Kıymetli kardeşlerim. Bildiğiniz gibi 1. Dünya savaşından sonra ümmetimiz parçalandı, hilafet ve İslâm şeriatı kaldırıldı, laiklik ilan edildi. Bu olaylar oluncaya kadar müslümanların gündeminde doğal olarak İslâm’ı hangi metodla hâkim kılarız diye bir konu olmamıştı.
Çünkü idari sistem seçimle işbaşına gelinen hilafet sistemi olmaktan çıkmış, babadan oğula geçen padişahlık sistemine dönüşmüş olsa, İslam’a uymayan bir çok şey olsa da yine de bir İslâm Devleti vardı. Farzların yerleştirildiği, haramların yasaklandığı ve birçok konuda İslam şeriatına göre hükmedildiği bir devlet… 1. Dünya Savaşından sonra o devleti ve sistemi kaybeden müslümanlar bir müddet neye uğradıklarını şaşırmış ve ne yapacaklarını bilememişlerdi. Kur’an’ın bir yıkma ve yapma (inşa) projesi olduğunu, Kur’an’dan ve Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hayatından İslam’ı hâkim kılmanın metodunu ve stratejisini tespit etmenin mümkün olduğunu birçokları ya düşünememiş ya da düşünmekten kaçınmıştı.
Çünkü hedefe götüren hem de kestirmeden götüren ve taviz vermeden, haramlara bulaşmadan, müslümanın kişiliğini bozmadan götüren Rabbanî ve Nebevî metodun zor olduğunu ya da bu çağa uymayacağını düşünüyorlardı. O yüzden daha kolay ve daha tehlikesiz yollar aradı böyleleri… Öyle bir yol sanki varmış gibi… Halbuki Allah Azze ve Celle’nin peygamberlerine öğrettiği ve emrettiği metod yalnız doğru bir metod değil aynı zamanda en kolay ve en tedbirli metoddur. Bu metod bize gücümüzün üzerinde yük yüklemez ve Allah kendi hareketini gereksiz tehlikelere atmaz. Mekkî sûrelerde “Kafirlere itaat etmeyin” buyurur ama “onlara saldırın” demez.
Müslümanların kolay ve tehlikesiz bir yol aradığını bilen İslam düşmanları Peygamberî metodun farkına varmasınlar ve o yola başvurmasınlar diye İslâm’ı yeniden hâkim kılmak isteyen bu müslümanların önüne parti metodunu koydular ve “işte yol budur” dediler. Kolay ve nefse uygun bir yol arayan ve “En doğru yol, en dikensiz yoldur” anlayışına sahip müslümanlar hemen bu yola sarıldılar çünkü hem mevki –makam sahibi hem şan-şöhret sahibi hem de zengin olacaklardı. Ayrıca tehlikesiz ve dikensiz bir yoldan ilerleyerek cihad sevabı kazanacaklardı. Bu müslümanlar düşmanın niyetini ve planını düşünmüyorlar, bu metodun onlara neler kaybettireceğine ve peygamberlerin hareket metoduna uyup uymadığına bakmıyorlar, sadece artılarını görmek istiyorlardı. Parti metodunun doğruluğuna inanmak ve ikna olmak isteyen bu kimseleri ikna etmek hatta bütün varlıkları ile bu yola girdirmek İslâm düşmanları için hiç de zor olmadı. Çünkü ikna olmak isteyenleri ikna etmek kolaydır.
Bu yazımızda parti metodunun İslam’a ve İslam’ın hareket metoduna uygun olmadığını Kur’anî, Nebevî ve aklî delillerle anlatacak ve parti metodunun lehinde olduğu zannedilen delillere cevap verecek değiliz. Bu ayrı ve uzun bir yazı konusu… Bu yazıda sadece parti metodunun Müslümanlara kaybettirdikleri ve AKP’nin geldiği nokta üzerinde duracağız.
