Toplumsal Değişimin İlahi Yasaları:
Allah Azze ve Celle toplumsal değişim ile ilgili bir yasasını kitabında bize açıklıyor.
إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ “Allah bir kavmi değiştirmez. O kavim kendinde olanı (nefislerini) değiştirinceye kadar.”1 Burada kavim kelimesi, ‘nekra-belirsiz’ olarak gelmiş. ‘El kavm’ değil ‘kavm’ denilmiştir. Yani belli bir kavim değil herhangi bir kavim ya da topluluk… Bunun manası, bu kanun (sünnetullah) belli bir zaman ve toplum için değil, bütün milletler için geçerli bir kanun demektir. Demek ki toplumsal değişimin başlangıcı, insanların evvela kendi nefislerinde olanı değiştirmesidir. Nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah Azze ve Celle o toplumda olanları değiştirmeyecek, değişikliğe hükmetmeyecek ve onları o zulümlerden kurtarmayacaktır. Bu Allah’ın bir sünnetidir. Dolayısıyla nefisler değiştirilmeden makamları, bakanları, başbakanı bile değiştirseniz hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Buna iman edin çünkü bunu Allah Azze ve Celle söylüyor. Allah Azze ve Celle bu sünnetini (âdet ve kanun) açıklıyor ve sonra da
“وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا yani Allah’ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın”2 buyuruyor. Madem Allah’ın sünnetinde bir değişiklik olmayacak ve nefisler değiştirilmeden Allah Azze ve Celle o topluma verdiğini değiştirmeyecektir o halde sünnetullaha uymak zorunludur. Aksi halde toplumdaki yanlışlar değişmeyecek ve hedefe varılamayacaktır.
Allah Azze ve Celle, bir kavmi değiştirmenin yolunun, yönteminin ne olduğunu öğretiyor. Dolayısıyla nefislerin değiştirilmesi, nefsi ıslah çalışmalarının yapılması icap eder. Nefislerin ıslahı gerçekleştirilmeden toplumsal değişim gerçekleştirilemez. Ama İslam’ın hâkim olmadığı bir memlekette sadece ıslah çalışmalarıyla bir yere varılması mümkün değildir ve sadece ıslahla hedefe tamamen ulaşılamayacaktır.
Çünkü siz insanların büyük bir çoğunluğunun ıslah olmasını sağlasanız, batı medeniyetini reddeden, İslam Medeniyeti’ni isteyen ve İslam’ı yaşayan insanlar haline getirseniz bile yine de o saltanat sahipleri saltanatlarını bırakmak istemeyecek, İslam Medeniyeti’ne razı olmayacaklar ve sonuçta İslam Medeniyeti isteyenlere zulmedeceklerdir. “Hâkimiyet milletindir” diyenlerin içinden nicelerinin böyle bir durumda: “Hayır, hâkimiyet milletin değil, bizimdir” dediklerini göreceksiniz. Kendilerini milletin üzerinde görecek, saltanatı bırakmak istemeyeceklerdir. Onun için sadece ıslah ile bir yere varamazsınız. Sonuçta küfür ideolojileri ve küfür güçleri ile Nebevî metoda göre meşru bir yolla mücadele etmek ve hakkınızı almak zorunda kalacaksınızdır.
Bugün biz yeniden Ümmet-i Muhammed’i ayağa kaldırıp ümmet olmak ve bütün Müslümanların kardeş olup bir araya gelmesini istiyorsak o zaman ümmeti çökerten ve toplumsal değişimi olumsuz yönde gerçekleştirmiş olan sebepleri tespit etmek ve ona göre çözüm yolları bulmak zorundayız. Ümmeti çökerten sebepler ile a’razları (sonuç ve belirtileri) birbirinden ayırmak zorundayız. Sebepler ile a’razları birbirine karıştıranlar gerçek sebebi bulamayacak dolayısıyla gerçek çözüme ulaşamayacaktır. Mesela bir insanın vücuduna mikrop girmiş ve ateşinin yükselmesine sebep olmuşsa, sebep mikroptur, belirtisi ise ateşin yükselmesidir.
