Hamd, kullarına doğru yolu ve doğru mücadele yöntemini öğreten Allah’a; salât-u selam, hidayetimiz için gece-gündüz mücadele eden ve mücadele yöntemini hayatıyla pratize eden Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e; selam ise ümmetin halini dert edinen ve yeniden diriltme gayreti içinde olan tüm kardeşlerime olsun.
Son iki sayıda yaklaşık üç yıl önce Suriye’de başlatılan Beşşar Esed karşıtı bu hareketlerin yola çıkarken düşünmedikleri noktaları anlatmaya başlamış ve hesaba katılmayan dört noktayı kısaca açıklamıştım. Düşünülmeyen diğer noktalarla devam ediyorum.
5- Suriyeli muhalifler bu silahlı hareketi başlatmadan önce her şeyin düşünüldüğü ciddi planlar yapmak zorundaydılar. Fakat bir lider ve cemaat olmayınca hiçbir planlama yapılamadı. Yapılması gereken planda bu hareketin zamanlamasının uygun olup olmadığı düşünülmeliydi. Çünkü her şey doğru ve uygun olsa bile zamanlamada hata yapılır ve yanlış zamanda ortaya çıkılırsa sonu hüsran olur. Tıpkı kışın havalar biraz güneşli gidince bahar geldi zannedip çiçek açmaya başlayan sonra da soğuklar tekrar başlayınca bütün çiçeklerini döken ve o sene meyve veremeyen ağaçlar gibi. Tıpkı gerçek fecir (fecr-i sâdık) doğmadan önce kısa bir süre için ufukta beliren aydınlığı (fecr-i kâzib) gerçek fecir zannedip onun ışığında yola çıkabilirim zanneden sonra da tekrar karanlık çöktüğünde ne yapacağını şaşıran kimse gibi…
Çiçek açmadan önce hangi mevsimde olduğumuzu, bu güneşli ve sıcak günlerin gelip geçici mi yoksa sürekli mi olduğunu düşünmemiz gerekmez mi? Ufukta beliren bir aydınlık gördüğümüzde saatin kaç olduğunu bu aydınlığın kısa süreli mi yoksa devamlı mı olacağını sonrasında güneşin doğup doğmayacağını düşünmemiz gerekmez mi? Bunlar düşünülmedi ve Ortadoğu’nun bazı bölgelerinde havaların biraz ısınmasına aldanıldı ve bahar geldi zannedildi.Arap baharının sahte bir bahar olduğu anlaşılmadı. Bu baharın sahte olduğunun en büyük delili; baharın geldiği zannedilen devletlerin hiçbirinde özgürlükler genişlememiş ve bir diktatör gitmiş bir diğeri gelmiştir. Ne orduları ne devleti idare eden kadroları ne de siyasi düzenleri değişmemiştir.
Müslüman halklar artık şunu anlamalıdırlar: Büyük bir cemaat olmadan, yıllarca çalışma yaparak milyonları eğitmeden, nefisleri değiştirmeden, tecrübeli kadrolar meydana getirmeden gerçek bahar gelmeyecek, fecr-i sâdık görülmeyecektir. Bu anlaşılmadığı ve işin kolayına gidilmek istendiği için acele edilmekte, zamanlamada hata yapılmakta, fecr-i kâzib, fecr-i sâdık zannedilmekte ve harekete geçilmektedir. Müslümanlar bir bakıma aldanmak ve şartlarını yerine getirmeden başarıya ulaşılabileceğine inanmak istemektedirler. Bu onlara büyük hatalar yaptırmakta ve büyük bedeller ödetmektedir. Aldanmak isteyenleri aldatacak birileri mutlaka olacaktır.