Parti ile İslam’a hizmet hayali Müslümanlara şunları kaybettirdi:
1. Müslümanların büyük çoğunluğunun parti metoduna yönelmelerinden ötürü Türkiye’de Nebevî metodla mücadele eden tevhidî büyük bir hareket oluşamadı. Çünkü her yanlış hareket varlığı ile doğru hareketin önünde engeldir. Efendimiz; “Her bid’at bir sünneti öldürür” buyurarak bu tehlikeye işaret etmiştir. Yani sünnete aykırı olan her şey o konuda var olan sünnetin terk edilmesine sebep olduğu gibi yanlış hareket metodları da doğru olan Nebevî hareket metodunun terk edilmesine sebep olur ve öyle de olmuştur. Yanlış metodlar terk edilmedikçe doğru ve büyük bir İslamî hareketin oluşması mümkün olmayacaktır.
Parti metodu cemaat çalışmalarını ve cemaatleri bitirmek için bir strateji olarak kullanılmaktadır. Hükümet olmayı gerçek güce ulaşmak zannedip o sahte gücün peşinden koşturulduk. Bu yüzden gerçek güce ulaşamadık. Gerçek güç İslam’la eğitilmiş kitlelerdir. Parti yoluyla Müslümanların lehine elde edilecek olanlar gerçek kazanımlar değildir. Çünkü bir başka hükümet tarafından kolaylıkla değiştirilebilir.
2. Parti metodu Müslümanları yavaş yavaş yalan söylemeye, haramları işlemeye ve haramlara imza atmaya alıştırmıştır. Bunu yaparken önceleri İslam’a hizmet maksadıyla ve nefret ederek yapmış olsalar da daha sonraları bu yaptıklarını gerçekten meşru görmeye başlamışlardır.
3. Parti metodu Müslümanları demokrasiyi ve laikliği savunur hale getirmiştir. Onları bu yöne sevkedenler bunun böyle olacağını biliyorlardı. Bu durum İslam’ın hükümlerinin doğruluğundan, her zaman ve her yerde geçerli olduğundan, bütün zamanlara ve toplumlara uygun ve evrensel olduğundan şüphe edilmesine ve itikadın bozulmasına götürür.
Müslümanlar kendilerince demokrasi ve laikliğe yeni bir bakış getirerek kendilerini aldatmışlardır. Demokrasiyi sadece fikir ve ifade özgürlüğü ve seçimle iş başına gelinen sistem olarak görmek istediler. Hâlbuki demokrasilerde yalnızca fikir ve ifade özgürlüğü değil tüm haramlara da özgürlük vardır. Bir müslümanın ise bunu kabul etmesi mümkün değildir. Ayrıca demokrasi netice itibariyle beşerî bir ideolojidir. Allah’ı ve Kur’an’ı dikkate almayan, hakimiyetin millete ait olduğunu kabul ederek toplumu ve liderleri kutsallaştıran, insanları kullara kul yapan bir ideolojidir. Bu yönüyle de kabulü mümkün değildir.
4. Kur’anî ve Nebevî metodun terk edilip parti metodunun seçilmesi Nebevî metodun bu zamana ve Türkiye’ye uygun olmadığı ve bu metodun evrensel olmadığı sonucuna götürür. Hâlbuki Kur’an’ın tüm hükümleri evrensel olduğu gibi hareket metodu da evrenseldir. Bunun aksi kabul edilemez.
5. Müslümanlar parti metodu ile köşeleri kapacaklarını İslam’a büyük hizmetler yapabileceklerini düşündülerse de o makamlara gelince köşeler onları kaptı ve dünyaperest olmaya başladılar. Biz gelmezsek filanlar gelir diyerek o makamlara geldiler. Sonra beğenmedikleri kimselerin yapacaklarını fazlasıyla kendileri yapmaya başladılar.