Ateşin yükselmesi hakikatte bir sebep değil yalnızca belirtidir. Sebebi halletmek yani o mikrobu öldürmek lazımdır. Mikrobu öldüreceğine a’razlarla, hastalığın belirtileri ile uğraşanlar yanlış bir şeyle uğraşmış olurlar. Aynı şekilde bugünkü Müslüman toplumların bu hale gelmesinde en önemli sebep; tevhidi yani Allah’tan başka ilahın (itaat edilecek makamın) olmadığını ve Allah Azze ve Celle’nin hâkimiyetini unutmaları, kalplerine dünya sevgisi ve ölüm korkusunun girmesidir. Tevhidin manasını unutmaları ve anlamamaları sonucunda Allah’ı sadece göklerin ilahı olarak görmeleri, insanlara karışmayan bir ilaha inanmaları, bunun sonucunda kanunlarını ve nizamlarını Allah’tan alacaklarına insanlardan almalarıdır.
Hayatlarında ne var ise, doğumlarından ölümlerine kadar, her meselede Allah’a uymak zorunda olduklarını unutmalarıdır. Ondan dolayı kanunlarını, insanî ve ahlakî değerlerini, ahlâklarını, örflerini, sanatlarını, kılık kıyafetlerini, müziklerini değiştirdiler. Allah’ı değil başkalarını hâkim makamına koydukları ve hayatlarında bağlı kalacakları esasları insanlardan aldıkları için bu hale geldiler. Bunu göremeyenler asıl sebebi görmüş olmazlar. İşte bu, bugünkü toplumun bu hale gelmesindeki en önemli sebeptir. Sebep bu olduğu halde onlar sebep ile değil a’razlarla, hastalığın belirtileri ve sonuçlarıyla uğraşırlar. Mesela o toplumda ahlâk bozulmuşsa ahlâkı düzeltmeye çalışırlar, içki ve kumar gibi günahlarla mücadele ederler, kılık kıyafet değiştirilmişse kılık kıyafetle uğraşırlar. Toplum sporla, müzikle aldatılıyorsa onlarla mücadele ederler. Hâlbuki bunlar sebep değil sadece sonuçtur. Allah’ı tek ilah ve kanun koyucu olarak görmemenin ve kanunları Kur’an’dan almamanın sonucudur. Sebepten dolayı ortaya çıkan hastalıklardır. Doğru çözüme ulaşabilmek için asıl sebebin ortaya konulması lazımdır.
Allah Azze ve Celle bir toplumu görevlendirirse onlara “ümmet” der sonra o ümmet görevini yapmadığı zaman onlardan görevi geri alır. Bu Allah’ın bir sünnetidir. Yahudilerin kutsal kitap ve metinlerinde Allah onlara hitaben şöyle buyurur; “Ey İsrailoğulları! (Musa ümmeti) size verilen görevi yapmadınız, yeryüzünde cihad etmediniz, haramlara engel olmadınız, iyiliği emredip kötülükten men edecektiniz, yapmadınız. Her yaş ağacın altında zina ettiniz, gördünüz seslenmediniz. İşte bunlardan dolayı sizi milletlerin arasında bölüştüreceğim, paramparça edeceğim, üzerinizden kılıç kalkmayacak.”Allah’ın dediği gibi oldu ve Hazreti Musa’dan bugüne kadar, yaklaşık 3200 senedir parçalandılar ve sürekli kıyımlara uğradılar. Kurdukları 2 devlet Asur ve Babil hükümdarları tarafından yıkıldı ve Romalı generallerin kıyımlarından geçirilip paramparça oldular. Allah kendi hükümlerine uyulmadığında ne olacağını gösterdi.
Allah Azze ve Celle sünnetlerini o zaman bildirdiği gibi şimdi de bize öğretir ve “siz de aynı şekilde olursunuz” demek ister. Kur’an’da bize: “En hayırlı ümmet oldunuz”3 buyurduğu gibi İsrailoğulları’na da; “أَنِّي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ”“Ey Yahudiler! Sizi âlemlere üstün kıldım”4 dediği halde sonra onlardan o şerefi çekip aldı. Demek ki Allah layık olunmadığında ve yerine getirilmediğinde verdiği görevi geri alabilir. Aynı şekilde Allah Azze ve Celle, Araplara, Efendimizin sahabesine bu sancağı teslim etmişti. Onlardan sonra Emeviler, Abbasiler, Fatımiler gibi değişik devletler bu sancağı taşıdılar.
