Gönderdiği tevhid inancı ile bizi kullara kul olmaktan kurtaran Allah’a hamd; insanları kulluğa ve medeniyete ulaştırmak için gece gündüz çalışan Resulüne salât-u selam; Efendimizin kurduğu medeniyeti yeniden canlandırmaya gayret gösteren tüm Müslümanlara selam ile…
Son iki sayıda ümmetimizi yatağa düşüren hatta çökerten iki sebep üzerinde durmuş ve birinci sebebin ümmetimizin yeryüzüne İslam’ı yayma ve adaleti tesis etme gibi görevlerini terk edip tembelleşmesi ve İslam medeniyetinin esaslarından uzaklaşması olduğunu söylemiştim. Aslında İslam medeniyetinin esaslarından uzaklaşmasını ayrı bir sebep olarak görmek ve ayrıca ele almak icap eder. Bu sayıda bunun üzerinde duracağız.
Bilindiği ya da bilinmesi gerektiği gibi İslam medeniyetinin en temel esası tevhiddir. Tevhid Allah’ın varlığını ve bir olduğunu ifade ediyorsa da aslında onun ötesine geçer ve Allah’tan başka hiçbir ilahın olmadığını, O’nun ortağının olmadığını da ifade eder. İlah Arap dilinde ‘ma’bud’ yani ‘ibadet edilen’ manasına gelir. İbadet ise itaat ve boyun eğmek manasındadır. Yani ilah, kendisine itaat edilen, sevilen ve boyun eğilen zattır. O halde İslam’ın temel akidesi olan ‘La ilahe İllallah’, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur derken ‘O’ndan başka itaat edilecek bir makam yoktur’ demektedir.
Yani insanların dünya hayatında bağlı kalacakları kanunları ve medeniyet esaslarını sadece Allah tayin eder. O’ndan başkasının insanlara kanunlar ve esaslar koymaya, insanların hayatına hükmetmeye hakkı yoktur. Bunu yapmaya kalkışan insanları kendi kulları gibi, kendini de onların ilahı gibi görmüş olur. Bu, insanın haddini aşmasıdır. Çamurdan ve spermden yaratıldığını ve kulluğunu unutmasıdır. Bu, insanın firavunlaşması ve ilahlık taslamasıdır. Bu, insanın şirke düşmesi ve kendini insanlar üzerinde Allah gibi yetkili görmesidir.
İşte insan La ilahe İllallah dediğinde ‘tüm kâinata Allah hükmettiği gibi benim hayatıma da Allah hükmetsin, kâinatta ondan başka otorite olmadığı gibi benim hayatımda da ondan başka otorite olmasın’ demiş olur. Bu inanç sadece Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e verilmiş bir inanç değil tüm peygamberlere verilmiş bir inanç idi. Çünkü tüm peygamberlere verilen din aynı idi. Ve o din İslam’dır. Yani Allah’a, sadece Allah’a teslim olmak. Sadece O’na teslimiyetin gereği olarak diğer ilah taslaklarını reddetmek. Tüm peygamberler aynı gerçeği haykırdılar. Âraf suresinde;
Nûh dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.”1
Hûd dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.”2
Salih dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.”3
Şuayb dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.”4
Görüldüğü gibi Hz. Nûh, Hz. Hûd, Hz. Salih, Hz. Şuayb aynı gerçeği aynı ifadelerle kendi kavimlerine ilan etmekte ve onları La İlahe İllallah’a çağırmaktadırlar.
Her ne kadar Hristiyan din adamları Hz. İsa (a.s.)’a indirilen dini yani İslam’ı Hristiyanlığa dönüştürdü ve dinin yani İslam’ın hayatla ilgili kanunlarını yani şeriat kısmını iptal edip sadece ahlâk kurallarından ibaret olan, hayata karışmayan ve hayatın dışında bir din meydana getirdilerse de yine de Hz. İsa (a.s.)’ın gerçek öğretisinden bir şeyleri İncillerde görmek mümkün olmaktadır.