6. Makamları parti metoduyla ele geçirmeyi hedeflemiş müslümanlar, bunun büyük güçlerle anlaşmadan ve onların projelerinde yer almadan mümkün olmayacağını anladıklarında bu projelerde yer almayı kabul ettiler. Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı bile oldular ve Irak’ta Amerika’nın 1,5 milyon müslümanı katletmesine destek verdiler. Çünkü başka türlü o makama gelemeyeceklerdi. Keşke o makamlara başkaları gelseydi ve o günahı onlar işleseydiler.
7. Parti ile vatana millete güzel hizmetler yapacaklarını ve bu yolla insanları İslam’a yönlendireceklerini düşündüler. Aksi olursa yani hükümette başarısız olurlarsa ya da içlerinden bazıları hırsızlık gibi bazı yanlış işler yaparlarsa bunun İslam’a ve müslümanlara ne kadar zarar vereceğini hesaba katmadılar. Başarısız olunduğunda ya da yanlış işler yapıldığında İslam’a ve müslümanlara zarar gelmektedir. Mısır’da İhvan’ı başarısız duruma getirip ya da öyle gösterip darbe yaptıkları, hükümeti vatana ihanet etmiş gibi gösterdikleri ve bu bahane ile binlerce müslümanı şehit ettikleri, binlercesini de hapse attıkları gibi…
8. İktidara geldiklerinde inkılâpçı ruhlarının öleceğini, sistemi korumak, savunmak ve muhafazakarlaşmak zorunda kalacaklarını hesaba katmadılar. Sonunda hesaba katmadıkları bu durum başlarına geldi.
9. Müslümanlar parti metodu yüzünden sisteme değil diğer partilere muhalif oldular. Muhalefet ruhu diğer partilere muhalefete dönüştürüldü ve muhalefet ruhu orada boşaltıldı ve bitirildi.
10. Tevhidi bir söylem ile ve Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı diyerek ortaya çıksalardı İslam düşmanları “Allah’ın değil bizim dediğimiz olur” diyecekler ve Allah ile karşı karşıya gelmiş olacaklardı. Bu şekilde saflar ayrılmış olacak ve müslümanlara Allah’ın yardımı, kâfirlere ise Allah’ın azabı gelecekti. Çünkü saflar ayrılmadan ve insanlar Allah’a karşı gelmeden Allah’ın müslümanlara yardımının ve kâfirlere ise azabının gelmemesi sünnetullahtır. Allah adına değil başka söylemlerle ortaya çıkınca bu yardımdan mahrum kaldık.
11. Müslümanlar parti metodu ile hükümet olmak ve belediyeleri ele geçirme mücadelesi verirken asıl yapmaları gereken kendilerini ve toplumlarını değiştirme faaliyetlerini yapamadılar. Halbuki Kur’an-ı Kerîm Rad suresinde “Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe, Allah o toplumda olanı değiştirmez” buyurarak Allah’ın bir toplumu değiştirmesinin eğitim çalışmalarıyla toplumun değiştirilmesine bağlı olduğunu ifade etmiştir. Ekonomiyi ve memleketi geliştirelim derken topluma İslam’ı öğretme faaliyetlerini yapamadılar.
12. Türkiye bürokratik Cumhuriyetini derin devletin emrindeki bürokratların yönettiği çok iyi bilinmektedir. Bu durumda hükümetler ne yapabilir? Hükümetler büyük güçlerin ve derin devletin dediğini yapmak zorunda kaldıklarından iktidar olamamakta ve sadece memleketin işlerini idare eden ama asla patron olamayan bir müdür durumuna düşmektedirler. Bu, işin başında hamal olduğunu, patron olmadığını ve olmayacağını kabul etmektir.
13. Laikliğe ve demokrasiye yemin ederek işe başlayan partiler Kur’an’a değil insan mahsulü bir ideolojiye dayanan ve İslam’a göre gayr-i meşru olan sistemi meşru hale getirmekte, sistemi doğru ve meşru göstermiş olmaktadırlar.
