiy toplumu ahiret anlayışıyla yetiştirilmiş olan bir toplumdur. Vahiy toplumunda ahiret anlayışı hakimdir. Görüyorsunuz ki bu dünyada adalet gerçekleşmiyor. Nice iyi insanlar yaptıklarının karşılığını alamadan bu dünyadan göçüp gitmekte, nice zalimler, kâfirler ve fasıklar da yaptıkları günahların cezasını çekmeden ölüp gitmektedir. O zaman adalet nerede tecelli edecek? Bu yüzden başka bir dünya şarttır. Ahiret olmazsa olmaz çünkü El-Adl sıfatına sahip olan Allah, adaleti gerçekleştirmelidir. Madem Allah adildir o halde ahiret olmak zorundadır. Ahiret olmazsa adalet gerçekleşmez.
Ahiret olmazsa bu dünya boşuna yaratılmış demektir. Allah, hâşâ oyun oynuyor demektir, Allah oyun oynamaz. Çocuklar oyun oynar, Allah çocuk değildir. Bu kadar kâinat laf olsun diye mi yaratıldı? Çay bardağını yapan bir fabrikaya neden çay bardağını yaptığını sorsanız, “Laf olsun diye yaptım” der mi? Aynı şekilde bir çay kaşığı yapan fabrikaya neden çay kaşığını yaptığını sorsanız, o da “çayı karıştırması için yaptım” der. “Laf olsun diye yaptım” demez. Bir çay kaşığı laf olsun diye yapılmazken yüceler yücesi olan Allah, şu koskoca kâinatı laf olsun diye yaratmış olabilir mi? Bunun sonunda layık olanlar yükselmeyecekse, birileri de alçalmayacaksa Allah kâinatı neden yarattı? Laf olsun diye bir şey yapmak Allah’a yakışır mı? Kur’an buyurur ki, “İnsan başıboş bırakıldığını mı zannediyor?”1 İnsanoğlu başıboş değildir ve bu hayatın sonunda insanları bir hesap beklemektedir.
HZ. ÖMER’İN “VAHİY TOPLUMU”
Hz. Ömer Radıyallahu Anh bir yere giderken yolda çoban bir çocukla karşılaşmış. ‘Halife olduğu toplum vahiy toplumu mu, toplum inandığı vahye göre yaşıyor mu, toplumun ahiret anlayışı var mı yok mu?’ anlamak için çocuğu denemek istemiş. Çocuğa, “Şu koyunlarından bir tanesini bana satar mısın?” demiş. Çocuk, “Koyunlar benim değil efendimindir. Ben yalnızca çobanım, satamam” demiş. Hz. Ömer, çocuğu denemek için, “Sahibine, ‘koyunu kurt kaptı’ dersin olur biter. Ben sana paranı vereyim sen böyle söyle. Para kazanmış olursun, olmaz mı evladım” deyince çocuk, “Sahibimi, efendimi kandırabilirim peki ya Allah’ı? Allah görmüyor mu, bilmiyor mu?” diye cevap vermiş.
Bir toplumda cahil bir çocuk bile bu seviyeye geldiyse o toplum vahiy toplumu olmuş demektir. Fakat kocaman insanlar bu seviyeye gelmediyse, evlere bir-iki değil üç kilit, arabalara alarmlar taktırılıyorsa o toplum vahiy toplumu olamamış hatta vahiyden uzaklaşmış bir topluma dönüşmüştür.
4. Vahiy toplumunda ırkçılık olmaz. Eğer bir toplumda ırkçılık varsa o toplum vahiy toplumu değildir. Cübeyr bin Mut’im Radıyallahu Anh rivayet ediyor. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki, “Irkçılığa çağıran bizden değildir, ırkçılık için savaşan bizden değildir, ırkçılık üzere ölen bizden değildir.”2
Ey kendisini Müslüman zanneden ırkçılar! Peygamberim dediğiniz o peygamber, ırkçılık yapanlar hakkında, “Sen benden değilsin” diyor. O zaman sen kimdensin? Efendimiz asırlar öncesinden, “Irkçılığa çağıran bizden değil” buyurarak ırkçılık tehlikesine karşı Müslümanları uyarmaktadır. Allah Azze ve Celle Hucurat Suresi’nde, “Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve ‘birbirinizi tanımanız ve tanışmanız’ için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır”3buyuruyor.