Diktatörlere ve diktatör rejimlere karşı mücadele verenler çok iyi bilmelidirler ki zamanlama da hata yapar ve yanlış zamanda ortaya çıkarlarsa ikinci kez fırsatları olmayacaktır. Ülkeyi ele geçirmiş olan zalim diktatörler, saltanatlarını sürdürebilmek için ellerindeki bütün gücü kullanacaklar ve çok acımasızca katliamlara girişeceklerdir. O diktatörler ‘halkım beni istemiyorsa çekip giderim’ demeyecek aksine ‘beni istemeyenler istediği yere gidebilir’ diyeceklerdir. Onlar bu dünyaya, zevk ve sefaya, saltanata tapan kimselerdir. Kur’an’ın ifadesiyle “Sadece hevasını ilah edineni gördün mü ?”1 Onlar başka bir şeye değil sadece heva ve arzularına taparlar. Nefsî istekleri ve saltanatları için gerekirse ülkelerini tamamıyla yıkar, halklarını tamamıyla öldürürler. Bu gözü dönmüşlere karşı mücadele edenler bunu hesaba katmak zorundadırlar.
Başlattıkları hareketin başarılı olma ihtimali yoksa veya çok düşükse sabretmek ve zamanını
beklemeyi bilmek zorundadırlar. Şeyh Edebali’nin Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’e dediği gibi: “Oğul, sabretmesini bil. Çünkü çiçek vaktinden evvel açmaz.” Elbette ki sabır zulme sessiz kalmak değildir. Sabır, zulme karşı mücadele ederken başına gelenlere tahammül göstermektir. Sabır, bütün tahrikçilere ve erken doğuma zorlayanlara rağmen doğru mücadele yönteminden vazgeçmemek ve aceleci davranmamaktır. Sabır, çiçeğin açmasını beklemektir. Çünkü vaktinden evvel açmaya kalkarsa bunu başaramayacak ve açmadan kuruyacaktır.
Bir şeyin zamanını bekleyebilmek, hem sabırlı olmak hem de hikmetli davranmaktır. Ve “Kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiş”2 demektir. Hikmeti elde edememiş olan ise büyük bir hayrı kaybetmiştir. Hikmete sahip olmak dünyaya sahip olmaktan üstündür. Hikmete sahip olmayan dünyaya sahip olsa kıymeti yoktur. Bu kadar kıymetli olan hikmet ise Kur’an’ı okuyan ve anlayan, takva sahibi olan, Kur’an davasının çilesini çeken ve bu yolda sabredenlere verilir.
6- Suriyeli muhalifler sokağa çıkmadan ve silahlı mücadeleye başlamadan evvel zalim rejimin gücünü, ona verilebilecek dış desteği; kendilerinin gücünü ve alabilecekleri dış desteği hesaba katmalıydılar. Hiçbir şeyi hesaplamayan muhalifler bunları da hesaplamadılar ve hiçbir devletin bu zalim diktatörü desteklemeyeceğini ve ABD’nin kendilerini destekleyeceğini zannettiler. Hata ettiler. Bu hata uluslararası siyaseti, devletlerarası ittifakları ve menfaat ortaklıklarını bilmemekten kaynaklandı. Suriye devletinin sadece komşuları olan İran, Irak ve Lübnan gibi devletlerle değil, Rusya ve Çin gibi süper güçlerle de ittifakı olduğu ve bu devletlerin Beşşar Esed’i sevmeseler bile menfaatleri gereği ona yardım edecekleri anlaşılamadı.
Bu zamanda dünya küçülmüştür ve bir devlette olabilecek bir rejim değişikliği birçok devleti siyasi, askerî ve ekonomik açıdan yakından ilgilendirmekte ve etkilemektedir. Mevcut rejimle uzlaşmış olanlar ne olacağı belli olmayan yeni bir rejimi ve idarî kadroyu neden istesinler?Esed rejimi kısmen sosyalist bir rejim olduğu için Rusya ve Çin’e daha yakın, ABD’ye biraz daha mesafelidir.
Rusya ve Çin’in böyle bir rejimi terk etmesi ve Suriye’de Rusya ve Çin’e uzak, ABD’ye yakın bir rejim kurulmasına seyirci kalması düşünülemez. Suriye’yi ABD’ye teslim etmemek ve ABD’nin nüfuz alanını genişletmesine müsaade etmemek için Esed rejimi yanında yer almak zorundadırlar ve öyle de olmuştur? ABD bunun böyle olacağını baştan beri bilmektedir ve o yüzden bu işe direkt müdahil olmamış ve işi Türkiye’ye havale etmiştir. Bu yolu İran, Irak, Rusya ve Çin ile karşı karşıya gelmemek için tercih ettiği gibi hem de muhtemelen Türkiye’yi zor duruma düşürmek, prestij kaybına uğratmak ve bu ülkelerle düşman hale getirmek için tercih etti.