14. Müslümanlar parti metodu ile yeni bir nizam ve medeniyete davet etmiş olmamaktadırlar. Sanki mevcut nizamın yanlışları küçük rütuşlarla halledilebilecek hatalarmış gibi görülmesine ve köklü bir değişim düşünülmemesine sebep olmaktadırlar. Demokrasi ve laikliğe yemin ederek işe başladıklarından hakimiyetin Allah’a ait olması gerektiği gerçeğini hiç bir zaman dillendirememekte ve yeni bir medeniyet önerememektedirler. Halbuki Müslümanlar insanları İslam Medeniyetine davet etmek zorundadırlar.
15. Partiler müslüman toplumu bölmekte, farklı partileri seven akrabaları bile birbirine düşman haline getirmektedir. İslam’ın konuşulmasına ve İslam’a davete engel olan gergin bir ortam meydana gelmesine sebep olmaktadırlar. Partilerin fikirlerinin veya yaptıklarının konuşulduğu ortamlarda hararetli tartışmalar hatta kavgalar olmakta ve İslam’ın mesajı insanlara ulaştırılamamaktadır.
16. Parti yoluyla İslam’a hizmet iddiasında olanların samimiyetine insanlar inanmamakta, onları dini siyasete alet eden yalancılar olarak görmektedir ve onların anlattıkları Kur’an’ın elmas gibi hakikatleri olsa bile oy toplama gayesi ile anlatıldığından ya da öyle görüldüğünden değersizleşmektedir.
17. Seçimlere katılan partiler bu sahte seçimlere girmekle ülkede aslında gerçek seçimin yapıldığının zannedilmesine sebep olmaktadırlar. Seçimlerin sahte olduğunun delili seçmenlere sistemi ve nizamı seçme hakkının verilmemesi ve sadece kişileri seçme hakkının verilmesidir. Tüm partiler demokrasi ve laikliği savunduğuna ve savunmak zorunda olduğuna göre seçmenler sadece kişileri seçmiş olmaktadırlar, nizamı değil. Yani resmî ve derin devlet sistemin ne olacağına zaten karar vermiştir ve topluma onu sormamaktadır. Gerçek seçim ise seçmenlere önce nizamın sorulduğu ya da başka nizamlar isteyen partilerin de seçime girebildiği seçimlerdir.
18. Parti metodu ile mücadelede İslam’ın en temel mesajı olan ile “Leilehe İllallah” yani Allah’tan başka itaat edilecek hiç bir otoritenin olmadığı, her meselede sadece O’nun kanunlarına bağlı kalınacağı, başka kanun ve ilkelerin reddedileceği gerçeği geri planda kalmakta ve vatanın kalkınması gibi konular tevhidin önüne geçmektedir.
19. Müslümanlar önce önlerine sunulan yola girdiler sonra o yolu ve metodu destekleyecek ayet ve hadisler aradılar. Parti metodunu destekleyecek ayet ve hadisler bulamayınca ayet ve hadisleri saptırmaya, olmadık manalar çıkarmaya başladılar. Hâlbuki olması gereken önce Kur’an ve Sünneti incelemek, bu iki kaynaktaki hareket metodunu ve stratejiyi tesbit edip ona göre yol ve metod tayin etmekti. Bunun tersi yapıldı. Ayet ve hadislere uyulacağına ayet ve hadisleri kendilerine uydurdular.
20. Müslümanlar Peygamberî metodla mücadele etselerdi cesaret ve sabrı öğrenecekler, Allah’a yaklaşacaklar ve sağlam kadrolar yetiştireceklerdi. Parti metodu ile bu da mümkün olmadı. Sahabe neslinin oluşmasında Nebevî metod çok etkili olmuştur. Parti metodu ile sağlam kadrolar yetişmemiştir. Daha çok menfaatçi, makamperest, şöhret meraklısı tipler çoğalmıştır. Çünkü mıknatısın demiri çekmesi gibi parti metodu da ekseriyetle böyle insanları kendine çekmiştir.