Hz. İsa (a.s.) Matta İncili’nde: “Deyin ki: Allah’ım saltanatın gelsin, gökte hâkim olduğun gibi yerde de hâkim olasın”5 der. Yani Hz. İsa (a.s.)’ın kavga ve mücadelesi de Allah’ı yeryüzüne ve insana karıştırmayan ve O’na sadece gökleri yani tabiat olayları üzerinde hâkimiyeti veren anlayışa karşı idi. Hz. İsa (a.s.) bunu reddediyor. “Yalnızca göklerde ve tabiat üzerinde değil, insanlar üzerinde de Senin dediğin olsun Rabbim” diyerek insanların insanlar üzerinde hâkimiyet ve hüküm koyma hakkının olmadığını ilan ediyordu. Ama kilise devlet yöneticilerinin baskısı ile Hz. İsa (a.s.)’ın getirdiği tevhid dinini bozup, dini kilise dışına çıkmayan, hayatla ilgili kanunları olmayan, krallara karışmayan birtakım âyinlerden ve ahlâk kurallarından ibaret laik bir din haline getirdiler.
Ehl-i kitabın tevhidi terk edip Allah’tan başkasını Rab edindiklerini ve onlara ibadet ettiklerini haber veren Allah Azze ve Celle, Tevbe sûresinde: “Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini Rabler (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir”6 buyurunca Adiy b. Hâtem bunu anlayamamış ve “Biz rahip ve âlimlerimize (reislerimize) ibadet etmiyorduk, onlara secde etmiyorduk (onları rab olarak kabul etmiyorduk)” diye itiraz etmişti. Allah Resulü de ona “Rahip ve âlimleriniz size Allah’ın helallerini haram, haramlarını da helal yapmadılar mı? Siz de onların helal dediğine helal, haram dediğine haram demediniz mi”? buyurmuştu. Adiy b. Hâtem “Evet” diye cevap verince Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “İşte bu onlara ibadetin ta kendisidir” diyerek ibadetin ve Rabbin manasını açıklamıştır.
Efendimiz’in ayeti tefsirine göre bir insan ya da bir kurum Allah’ın helal yani serbest ettiğini haram yani yasak ederse ya da bunun tersine Allah’ın yasakladığını serbest bırakırsa bu Rab olduğu iddiasında bulunmaktır. Böyle haddini aşan birine itaat edenler de onun kuludurlar ve ona yaptıkları itaat ise ona ibadet hükmündedir. Ona secde etmeseler de…
Tevhid inancı sadece Allah’ın hakkını teslim eden bir inanç değil aynı zamanda insanın kullara kul olmasını engelleyerek insanın onurunu ve şerefini koruyan bir inançtır. İnsan, kendini yaratan ve rızkını veren Allah’a itaat eder; onun kendisi için koyduğu kanunlara bağlı kalırsa hem birçok sorunlarla karşılaşmaktan kurtulur hem de bu onun şeref ve onuruna bir zarar vermez. Ama kullara itaat edecek olursa hem dünyanın şu anda karşılaştığı ve karşılaşacağı binlerce medeniyet sorunu ile karşılaşır hem de kullara kulluk yaptığı için insanlık şeref ve onurunu kaybeder.
Tevhid inancı sadece bir inanç değil bu inancın gereği olarak sadece Allah’ın hükmettiği ve sadece O’nun dediğinin olduğu bir hayat nizamını da içerir. Dolayısıyla Allah’ın koyduğu esaslara bağlı olan bir toplum güçlenir ve dünya devleti olur. Çünkü Allah’ın yasaları insana ve topluma uygundur ve onları yalnız mânevi alanda değil maddi alanda da yükseltir. Tarihimiz de buna şahittir. Allah’tan başkasına itaat etmeyip sadece onun esaslarına göre yaşadığımız asırlarda dünyanın süper gücü olmadık mı? O esaslardan ayrılınca gerileme ve fitneler baş göstermedi mi?
Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem tevhidin yalnız ahireti değil dünyayı da kazandıracağını ifade ederken; “Ben onları öyle bir kelimeye davet ediyorum ki onu kabul ettikleri zaman tüm Araplar da Arap olmayanlar da onlara boyun eğecek” demişti ve onlar da: “Nedir o kelime, söyle söyleyelim?” dediklerinde: “La İlahe İllallah diyeceksiniz” buyurmuştu. Bunu söyleyin güçlenin ve dünya devleti olun. Bu sadece bir söz ve bir inanç olsaydı elbette ki böyle büyük sonuçlar doğuramazdı. Ama o aynı zamanda bir hayat nizamını ifade ediyordu ve hayatını değiştirmek istemeyen müşrikler, özellikle toplumu sömüren kodamanlar bu yüzden bu inancı reddetmişlerdi. Tevhid sadece bir inanç olsaydı bu kadar şiddetli muhalefet etmezlerdi. O dönemde kendi inançlarını reddeden başka birçok inanç vardı. Onlara bu kadar düşmanlık yapmamışlardı.