Allah Azze ve Celle ayetin devamında geçen, “Birbirinizi tanımanız ve (birbirinizle) tanışmanız için sizi şube şube, kabile kabile, millet millet, aşiret aşiret yaptık” ifadesi ile bizlere bunun sebebini bildiriyor. Kız alıp verin, alışveriş yapın, gidin gelin, farklı kültürleri tanıyıp tanışın diye… Yoksa farklı ırkların yaratılmış olması hiçbir ırkın “Biz üstünüz, bir Türk dünyaya bedeldir” diyerek üstünlük taslaması için değildir. Irkların başka bir kıymeti yoktur çünkü tüm insanların kökü aynıdır. Allah Azze ve Celle, aynı ayetin sonunda ise, “Allah katında en üstününüz takvaca en üstününüzdür” buyurarak başka bir üstünlük ölçüsü olmadığını öğretiyor. Eğer bir toplumda zengine kıymet veriliyor, muttakilere (takva sahiplerine) kıymet verilmiyorsa, bir zengin geldiğinde ayağa kalkılırken muttaki biri geldiği zaman ayağa kalkılmıyorsa o toplum vahiy toplumu olamaz. Eğer böyle ise, o toplumda kıymetli şeylere değil kıymetsiz şeylere kıymet veriliyor demektir. Buna göre o toplum reşit değildir. Rüştüne ermiş olan reşit toplumlar kıymet verilmesi gerekenlere kıymet verirler, kıymet verilmemesi gerekenlere kıymet vermezler. Bir toplum kıymet verilmesi gerekene kıymet veriyor kıymet verilmemesi gerekene de kıymet vermiyorsa o toplum reşittir.
Eğer bir toplum takvaya değil de mala-mülke önem veriyorsa o toplum vahiy toplumu değildir. Allah Rasulü şöyle buyuruyor, “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki bütün endişe ve gayretleri mideleri için olacaktır, şerefleri malları ile ölçülecektir. Kıbleleri kadınları, dinleri de dirhem ve dinarları olacaktır. İşte onlar mahlukatın en şerlileridir. Onların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur.”4
Bir toplumun en çok önem verdiği şey midesi ise, bir toplumda şeref mala-mülke göre ise kadınlar kıble olduysa, insanlar şehvetperest olduysa, din-iman para olduysa o toplum vahiy toplumu değildir.
5. Vahiy toplumunda nefis tezkiye edilir, terbiye edilir. Kur’an-ı Kerim bu konuyla ilgili olarak, “Nefsini tezkiye eden temizleyen kurtuldu”5 buyuruyor.
Bir toplum, nefsi zapt ederek tutuyor, nefsi tahrik etmiyorsa nefsi terbiye etmeye çalışıyorsa o toplum vahiy toplumu olmuştur. Fakat bir toplumda nefisler tahrik ediliyor ve sürekli şehvetleri azdırıcı programlar yapılıyorsa, insanın hayvanî yönü, insanî yönünün önüne geçiriliyorsa o toplum ne medenidir ne de vahiy toplumudur. Bir toplumda şehvetler azdırılıyorsa o toplum medeni olamaz çünkü hayvanlarda da şehvet vardır.
6. Bir toplumda madde, manadan üstünse o toplum vahiy toplumu değildir. Mana, maddeden üstün olmalıdır çünkü insan şerefli yaratılmıştır. Allah maddeye bakmadı. Maddeye bakan şeytandır. Allah Azze ve Celle şeytana, “Hz. Adem’e secde et” dediği zaman şeytan secde etmedi. “(Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın”6 dedi.
Dünyanın ilk materyalisti olan şeytan, Allah’ın insanı üstün kılmasına bakmazken onun maddesine bakarak toprakla ateşi kıyas etti. Halbuki bunun hiçbir ehemmiyeti yoktu. Şehvetlere, maddeye bakanlar manaya bakmayanlar vahiy toplumu olamamışlardır.
NEFSİNİ DEĞİŞTİRENLER ALEMLERİ DEĞİŞTİRİRLER
Vahiy toplumunda insanların nefsi terbiye edilir. Nefis terbiye olduğu zaman insan yükselir. Allah kullarını yükseltmek, kemale erdirmek ister o yüzden yeryüzüne peygamber ve vahiy gönderir. Allah’ın muradı insanın yüceltilmesidir. İnsanın yücelmesi ise ancak nefsini terbiye etmesiyle mümkündür. Nefsini terbiye etmeden bir insan yükselemez. Hatta hayvanların yapmadıklarını yapar nefis onu daha da aşağılara çeker. Nefsini değiştiren çağları değiştirir, nefsini değiştiren makamları, makamperestleri değiştirir, nefsini değiştiren alemleri değiştirir, nefsini değiştirmeyen hiçbir şeyi değiştiremez.
O yüzden Kur’an buyurur ki, “…Gerçekten Allah, kendi nefislerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz…”7
Kur’an bize bu işin kanununu açıklıyor. Ayette geçen “me-i mevsule” her şey manasına gelmektedir. Ayetin tercümesinde, “Allah bir millette olan şeyi değiştirmez” ifadesiyle aslında devlet, toplum, ahlak, anarşi her şey kastedilmektedir. Bir millet kendi nefsini değiştirmedikçe Allah o millette olanı değiştirmez. Bir millet ne zaman kendi nefsini değiştirirse Allah da onların devletlerini, nizamını, makamları, makamperestleri, memleketi değiştirir.
