Karar Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, adaletsizliğe karşı yapılan “şartlı” eleştiriler üzerinden yola çıkarak İslami camiadaki “sıkıntılı bakış açısına” yer verdiği bir yazı kaleme aldı.
Eminim şu sıralar, başlıktaki ifadeyle başlayan bazı yazılar okuyorsunuzdur.
Bu ifadenin peşinden söz konusu kişinin maruz kaldığı adaletsizliğe itirazlar seslendiriliyor.
Hafta içinde Furkan Vakfı Başkanı Alpaslan Kuytul’u “Hocaları” olarak niteleyen bir grup geldi ziyaretime.
Onlara sordum:
-Dikkatinizi çekmiş olmalı “Hocanız”a yapılanları eleştiren yazılardaki bu cümle. Neden yazılıyor olabilir bu?
Şöyle cevapladılar:
-Bu cümleyi yazan yazarlarımıza biz de sorduk. “Böyle bir şerh düşüyoruz çünkü, yazı yayınlandıktan sonra yoğun saldırılara maruz kalıyoruz.” dediler.
Bahsettikleri iki isim de “islami camia”nın, kimden gelirse gelsin adaletsizliğe karşı, kim olursa olsun mazluma sahip çıkmayı ilke edinmiş simaları idi.
Ama trolleşmiş zihinlere karşı peşin savunma sadedinde “Onun düşüncelerini benimsemiyorum ama…” gibi bir cümleyi yazının başına koyma gereği duyuyorlardı.
Ne dersiniz, ben de söze öyle bir cümle ile mi başlamalıyım?
“Falancayı savunmak bize mi düştü?”
Bu da tanıdık bir cümle değil mi?
Adamı içeri almışsınız, aylardır orada duruyor, bir iddianame bile yazmamışsınız. Tahliye talebini dosyaya bile bakmadan bilmem kaçıncı kere reddetmişsiniz.
Bu sorun, sadece onun düşüncesini paylaşanların sorunu mu?
Biz, diyelim 28 Şubat sürecinde bir haksızlığa uğramışsak, haksızlığa karşı çıkmak sadece bizim sorunumuz mu olur?
Hadi, herhangi bir vatandaşın sorunu olmasın, ama mesela ülkeyi yönetenlerin sorunu olmaz mı, mesela bu ülkenin sorunlarına kafa yoran bir yazarın sorunu olmaz mı?
28 Şubat günlerinde başörtüsüne özgürlüğü savunan ve hiç de islami duruşu söz konusu olmayan insanları sevmedik mi?
Adaletsizlikler beni, hiç olmazsa, “muhafazakar bir iktidar döneminde adaletsizlikler yaşandı” gibi bir tarih notu düşmesini istemediğim için ilgilendiriyor.
Bu cümlenin bile bir “çıkar” özü olduğunun tabii ki farkındayım. Yani demek ki, böyle bir damga riski olmasa, onu örtbas edebilsem, onu içime sindirebilsem adaletsizlik gibi bir derdim olmayacak.
İçimize bakmamız lazım.
Sade bir insan olarak bile, yaşadığımız dönemin sorumluluğunu taşıyoruz. Hani “Tanıklık, şahitlik” diye bir kavramımız var ya.
Sokakta kediye tekme atan adam karşısında sessiz, sadasız, ilgisiz, “Bana ne!” modunda mıyız? Öyle olursak adamlığımız kalıyor mu?
Yargı düzenimiz sürekli insan tekmeliyorsa “Ne oluyor orda?” diye bir ses yükseltmeyecek miyiz? “Böyle dönemlerde olur bunlar” dediğimizde içimizi rahatlatmış olsak bile, insanlığımızın gereğini yapmış oluyor muyuz?
Biliyoruz ki, çok çok iyi biliyoruz ki, bir kaç yoldan bir yerlere ulaşabiliyorsanız, en azından şöyle – böyle sonuç alıyorsunuz. Ya ulaşamayanlar? Ulaşacak birileri olmayanlar?
100 binler hakkında işlem yapılıyor.
İltisaklı, irtibatlı, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte yardım eden, legal görünümlü illegal yapı…. Bunların tamamı herkese kolayca giydirilebilecek suçlamalar… Şimdi “Başka bir iktidar döneminde bunlar bize karşı uygulansa…” diye bir cümle kursam, birileri diyecek ki, “Ama artık başkalarının gelme ihtimali yok ki…” Emin olun, benim sorum da, bana verilen cevap da, çok temel bir şeyi, adalet duyarlılığını ıskalayıp her şeyi kendi çıkarlarımız çerçevesinde gördüğümüzün işareti olur.
Bana göre adalet konusundaki “islami duyarlılık” bu değil.
Bence islami camia, en büyük meydan okumayı adalet konusunda tutarlı olup olmamakta yaşıyor. Bunu tarihte de temel prensiplerin iktidar uğruna ıskalanıp ıskalanmayacağı noktasında yaşamışız. İktidar için zulme fetva verenlerle vermeyenler, alnı ak olanlarla olmayanlar biçiminde tasnif ediliyor.
Zulmü biliyoruz, görüyoruz ama susuyoruz. Susmamıza gerekçe üretmeye çalışıyoruz. İçimize sinmese de… Bence yüreklerimize bakmamız lazım.
Bir gün birisinin çıkıp “Sizin adaletiniz buysa…” demesinden korkmamız lazım.