21. Müslümanlar parti metodu ile güçlülerle birlikte olmaya, onlara muhalefet etmemeye alıştılar. Bu yüzden gerçekleri açıkça söyleyemediler, zulme zulüm diyemediler. Bundan dolayı geniş kitlelerin gözünde, özellikle de zulme uğramış kimselerin nezdinde sistem taraftarı, haksızlık karşısında susan, kaypak, menfaatçi ve korkaklar olarak görüldüler. Bunun sonucunda nice kaliteli insanları başka ideolojilere kaptırdılar.
22. Parti metodu ile Allah’ın rızası da kaybedildi. Çünkü O’nun gösterdiği metod takip edilmedi, O’na güvenilmedi ve O’na teslim olunmadı. İnsanların yollara koydukları işaretlere inanıp o yola girenler Allah’a güvenmediler ve O’nun gösterdiği yola girmediler.
23. Nebevî metodun dışında metodların izlenmesi Kur’an ve sünnetteki metodun ve hükümlerin dışına çıkmanın, onlara uymamanın caiz olduğu, nas olan konularda bile içtihadın caiz olduğu gibi bir anlayışa götürür. Bu ise itikadın bozulmasıdır ve kabul edilemez. Ayet ve hadis olan bir konuda başka bir görüş ve metod ortaya koymak caiz görülürse laiklik de caiz görülmek zorunda kalınır. Çünkü laiklik de aslında bundan ibaret değil midir?
24. Mücadele İslam’ın hareket metoduna göre olmaz ve parti metodu gibi yeni bir metod ile yapılmaya çalışılırsa bir çok müslümanda İslam’da en mühim meselelerin bile belirlenmemiş olduğu, dinde eksiklerin olduğu gibi birtakım anlayışlara sebep olacaktır. Buna sebep olmak da caiz olamaz. Hâlbuki bu din sadece ana meseleleri değil bir çok detay meseleleri bile sünnet ile tayin etmiştir.
Bunlara parti metodunun kaybettirdiği daha başka maddeler ilave etmek de mümkündür. Parti metodunu savunanlar hep faydalarını görmek istediler ise de kaybettirdikleri çok daha fazladır. Müslümanların meselelere sadece menfaat ve fayda yönünden bakmaları ise ayrı bir tehlikedir. İçkinin de bazı faydaları olduğu Kur’an’la sabittir. Peki, helâl midir?
Şimdi AKP’nin geldiği noktaya bakalım. Nerden nereye geldiğimizi ve nereye doğru gittiğimizi anlamak için geçmişi hatırlayalım:
• 2009 yılında İsrail’e karşı sert çıkışlar ile İslam Âleminde değer kazanan ve İslam Âleminin hâmisi gibi görünen bir Tayyip Erdoğan!
• Sonra 2010’da Mavi Marmara gemisi olayı; Hamas’ın ve Filistin halkının yardımcısı, İsrail’e katil ve terörist diyen bir Tayyip Erdoğan.
• Suriye halkını zalim Beşşar Esed’den kurtaracak, muhalifleri destekleyerek Suriye’de devrim yapacak ve kısa bir zaman sonra Şam’da Cuma namazı kılacak olan Tayyip Erdoğan!
• Mısır’da darbe ile devrilen Mursî’ye ve İhvan’a destek veren, zalimin karşısında mazlumun yanında bir Tayyip Erdoğan!
• Sonra iç barışı sağlayan, anaların gözyaşını bitiren, çözüm sürecinin kahramanı Tayyip Erdoğan!
• Cemaatlerin önünü açan, İslamî hizmetleri kolaylaştıran ve dindarları makamlara getiren Tayyip Erdoğan!
• İmam-Hatiplerin orta kısmını açan ve İmam-Hatiplilere uygulanan katsayı haksızlığını bitiren Tayyip Erdoğan!
