Alparslan Kuytul’dan Mektup: “Tevhid’e Davet”

1

Bismillahirrahmanirrahim

İki- üç asırdır bize unutturulan ve birilerinin hatırlatmasından ve Müslümanları uyandırmasından çok korkulan, bugüne kadar nice saltanatları, nice imparatorlukları yıkmış olan Kelime-i Tevhid yani “La İlahe İllallah” inancı ve Tevhid davası nedir?

İslam’ın en temel esası Kelime-i Tevhiddir. “Allah’tan başka ilah yoktur” anlamına gelen ve dünyanın en önemli hakikatini anlatan bu mübarek cümle Allah’ın varlığını ve “bir” olduğunu ifade ettiği gibi “Allah’tan başka hiçbir ilahın olmadığını ve ilahlık taslayanların reddedilmesi gerektiğini de” ifade eder. İlah kelimesi Arapçada “ma’bud” yani “ibadet edilen ve çok sevilen zat” manasına gelir. İbadet kelimesi ise “itaat etmek ve boyun eğmek” manasındadır. Yani “ilah” kendisine itaat edilen, boyun eğilen ve çok sevilen zattır. O halde biz, “La İlahe İllallah, Allah’tan başka ilah yoktur” derken “O’ndan başka itaat edilecek ve boyun eğilecek kimse yoktur” demiş olmaktayız. Yani insanların dünya hayatında bağlı kalacakları kanunları ve medeniyet esaslarını sadece Allah Azze ve Celle tayin eder.

İnsanların Kur’an’a ve Hadislere aykırı kanunlar ve esaslar koymaya ve kendi düşüncelerine göre insanların hayatına hükmetmeye hakkı yoktur. Bunu yapanlar bilerek veya bilmeyerek insanları kendi kulları gibi, kendini de onların ilahı gibi görmüş olur. Bu, insanın haddini aşmasıdır. Çamurdan ve spermden yaratıldığını ve kul olduğunu unutmasıdır.

İnsan “Lâ ilâhe illallah” deyip Allah’tan başka bütün sahte ilahları reddettiğinde “tüm kâinata Allah Azze ve Celle hükmettiği gibi benim hayatıma da Allah hükmetsin, kâinatta O’ndan başka otorite olmadığı gibi benim hayatımda da O’ndan başka otorite olmasın” demiş olur.

İnsanların yetkisi, Kur’an ve Hadislerde hüküm konulmamış meselelerde hüküm koyacak kadardır. Bu yetki kullanılırken dikkat edilmesi gereken husus, konulacak hükmün veya çıkarılacak kanunun Kur’an ve Sünnete aykırı olmamasıdır. Dolayısıyla bunu yapacak olanlar Kur’an ve Sünneti iyi bilen âlimler olmalıdır. Aksi halde konulacak hükümler Kur’an ve Sünnete mutlaka aykırı olacaktır. Bugün her alanda Allah’ın ve Rasulü’nün koyduğu hükümlere aykırı hükümler konulmakta, haramlar serbest bırakılmaktadır. Kanun ve ölçüler belirlenirken Avrupa ve Amerika dikkate alınmakta, Kur’an ve Sünnet dikkate alınmamaktadır. Allah’tan başkalarına itaat edilmekte, insanların koyduğu kanun ve ölçüler Allah’ın gönderdiği kanun ve ölçülerden üstün görülmekte, böylece insanlar ilahlaştırılmış olmaktadır. Sonra da şuursuzca “Lâ ilâhe illallah” yani “Allah’tan başka ilah yoktur” denmeye devam edilmektedir.

Tevhit inancı yalnızca Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e verilen bir inanç değil aksine tüm peygamberlere verilmiş bir inançtır. Araf Suresi’nde bu gerçeği Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Şuayb aynı ifadelerle kendi halklarına ilan etmekte ve “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur” diyerek onları Tevhide çağırmaktadır. Başka surelerde aynı hakikati Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer peygamberler de haykırmaktadır. Kur’an’da anlatılan peygamber kıssaları Tevhid davasının dünyanın en eski davası olduğunu ve tüm peygamberlerin davasının aynı olduğunu bize öğretmekte ve davamızın sonradan çıkma türedi bir dava olmadığını ispat etmektedir.

Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de kavmini sadece Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmeye davet etmedi. Kavmi zaten bunu biliyor hatta Kabe’ye “Allah’ın evi” manasında “Beytullah” diyorlar ve çocuklarına “Abdullah” ismini veriyorlardı. Efendimiz’in babasının adı da “Abdullah” değil miydi? Kur’an-ı Kerim o günkü putperestlerin Allah’ın varlığını açıkça kabul ettiklerini bize haber verir ve buyurur ki: “Onlara ‘gökleri ve yeri kim yarattı’ diye sorsan ‘muhakkak ki Allah yarattı’ derler.” (Ankebut, 61) Müşrikler yaratıcı olarak Allah’ı kabul ediyor ancak Allah’ın, Kitap ve Peygamber göndermediğini ve tekrar dirilişin olmayacağını, yaptıklarından hesap vermeyeceklerini, özgür olduklarını iddia ediyorlardı. Yani onlar Kitap ve Peygamber göndermeyen, hayatlarına karışmayan, kanunlar koymayan, gökleri ve tabiatı idare eden ama insanları başıboş bırakmış olan bir Allah’a iman ediyorlardı. İnandıkları Allah kâinatı ve bütün varlıkları yaratan, idare eden, hepsinin rızkını veren ama insanlara kanunlar koymayan yani hâşa “hizmetçi bir Allah” idi. Allah’tan korkmuyor ve Allah’a itaat etmiyorlardı ama reislerinden korkup onlara itaat ediyorlardı. Tüm peygamberler gibi Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de hiçbir şeyi başı boş bırakmayan Allah’ın en kıymetli varlık olan insanları da başıboş bırakmadığını, kitap gönderdiğini, nefislerimizin veya reislerimizin dediği gibi değil Allah’ın dediği gibi yaşamak zorunda olduğumuzu haykırıyordu. İşte mücadele bunun mücadelesi idi.

Bugün Müslümanlar Allah’ın yaratıcı, rızık verici, her şeyi işiten, her şeyi gören… olduğunu biliyor ama birçoğu Allah’ın Hakîm olduğunu yani “hikmetli hükümler koyan bir kanun koyucu” olduğunu bilmiyor. Yine birçoğu Allah’ın Melik olduğunu yani “tüm varlıkların ve insanların hükümdarı ve idare edeni” olduğunu bilmiyor. Allah Azze ve Celle’nin kanun koyucu bir hükümdar olduğu ve bize bir hayat nizamı ve medeniyet esasları gönderdiği bilinmeyince insanlık alemi beşerî ideolojilerin ve nizamların peşinden gidiyor ve sorunların çözümlerini ideolojilerde arıyor. İnsanı tanımayan, kurduğu nizamın sonuçlarını önceden göremeyen, az ilim verilmiş olan insanoğlu tarafından geliştirilen ideolojilerin bugün ne kadar sorunlu bir dünya meydana getirdiği açıktır.

Kötülükler ve suçlar her gün daha da çoğalmakta ve insanlık âlemi uçuruma doğru gitmektedir. İşte böyle olmasın diye Allah Azze ve Celle, Kitap ve Peygamber göndererek doğru yolu göstermiştir. Kur’an-ı Kerim “Doğru yolu göstermek bizim üzerimize düşen vazifedir” (Leyl, 12) buyurarak bu işin Allah Azze ve Celle’nin yetkisi dahilinde olduğunu ve insanın böyle bir ilminin olmadığını belirtmektedir. Yine Kur’an-ı Kerim “İnsan başıboş bırakıldığını mı sanıyor” (Kıyamet, 36) buyurarak hiçbir şeyi başıboş bırakmayan Allah Azze ve Celle’nin insanı da başıboş bırakmadığını, insana kanunlar ve hayat nizamı gönderdiğini ve ona bağlı kalmak zorunda olduğumuzu haber veriyor.

Allah Azze ve Celle’nin hükümlerine aykırı hükümler koyanlar bunu yaparken;

1- Ya Allah’tan daha iyi bildiklerini

2- Ya Allah’tan daha fazla hak ve yetki sahibi olduklarını

3- Ya Allah’ın kitabında hatalı hükümler olduğunu

4- Ya Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın Kitabı olduğuna inanmadıklarını

5- Ya Allah’ın Kitabı olsa da kendilerini bağlamadığını ve ona uymak zorunda olmadıklarını

6- Ya Kur’an’ın hükümlerinin belirli bir zaman için olduğunu, kıyamete kadar geçerli olmadığını

7- Ya da “Kur’an-ı Kerim’in belirli bir bölgeye veya Araplara geldiğini, tüm insanlara gelmediğini” söylemektedirler.