Suriyeli muhaliflerin uluslararası siyaset ve stratejileri, ülkeler arası gizli ittifakları, uzun vadeli stratejik planları, ABD’nin bu konuya gerçekten ne kadar müdahil olmak isteyeceğini …bilmemeleri normal görülebilir. Ancak Türk Hükümetinin bunları bilmemesi, ABD’nin Suriye için hiçbir riski göze almayacağını ve bu konuda Türkiye’yi ve Suriye halkını yalnız bırakacağını, Avrupa’nın da ABD gibi davranacağını tahmin etmemesi hatta bilmemesi normal görülemez ve affedilemez.
Suriye’nin yerle bir olması, yüzbinlerce insanın katledilmesi, milyonlarca insanın göç etmek zorunda kalması, ne alt yapının ne üst yapının kalmaması, bu arada Türkiye’nin maddî-manevî kayıplara uğraması, bölge ülkeleri arasında gerginliklerin olması… Bunların hiçbiri ne ABD ne Avrupa ne de Rusya açısından olumsuz şeyler değildir. O halde onların bu olaylara müdahale etmesini istemek ve onlardan bunu beklemek saflıktır. Onlar bu arada İsrail için küçük de olsa bir tehditten ve düşmandan kurtulmuş olmaktadırlar. O halde neden müdahale etsinler?
Görünen o ki Suriye rejimini destekleyen devletler bu desteği vermede daha samimi ve daha kararlıdırlar. Suriyeli muhalifleri ve Özgür Suriye Ordusunu destekleyenler ya da öyle görünenler ise – Türkiye dışında- samimiyetsiz ve yalancıdırlar. Suriyeli muhalifleri samimi olarak destekleyen tek ülke Türkiye olmuştur ve kararlı bir şekilde desteğini sürdürmektedir. Ancak Türkiye yalnız kalmıştır. Muhalifler yalnız kalacaklarını düşünemedikleri gibi Türk hükümeti de yalnız kalacağını düşünememiştir.
Gerek muhalifler gerekse Türkiye bu işin Tunus, Mısır ve Libya gibi kolay olacağını zannetmekle hata ettiler. Bu ülkelerdeki rejimler ve diktatörler Suriye rejimi kadar dış desteğe sahip değildi. Ayrıca genellikle bu ülkelerde ABD’nin hâkimiyeti veya etkisi büyüktü ve ABD kendi menfaatleri için bu ülkelerde sahte devrimler yaptırarak bu diktatörleri değiştirmeyi istiyordu. Onun için bu ülkelerdeki muhalif hareketleri destekledi. Ama Suriye’nin durumu böyle değildi. Aradaki fark anlaşılamadı, gizli tahriklere ve sözlere aldanıldı, büyük bir hata yapıldı.
Özetle muhalifler ve Türkiye, ne zalim rejimin alabileceği dış desteği ne de ABD ve Avrupa’nın kendilerini yalnız bırakacağını öngöremediler. Rejimin muhaliflere karşı ağır silahlarla saldıracağını ve muhaliflerin bu saldırılara karşılık verebilmek için ağır silahlara sahip olmasının mümkün olmadığını çok da iyi hesap edemediler. Olan öncelikle Suriye’ye, Suriye halkına ve biraz da Türkiye’ye oldu.
Muhalifler ABD’ye ve Türkiye’ye güvenerek, Türkiye ise ABD’ye güvenerek yola çıkmamalı ve kendi güçlerini hesaba katmalıydılar. Bunu düşünseydiler ne muhalifler ne de Türkiye bu işe kalkışmaz ve bu büyük hata yapılmazdı. Unutulmamalıdır ki, ABD büyük yalanlar söyleyebilen güvenilmez bir devlettir ve onun ipiyle kuyuya inenler kuyuda kalırlar. Konuya devam etmek temennisiyle. Allah’a emanet olun.
Furkan 43
Bakara 269