İlk olarak nefislerinizi değiştireceksiniz, yıllarca iğneyle kuyu kazarak yeni bir nesil meydana getireceksiniz ki Allah sizin durumunuzu değiştirsin. Yoksa bir yıllık bir çalışmayla, sokağa çıkmayla hiçbir şey değişmez. Biri gider yerine diğeri gelir. Beşar Esed gider yerine başka bir Beşar gelir. Çünkü siz değiştirmediniz başkaları değiştiriyor. Allah Azze ve Celle kanununu söylüyor, önce millet kendini değiştirecek sonra Allah milletin içinde bulunduğu durumu değiştirecek.
Bu şekilde Allah Azze ve Celle nefisleri değiştirmeyi emrediyor. Vahiy toplumunda nefisler terbiye edilir, zapt edilir. İnsan, nefsini zapt etmeye alışmak zorundadır çünkü nefis öldürülemez ancak terbiye edilerek frenlenebilir. Allah nefislerimizi zapt etmemizi ister ki birtakım şeylerin haram kılınması bunun içindir. Hz. Âdem’e cennette bile bir şey haram kılınmıştı. Çünkü Hz. Âdem imtihan dünyasına gelecekti. Allah Azze ve Celle, Hz. Âdem’in dünyaya gönderilmeden evvel kendini, nefsini ve şeytanı tanımasını, nefsine hâkim olabilmesi için kendisine verilmiş olan iradenin farkına varmasını, iradeyi kullanmanın lezzetini anlamasını istiyordu. Cennette kendisine nefsin ve şeytanın ne olduğu öğretildi. Kendini ve şeytanı tanıdıktan sonra dünyaya indirildi. Eğer kendini, şeytanı tanımadan direktdünyaya gelseydi mazereti olacaktı. Bu şekilde, “Ey Rabbim ben ne kendimi tanıyordum ne şeytanı ne nefsimi… O yüzden keşke bana daha evvel öğretseydin” şeklinde bir mazereti kalmadı. Allah Azze ve Celle, cennette bunları öğrettikten sonra onu dünyaya indirdi.
VAHİY TOPLUMLARINDA NEFİSLER YÜKSELİR
İnsana nefis, şeytan verildi ama bir de bunlarla mücadele edebilmesi için Allah, kullarına irade verdi, vahiy gönderdi, isteyenlere iman verdi. İman, nefisten daha kuvvetli hale getirilebilir. Çünkü nefisten daha kuvvetli olabilecek tek şey imandır. İmanın dışında hiçbir şey nefsi durduramaz çünkü nefis kuvvetlidir. Yusuf Suresinde buyrulduğu gibi, “Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir.”8
Bir kısım insanların nefsi kendisine kötülüğü emretmez. Böyle olanların nefsi, nefsi emmareden kurtulmuş nefsi levvameden nefsi mutmainneye yükselmiş, oradan nefsi radiyye, nefsi mardiyye, nefsi zekiyyeye ulaşmıştır. Demek ki nefis kademe kademe yükselebiliyor. O yüzden Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’de, “Nefsini temizleyen kurtuldu” buyuruyor.
Vahiy toplumunda nefis azdırılmaz, nefsi tahrik edecek olan her şey yasaklanır. Çünkü insan, nefsine karşı mücadele vererek cenneti kazanmak zorundadır. Aksi halde cehenneme girecektir. Nefsi tahrik eden toplumlar medeni sayılmazlar ve o toplumlar vahiy toplumu da olamazlar. Şu topluma bir bakın nefisler tahrik ediliyor mu, edilmiyor mu?
7. Vahiy toplumunda bâtıla benzemek yoktur. Bâtıl ile bazı ticari ilişkiler kurulabilir ancak kültürel bir ilişki kurulamaz. Allah Azze ve Celle buyurur ki, “Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.”9
Vahiy toplumu, bâtıla uymadığı gibi teşebbüh (benzeme) hususunda da hassas davranır. Eğer bir toplumda bâtıla benzeme konusunda hassasiyet yoksa, insanlar bâtılın örf-adetini, kültürünü, kanunlarını, sanatını, müziğini hatta inançlarını alıyorlarsa o toplum vahiy toplumu değildir. Çünkü vahiy bunu reddediyor.
Peygamberimiz bir gün bir Müslümanı toprağa veriyordu ve ayaktaydı. Yahudilerden bir kişi, “Ya Muhammed biz de böyle yaparız, ölülerimizi toprağa verirken ayakta bekleriz” dedi. Allah Rasulü derhal oturdu ve yanındakilere de “Oturun, bunlara muhalefet edin. Bunların yaptığının tersini yapın” buyurdu.