İlk 5 maddede söylendiği şekilde düşünenlerin İslam dairesinin dışına çıktığı açıktır. 6. maddede ifade edildiği şekilde düşünenler ise; onlar Kur’an-ı Kerim’in kıyamete kadar geçerli olduğunu, yeni bir peygamberin ve yeni bir Kitabın gelmeyeceğini bilmiyorlar mı? 7. maddede söylendiği şekilde düşünenlere gelince; onlar Kur’an-ı Kerim’in tüm insanlığa geldiğini, Allah Azze ve Celle’nin tüm insanları ve tüm zamanları bildiğini ve hükümlerini bütün toplumlara ve bütün zamanlara uygun olacak şekilde gönderdiğini bilmiyorlar mı? Bilmiyorlarsa araştırmalı, biliyorlarsa Kur’an-ı Kerim’e teslim olmalı ve Kur’an’ın hükümlerini kabul etmelidirler.

Hükmetmenin sadece Allah’a ait bir hak ve yetki olduğunu ifade eden onlarca ayetten birkaç tanesi şunlardır:

1- Hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir. (En’am, 57)

2- İyi bilin ki! Yaratmak da emretmek de (hükmetmek de) yalnızca O’na aittir. (Araf, 54)

3- Allah hükmedenlerin en güzel hükmedeni değil midir? (Tin, 8)

4- Onlar hâlâ cahiliyet devrinin hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir topluluk için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim vardır? (Maide, 50)

5- Hüküm veren Allah’tır. O’nun hükmünü sorgulayacak kimse yoktur. (Ra’d, 41)

6- O, hükmüne hiç kimseyi ortak kabul etmez. (Kehf, 26)

1 ve 2. ayetler hüküm vermenin, kanun koymanın sadece Allah’a ait olduğunu,

3 ve 4. ayetler hiç kimsenin Allah Azze ve Celle’den daha güzel hüküm veremeyeceğini,

5. ayet hiç kimsenin Allah’ın hükmüne itiraz edemeyeceğini

6. ayet Allah’ın hükmetme konusunda kimseyi kendine ortak etmeyeceğini ifade ediyor. Seçilmiş bir devlet başkanı hükmetme yetkisini başkalarıyla paylaşır mı? Ya da birileri bunu yapmaya kalkarsa razı olur mu? İnsanın bile razı olmadığına, her şeyi yaratan ve her şeyin sahibi olan Allah Azze ve Celle nasıl razı olsun? Şirk, Allah’ın kıyamet günü affetmeyeceği en büyük günah değil midir?

Hükmetmenin sadece Allah’a ait bir hak ve yetki olduğunu ifade eden onlarca hadisten birkaç tanesi şunlardır:

1- Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Allah’a isyan konusunda yaratılmışlara itaat edilmez. (S. Müslim)

2- Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Bir toplumun yöneticileri Allah’ın kitabı Kur’an ile hükmetmeyi terk edip Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah Teâla onları kendi aralarında savaştırır (onları birbirine düşürür.) (İbn-i Mâce)

3- Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Hakimler 3 çeşittir ve ikisi cehennemde, biri cennettedir. Allah’ın hükmünü bilip bununla hüküm veren kişi cennettedir. Allah’ın hükmünü bildiği halde onunla hükmetmeyen ve hükmünde zulmeden kişi cehennemdedir. Allah’ın hükmünü bilmediği halde insanlar arasında hükmeden kişi de cehennemdedir. (Nesai, İbn-i Mâce, Ebu Davut, Tirmizi) buyurdu.

Hadisler Allah Azze ve Celle’nin gönderdiği tüm hükümlere uymak zorunda olduğumuzu, uymadığımızda bu dünyada iç savaş ve anarşi ile, ahirette ise cehennem ile cezalandırılacağımızı ifade etmektedir.

Hükmetmenin sadece Allah Azze ve Celle’ye ait bir hak ve yetki olduğunu ispatlayan birçok akli delilden birkaç tanesi şunlardır;

1- Bir şeyin sahibi kimse onun üzerinde hükmetme hakkına sahip olan da odur. Tüm varlıkların ve insanların yaratıcısı, rızık vereni ve sahibi Allah Azze ve Celle olduğuna göre insanlar üzerinde hükmetme hakkı da Allah’a aittir. Dünya ve içindekiler Allah’ın, insanlar da Allah’ın kulları olduğuna göre “Allah’ın Dünyasında Allah’ın Dediği Olması” gerekmez mi?

2- Bir cihazı en iyi bilen onu yapan olduğuna göre insanı da en iyi bilen onu yaratan Allah’tır. İnsan gibi olağanüstü ve harika bir varlığı çözebilmek, insana uygun kanunlar ve medeniyet esasları koymak insan için mümkün değildir. Mümkün olmadığı bugünkü çok problemli dünyadan da anlaşılmaktadır. Suçlar ve kötülükler her gün daha da çoğalmaktadır. Psikolojik sorunlar aşırı derecede artmakta, intiharlar, cinayetler, boşanmalar, hırsızlık, uyuşturucu, terör… tüm kötülükler çığ gibi büyümektedir. Rabbini ve Rabbinin gönderdiği yasaları ve medeniyeti kaybeden insanlık âlemi huzuru da kaybetmiştir.