• Başörtüsü sorununu halleden Tayyip Erdoğan!
• Daha sonra Rusya uçağını düşüren, hava sahamızı bir daha ihlal ederse yine düşürürüz, onlar bizden özür dilesinler, biz dilemeyiz diyen cesur ve kahraman Tayyip Erdoğan!
Sonra ne olduysa oldu ve; Amerika Tayyip Erdoğan’ı adeta defterden sildi. Geçenlerde Obama ısrarlara rağmen Tayyip Erdoğan’la görüşmeyi kabul etmedi. Türkiye’nin adeta yalvarmaları sonucunda ayaküstü kısa bir görüşmeyi kabul etti. Muhammed Ali’nin cenazesinde de Türk Cumhurbaşkanı’nı mahcup ettiler. Muhammed Ali’nin tabutuna eliyle destek vermesine bile müsaade etmediler. Muhammed Ali’nin ailesi Cumhurbaşkanıyla bir fotoğraf dahi çektirmedi. Hiç bir karede onunla beraber görünmek istemediler. Türk Diyanet İşleri Başkanı da oradaydı, Kur’an okumak istedi ona da müsade etmediler.
Cumhurbaşkanı Afrika’ya gittiğinde; Uganda’nın devlet başkanı yüksek bir tahtta, Tayyip Erdoğan ise sandalyede oturtuldu. Aralarında yaklaşık yarım metre yükseklik farkı var. Uganda bile bize bunu yapar hale geldi. Uganda bunu kimin emriyle yaptı? Büyük ihtimalle Amerika’nın emriyle. Amerika her tarafta Türkiye’yi rezil etmek istiyor. Türkiye’nin izlediği yanlış dış politikalar yüzünden bedel ödüyoruz.
Bakın Türkiye şimdi de İsrail’le anlaşma noktasına geldi. Çünkü Rus uçağını düşürme olayından sonra Türkiye yalnızlaştı ve İsrail’e yaklaşmak zorunda kaldı.
Almanya, parlamentosunda soykırım tasarısı kabul edildi ve buna rağmen Türkiye tepki gösteremedi. Hatta Almanya Dışişleri Bakanı İncirliğe geldi ve büyük ihtimalle İncirlik’ten Almanya’ya da yer verilecek. Soykırım yaptınız diyenlere cevap bile veremeyen hatta onları ödüllendiren bir Türkiye olmak zorunda kaldık.
Şimdi bütün o puanlar teker teker elinden geri alınıyor. Artık;
• İsrail dostumuzdur ve İsrail’e muhtacız diyen bir Tayyip Erdoğan! İsrail’in NATO’ya alınmasına müsade eden Tayyip Erdoğan! Gazze’ye ablukanın kaldırılmasını artık şart koşmayan, abluka kaldırılmadığı halde İsrail’le ittifaklar yapan Tayyip Erdoğan!
• İsrail’le arayı düzeltmek için İHH’yı yalnız bırakan ve “giderken bana mı sordunuz” diyen bir Tayyib Erdoğan!
• Başlattığı çözüm sürecini tamamen bitiren, sonuna kadar savaş diyen, bir kaç ayda on bine yakın insanın ölümünü soğukkanlılıkla izleyen ve artık analar ağlamasın demeyen bir Tayyip Erdoğan!
• Kendisini tenkit eden her kişi veya cemaate paralel bahanesiyle baskı uygulayan, görevlerine son veren, kendi ile birlikte olmayan cemaatlerin çalışmalarını engelleyen ve kendine bey’at etmeyenleri bitirmeye karar vermiş bir Tayyip Erdoğan!
• Rusya’dan özür dileyen bir Tayyip Erdoğan!
• Mısır ve Suriye ile de ittifaklar yapmaya hazırlanan, bugüne kadar söylediklerini unutmaya hazır bir Tayyib Erdoğan.