Allah Rasulü Medine’ye geldiği zaman oradaki Yahudiler Peygamberimize, “Hz. Musa Muharrem’in 10. gününde kurtuldu. Biz onun için oruç tutuyoruz”10 dedi. Allah Rasulü bunun üzerine, “Biz Musa’ya sizden daha layığız. Siz tutuyorsanız biz de tutarız ancak siz Muharrem’in 10. Gününden tutuyorsunuz. Ey Müminler! Siz bunlara muhalefet edin bir gün daha ekleyin”buyurdu. Muharrem ayının onuncu gününe 9. günü ekleyerek 9-10 şeklinde ya da 11. günü ekleyerek 10-11 olacak şekilde oruç tutulmasını istedi. Bu şekilde Efendimiz, oluşturmak istediği vahiy toplumunda Ehli Kitaba muhalefet edilmesi gerektiğini de öğretmiş oluyordu.
Efendimiz başka bir hadiste ise, “Ehli kitap sakallarını keserler, bıyıklarını uzatırlar. Siz onlara muhalefet edin bıyıklarınızı kısaltın, sakalınızı uzatın”11 buyurdu.
Peygamber Efendimizin ehli kitaba benzememe hususundaki muhalefetiyle ilgili misalleri ve hadisleri daha da sayabiliriz.
Allah ve Rasulü bâtıla benzemeyelim diye bu hususta hassasiyet gösterdiği halde biz nasıl bu hale geldik? Bâtıla önce hangi meselede benzedik? Önce ileriydik, bilimde geri kalınca, batılılar bilimi bizden aldılar. Bizim bilim adamlarımızın kitaplarını tercüme edince bilimi daha da geliştirdiler. Biz tembelleşince onlar güçlendi. Rönesans döneminde bilimdeki ilerlemeyle birtakım şeyler icat etmeye başladılar. Biz onların icat ettiği şeyleri aldık. “Önemi yok. Biz onların kültürlerini, dinlerini almayacağız, yaptıklarını alacağız” dediler. Halbuki bu mümkün değil çünkü yaptıklarını aldığınız zaman inançlarını da alırsınız. Önce yaptıklarını aldık. “Hocam matbaayı getirmese miydik? Bilgisayar, telefon kullanmayalım mı?” diye sorular akla gelebilir. Herhalde bunu kast etmiyorum. İfade edilmek istenen şey bu değil, başka bir şey. “İlim Çin’de de olsa gidip alın” buyrulmuş. Fakat o günkü insanlar batının neyini alacağını bilemediler, ilmini alacakken icadını aldılar. Bunun sonucunda batılılar üreterek zengin olurken biz tüketerek fakirleştik. Onların nesli üreterek kendisine güven duydu. Biz ise üretilenleri aldık, neslimiz eziklik duydu. Onlar üreterek yükseldi, biz ise alarak alçaldık. Üretim yaparak onlarda işsizlik azaldı. Bizde ise işsizlik oluştu. İlmini değil de ürettiklerini alarak hata ettiler.
İcat ettiklerini aldıktan sonra âdetlerini almaya başladık. Çünkü bir defa almaya alışınca artık gerisi çorap söküğü gibi geldi. Daha sonra kültürlerini, sanatlarını, kanunlarını aldık. Son noktada ise inançlarını da aldık. Laiklik onların inancı değil miydi? Laiklik bizim dünyamızın malı mıdır? Bizim medeniyetimizin ürünü müdür? Bâtıla teşebbüh ile başladı, sonunda buraya geldik onların laikliğini, inancını da aldık.
Allah Azze ve Celle, “Ey iman edenler o kâfirlere uymayın sizi tekrar döndürüp kâfir yaparlar sonunda onların inançlarını da alırsınız” ayetiyle bâtıla teşebbüh olunmasın diye Müslümanları ikaz etmişti. Sonuç öyle de oldu ve Müslümanlar her konuda bâtıla benzediler.
Konuya devam etmek temennisiyle… Allah’a emanet olun. *
*Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin “Vahyin Hedeflediği Toplum” konulu 2012 yılında Malatya’da gerçekleştirdiği konferansından hazırlanmıştır.
Link: tvfurkan.net/2012-malatya-vahyin-hedefledigi-toplum-konferans_e9adc9298.html
Kaynak
1. Kıyamet, 36
2. Camiussağir, 7684
3. Hucurat, 13
4. Sülemi
5. Şems, 9
6. Araf, 12
7. Rad, 11
8. Yusuf, 53
9. Al-i İmran, 100
10. Müslim
11. Buhari, Libas, 64; Müslim, Taharet, 54