Allah Azze ve Celle, bu sancağı taşımaya layık olmayanlardan görevi alarak başkalarına verdi. En son Osmanlı’ya kadar geldi. Osmanlı bu sancağı şerefle taşıyarak vazifesini yaptı. Fakat son asırlarda görevini yapmaz olunca Allah Azze ve Celle onlardan da bu görevi çekip aldı. Birinci Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyetimizin sebeplerinden birisi budur. Allah Azze ve Celle, bize kendi sünnetlerini öğretmiş ve bizi ikaz etmişti; “Onlara karşı atlar hazırlayın, cihada hazırlıklı olun, yeryüzünde kâfirlerle mücadele edin, dünyaya meyletmeyin.” Fakat onlar bu ikazları ve Allah’ın toplumlara uyguladığı yükseliş ve çöküş yasalarını unuttular. Bunun üzerine çöküş gerçekleşti. Bu ayetler Allah’ın sünnetlerini (âdet ve kanunlarını) gösteriyor. Kur’an’a sünnetullahı tespit maksadıyla bakmayanlar tabii ki anlamayacaklardır.
Ümmet demek; Allah’ın görevlendirdiği, yeryüzünden sorumlu, adaleti sağlamakla görevli olan topluluk demektir. Allah Azze ve Celle bize ümmet demekle “dünyanın lideri olmakla görevlendirilmiş, farzları yerleştirmek, haramları ve zulümleri kaldırmakla sorumlu olan, yeryüzünde olan bitenden mesul olan topluluksunuz” demiş olmaktadır. Onun için ‘وَلاَتَفَرَّقُواْ’“parçalanmayın”5 buyurur. Türkiye, Suriye, Ürdün, Mısır… olmayın. Ulus devletlerine bölünmeyin, gücünüzü kaybedersinizve Allah’ın size vermiş olduğu vazifeyi yerine getiremezsiniz. Size verilmiş olan vazifeyi gerçekleştirebilmeniz ancak ümmet olunca mümkün olabilecektir. Ulus devletlerinin hiçbiri Allah’ın verdiği vazifeyi tek başına yerine getiremez. Ne Türkiye Allah’ın verdiği vazifeyi tek başına yerine getirebilir, ne İran, ne Arabistan ne de bir başkası. Bunların hepsi bir araya gelmeden Allah’ın vermiş olduğu vazife yerine getirilemez. Allah Azze ve Celle bizi ikaz etmişti ama anlamadık.
Allah, bize “ümmetsiniz” dediği halde, biz ümmeti kaybettik. Ulus devletlerine bölündük. Bunun üzerine yavaş yavaş gerilemeye ve küçük savaşları kaybetmeye başladık. O küçük azapları tattık fakat anlamadık. İşte o zaman büyük azap geldi. 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı yıkıldı, ümmet yıkıldı. Hakikatte medeniyetimiz ondan iki asır evvel yıkılmaya başlamıştı. Nasıl ki Süleyman Aleyhisselam cinleri çalıştırıyorken asasına dayalı bir şekilde ölmüştü fakat cinler O’nun öldüğünün farkına varmamışlardı. Asanın altından kurtlar yiyip asa devrilince Süleyman Aleyhisselam da devrildi. O zaman Süleyman Aleyhisselam’ın öldüğü ortaya çıktı. Aynen öyle; aslında Osmanlı da iki asır evvel gerilemeye başlamış ve çökmeye yüz tutmuştu. Fakat istihbarat ve askere dayanmak suretiyle ayakta duruyordu. Sonunda onlar da devrilince işte o zaman Osmanlı yıkıldı.
Allah bir peygamber göndermek suretiyle bir ümmet meydana getirir. Kur’an “لِكُلِّأُمَّةٍرَّسُولٌ” buyuruyor. “Her bir ümmet için bir peygamber vardır.”6 Peygamber olmadan ümmet meydana gelmez. Bir lider, bir devlet meydana getirebilir ama bir ümmet meydana getiremez. Sonra Müslümanlar ümmetin kıymetini bilmez, Allah’ın vermiş olduğu görevi yapmazsa o zaman Allah o ümmeti parçalar. Kur’an-ı Kerim Araf suresinde: “Onları yeryüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık”7 buyurur. Allah’ın Osmanlı’yı parçalamasının sebebi budur. Sonra o parçalanmış olan topluluklar imtihanlara sokulur. Çünkü aynı ayetin devamında: “Onları iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik ki dönsünler.”8 buyurulmaktadır. Daha sonra imtihana sokulan yeni nesillerin içerisinden yeni hareketler zuhur eder. Kur’an-ı Kerim Müminun suresinde: “Sonra onların ardından başka nesiller yaratıp inşa ettik.”9 buyurur. Bunların hepsi toplumsal değişimin ilahi yasaları yani sünnetullahtır. Şuanda da öyle oluyor. O parçalanmış ümmetin içerisinden yeni yeni hareketler zuhur ediyor, bu da Allah’ın bir sünneti. Allah’ın lütfu da hoştur, kahrı da hoştur.