Erdoğan Mısır diktatörü Sisi’ye darbeci, zalim demişti. İhvan’a destek vermiş bununla puan kazanmıştı. Göreceksiniz yakında o şeref de elinden alınacak! Kısa bir süre önce zalim, katil, ğayri meşru dediği Sisi ile ittifak yapılacak.
Suriyeli muhaliflere ve Suriyeli mültecilere en büyük destek Türkiye’den idi. Suriye’nin bu hale gelmesinin en önemli sebeplerinden birinin Erdoğan olduğunu anlamayan kimselerin nezdinde bununla puan kazanmıştı. O da elinden alınacak ve yakında Beşşar Esed ile de anlaşma sağlanacak!
Doğu Perinçek, derin devletin sol kanadı. Yaptığı açıklamada; “Rusya’yla tekrar münasebeti biz sağladık, biz görüşmeler yaptık, ilişkileri biz normalleştirdik. Şimdi sıra Suriye’de. Cezayir’de Türk yetkililer ile Suriyeli yetkililer görüşüyorlar, kamuoyunun bundan haberi yok! Yakında barış içerisinde gidip Şam’da Emevi Camii’nde Cuma namazı kılacağız.” dedi. Yani Suriye ile de ittifak yakın.
Geriye Tayyip Erdoğan’a puan kazandıran iki tane mesele kaldı;
1. İmam Hatiplerin ortaokul kısmının açılması ve İmam Hatiplere uygulanan katsayı haksızlığının kaldırılması .
2. Okullarda ve kamuda başörtüsüne izin verilmesi.
Öyle tahmin ediyorum ki bunları da bir şekilde elinden alacaklar. Hukuk yoluyla bir şekilde yapacaklar ve Cumhurbaşkanı da “ben yapmadım, onlar yaptı” diyecek, bu iş bitecek. Yakında başörtüsü meselesi tekrar krize girebilir. Çünkü göründüğü kadarıyla AKP derin devlete teslim olmuş ve onlara esir düşmüş vaziyette…
Ne verildiyse hepsi geri alınıyor. Peki derin devlet bunu neden yapıyor? Buradan ikaz ediyor, insanlık görevimi yapıyorum. Cumhurbaşkanı’nı da AKP’yi de şu meselede ikaz etmek istiyorum. Kendilerine verilen ya da kendilerinin çalışarak elde ettiği ne kadar şeref varsa ellerinden alıyorlar. Bunun manası şudur; Tayyip Erdoğan’ın kalemi kırılmıştır. Yakında son darbeyi vurmak isteyeceklerdir. Bitirildiği zaman ona kimsenin acımaması için, başarısız gösterilmesi ve sevenlerinin kalmaması için ona verilen ya da onun elde ettiği bu şereflerin geri alınması lazım. Bütün bunların geri alınmaya başlanması Erdoğan’ın ve partisinin sonunun yaklaştığının habercisidir. AKP yetkilileri ve Erdoğan sanıyorlar ki devletlerle münasebetleri tekrardan düzeltirlerse her şey yoluna girecek. Hayır, öyle olmayacak. Aslında bunlar bu hükümeti tekrardan ayağa kaldırmak ve krizi bitirmek için yapılmıyor. Aslında onlara tamamen prestij kaybettirmek için yapılıyor. Sonra bitirecekler. Artık bu sürece girdik.
Müslümanlar parti metodu ile gerçek güce ulaşamadıklarını, dolayısıyla da gerçek değişimleri başaramayacaklarını ve bir çok taviz vererek başardık zannettikleri şeylerin kolaylıkla ellerinden geri alınabileceğini artık anlamalıdırlar. Artık Allah’a itaat ve teslimiyet göstererek, O’na tevekkül ederek ve O’nun bizden daha iyi bildiğini kabul ederek Nebevî metodla mücadeleye karar vermelidirler. Allah’a emanet olun.