Bugün de İslam düşmanlarının tevhidi sadece inanç, İslam’ı ise sadece ibadet ve ahlâk esasları olarak anlayan, daha doğrusu İslam’ı anlamayan Müslümanlara çok şiddetli muhalefet etmedikleri ama İslam’ı bir hayat nizamı olarak anlayan ve İslam’ı hayata hâkim kılmak isteyen Müslümanlara ve cemaatlere ise şiddetli düşmanlık yaptıklarını görmüyor muyuz?
Tevhid doğrudur ve haktır. Çünkü;
1. Madem her şeyin yaratıcısı, rızık vereni, idare edeni Allah’tır. O halde O’nun dediği olmalıdır ve bu Allah’ın hakkıdır, bunu vicdan da kabul eder, hatta söyler. Bunu kabul etmeyenin ya vicdanı yoktur ya da vicdanının sesini duymak istememektedir. Allah’ın dışında birinin ise “benim dediğim olsun” demeye hakkı yoktur ve olamaz.
2. Madem en iyi bilen Allah’tır, O’ndan daha iyi bilen yoktur, o halde O’nun dediği olmalıdır. Bu, aklın da kabul ettiği ve etmek zorunda olduğu bir gerçektir. Bunu kabul etmeyenin ya aklı yoktur ya da aklının sesini duymak istememektedir.
3. Madem tüm insanlar eşittirler ve madem aklı ve bilgiyi tartacak bir terazi yoktur, o halde kimin dediği olacaktır? Birisi “benim dediğim olsun” dediğinde diğeri itiraz edebilecektir. O halde kimsenin itiraz edemeyeceği ve “ben seninle eşitim” diyemeyeceği birinin dediği olmalıdır ve o Allah Azze ve Celle’dir.
4. Madem kim kanun koyarsa öncelikle kendi menfaatini esas alır ve kendini düşünür, o halde menfaati olmayan ve kendini değil bizi düşünen bir zât hükmetmelidir ve o zât Allah’tır. Menfaati olmayan ve her zaman veren, zenginliğinin ve yarattıklarının sınırı olmayan, her zaman bizim menfaatimizi ve iyiliğimizi isteyen O’dur ve O’nun dediği olmalıdır.
5. Madem insanlar ğaybı bilmiyor, koydukları kanun ve esasların ileride ne gibi sonuçlar doğuracağını bilemiyor, o halde ğaybı bilen, koyduğu kanunların sonuçlarını kesin olarak bilen bir zât hükmetmeli ve esaslar koymalıdır ve o zât Allah’tır. Onun içindir ki Allah’ın koyduğu hiçbir hükümde hata bulunamamakta ve değiştirme ihtiyacı olmamaktadır. Ama insanların koyduğu kanun ve esaslarda hatalar olmakta ve 5-10 yılda bir değişiklik ihtiyacı doğmaktadır. İnsanı hakkıyla tanıyamadığı gibi ğaybı da bilmeyen, her gün yeni bir kanun koyarak, toplumu üzerinde deneyler yapılan beyaz bir fare gibi kobay olarak kullananlar ve topluma zarar verenler bunun hesabını kıyamet günü veremeyeceklerdir.
İşte Müslümanlar tevhidin manasını unuttukları ya da öğrenmedikleri günden itibaren hayat kanunlarını ve medeniyet esaslarını başkalarından almakta bir mahzûr görmediler. Önce batılıların âdet ve göreneklerini, sonra kültür ve sanatlarını, daha sonra kanun ve ahlâk ölçülerini, en sonunda da inanç ve nizamlarını aldılar. Çünkü tembellik yapıp görevlerini yapmadıklarından dolayı batı dünyasından geride kalmışlardı. Mağlubiyet psikolojisi ve aşağılık kompleksi içindeydiler. Geri kalmalarının gerçek sebebini bulup önlemler alacaklarına işin kolayına kaçtılar ve bu yaptıklarına tevhid inancının müsaade etmediğini unuttular. Bunun Allah (cc)’ı ve nizamını terk etme, insanı ilahlaştırma, Allah Azze ve Celle’nin yetkisini insanlara verme olduğunu, bunun sonucunda Allah tarafından cezalandırılacaklarını unuttular. Allah Azze ve Celle, peşinden gittiğimiz batının eliyle tokatlayarak ümmeti uyandırdı.
Konuya devam etmek dileğiyle… Allah’a emanet olun.
1. A’raf 59
2. A’raf 65
3. A’raf 73
4. A’raf 85
5. Matta İncili 6/9-10
6. Tevbe, 31