İnsanın Allah Azze ve Celle gibi bilmesi mümkün olmadığına göre sonsuz ilim sahibi Allah’a itaat edip kanunları O’ndan almamız ve “Allah’ın Dünyasında Allah’ın Dediğinin Olması” gerekmez mi? İnsanı çözemeyen ve koyduğu kanunların, insani ve ahlâki değerlerin ileride ne gibi sonuçlar doğuracağını bilemeyen insanların, sonsuz ilim sahibi Allah’ın yanlış olma ihtimali olmayan kanunlarını ve medeniyet esaslarını bırakıp her gün yeni bir kanun ve ideoloji denemesi, toplumun üzerinde deneyler yapması ve toplumu kobay olarak kullanması doğru olabilir mi?

3- Kim kanun koyarsa öncelikle kendi menfaatini düşünür, o halde menfaati olmayan ve kendini değil bizi düşünen bir zat hükmetmelidir ve o zat Allah-u Teâla’dır. Bizden hiçbir menfaati olmayan, zenginliğinin sınırı olmayan, her zaman veren ve daima iyiliğimizi isteyen Allah Azze ve Celle olduğuna göre “Allah’ın Dünyasında Allah’ın Dediği Olması” gerekmez mi?

Tevhid inancının gereği olarak Allah’ı tek otorite ve kanun koyucu olarak kabul edip O’nun Kitabına göre yaşadığımızda elde edeceğimiz yüzlerce faydadan birkaç tanesi şunlardır:

1- Allah Azze ve Celle’nin hatasız kanunlarıyla ve medeniyet esaslarıyla suçlar ve günahlar azalır, böylece ahlâklı, huzurlu ve güçlü bir toplum ve güçlü bir devlet meydana gelir. Çünkü Allah’ın yasaları insana ve topluma uygundur ve onları yalnız manevi alanda değil maddi alanda da yükseltir. Tarihimiz de buna delildir. Allah’ın gönderdiği yasalara göre yaşayıp o yasalara göre bir medeniyet kurduğumuzda “Dünya Devleti” olmadık mı? O esaslardan ayrılıp başka medeniyetlerin peşinden gidince “gerileme ve mağlubiyet” yaşamadık mı?

Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Allah’tan başka ilahlar reddedilip sadece Allah’a itaat edildiğinde büyük bir devlet olacağımızı haber vererek “Ben sizi öyle bir kelimeye (Kelime-i Tevhide) davet ediyorum ki onu dediğinizde tüm Araplar ve Arap olmayanlar size boyun eğecek” buyurmuştu. Hakikaten de öyle olmadı mı? İman edenler önce üç- beş kişi iken koskoca bir ümmet ve dünya devleti doğmadı mı? Kelime-i Tevhid sadece bir söz ve inanç olsaydı elbette böyle büyük sonuçlar doğramazdı. Ancak o aynı zamanda sadece Allah’ın yasalarının geçerli olduğu bir nizamı ve bir medeniyeti ifade ediyordu. İşte o nizam ve o medeniyet bizi dünya devleti yapmıştı.

2- Tevhid inancının gereği Allah’ın yasaları hâkim olduğunda toplumsal barış ve adalet sağlanır. Allah’ın kitabı, sınıfların ve ırkların birbirine zulmüne izin vermez. Allah Azze ve Celle’nin yasaları ve medeniyet esasları tüm sınıfların ve tüm ırkların hakkını verir. Çünkü Allah Azze ve Celle tüm insanların yaratıcısı ve sahibidir, ayrım yapmaz.

3- Tevhid inancı kullara değil Allah’a itaat ettirerek hem Allah’ın hükmetme hakkını Allah’a teslim eder hem de insanların kullara kul olmasını engelleyerek insanın onurunu ve şerefini korur.

Bunlar ve bunlar gibi birçok faydanın gerçekleşmesi, beşerî ideoloji ve nizamların zararlarından korunabilmek, dünyada huzura ve âhirette cennete kavuşabilmek için herkesi Kelime-i Tevhidin manasını anlamaya ve

“ALLAH’IN DÜNYASINDA ALLAH’IN DEDİĞİ OLMALI” demeye davet ediyorum.

Alparslan Kuytul

Bolu F Tipi Cezaevi

Alparslan Kuytul’dan “Tevhid’e Davet” mektubunu PDF olarak buradan indirebilir, cep telefonunuzdan veya bilgisayarınızdan görüntüleyebilirsiniz.

1 Yorum

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here