Kur’an-ı Kerim: “Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu’, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir”10 buyurur. Bu da Allah’ın bir sünnetidir. Osmanlı’nın içinden ümmeti taşıyacak, bu koca treni çekebilecek motor bir nesil çıkmayınca Allah vagonları birbirinden ayırdı ve her bir vagonun içerisinde küçük motorlar, motor nesiller yarattı. Onlar şu anda dünyanın her tarafında çalışıyorlar. Her ne kadar ayrı ve küçük iseler de yine de bir şeyler yapıyorlar. Allah Azze ve Celle bize sünnetlerini açıklıyor. Çünkü o sünnetler bize zaferin yollarını gösteriyor. Fakat ümmet bunları unuttu.
Ümmet sağlıklıyken tevhidi, iman esaslarını öğretiyordu. Ümmet hastalandığı zaman artık tevhidi bırakmış madde ile ilgileniyordu. Sonra ise kişilerle uğraşmaya başladı. Birbirlerine düştüler. Bir ümmet ne zaman ki şahıslarla uğraşmaya başlarsa o zaman ümmet çöker. Ümmet sağlıklı iken ümmet anlayışına sahip olur ama daha sonra kavmiyetçi olmaya başlarsa bu ümmetin hastalandığını gösterir. Bir ümmet ırkçı hale gelirse, o zaman hastalanmış demektir. Kavmiyetçilik, hastalığın belirtisidir ve sonra onlar daha da parçalanıp aşiretlere bölünürler. Sonra ailelere bölünüp yalnız kendi ailesini düşünür hale gelirler. Sonra da yalnız kendini düşünür hale gelip ferdiyetçi olurlar. Bunlar ümmetin hasta olduğunun delilidir.
Bugün yeryüzünde yeni bir İslami gelişme ve yeniden bir diriliş hareketi var. Bu diriliş hareketinin mensuplarının evvela bu sünnetullaha iman etmeleri icap eder. Sünnetullaha iman etmedikçe zafere ermek mümkün değildir. Bu ilahi yasalara uymayıp Allah Azze ve Celle’nin bir memleketi hangi şekilde yok ettiğini Kur’an’dan tespit etmedikçe, Hazreti Peygamber’in sünnetinden bunlar anlaşılmadıkça, İbn-i Haldun’un Mukaddime’sinden bunları okuyup keşfetmedikçe, o ilahi yasalar anlaşılmayacak, zafere de erişilmeyecektir. Mesela İbn-i Haldun Mukaddime’sinde memleketlerin nasıl yıkılıp kurulduğunun yollarını anlatır. Devleti kuranlar, onları görenler ve sonra onları görenler. Üç nesil veya üç dönem… Her nesil yüz sene de sürebilir elli sene de sürebilir. O, alınan tedbirlere göre değişebilir. Ama üç aşamada devletlerin yok edildiğini anlatır. En son nesil geldiği zaman devletin kıymetini bilmez, har vurup harman savururlar. Miras yedi gibi davranırlar. İşte o zaman devlet yıkılır.
Ümmet de öyle oldu, yeryüzünde güç ve kuvvet bizim elimizdeydi ve Allah’ın dediği oluyordu. Fakat ümmetin kıymetini bilmeyen nesiller gelince Allah da verdiği şerefi geri aldı. Şu anda ümmetin yeniden dirilmesini isteyip bunun için mücadele edenler, bu ilahi yasaları anlamak zorundadırlar. Anlamazlarsa bütün çabaları boşa gidecektir. Çocukken masal kitaplarında okuduğumuz bir söz var; “Gece gittim, gündüz gittim. Dere-tepe düz gittim. Altı ay gece, altı ay gündüz gittim. Sonra arkama bir de baktım ki bir arpa boyu yol gitmişim.” Çocukken bunun ne demek istediğini anlayamazdık. İnsan altı ay gider de, bir arpa boyu yol gider mi? Evet, ilahi yasalara uymaz, kendi kafanıza göre işler yapacak olursanız o şekilde altı ay değil, altı yıl değil, altmış sene geçer ama bir arpa boyu yol alamazsınız. İşte o sözün manası budur. Toplumsal değişimin ilahi yasalarına uymak zorundasınız. Konuya devam etmek dileğiyle. Allah’a emanet olun.
1- Rad, 11
2- Fetih, 23
3- Al-i İmran, 110
4- Bakara, 47
5- Âl-i İmran, 103
6- Yunus, 47
7- Araf, 168
8- Araf, 168
9- Müminun 31, 42
10- Maide, 54