Peygamberler ve kitaplar göndererek bu uçsuz bucaksız kâinatta kullarını başıboş ve ne yapacağını bilmez vaziyette bırakmayan Allah’a hamd, görevini hakkıyla yerine getirerek bu dünyadan göçen fedakâr ve çilekeş Resulüne sâlat-u selâm ve onun emanetini taşımaya gayret eden tüm kardeşlerime selam olsun.
Bir önceki sayıda öncü neslin vasıflarını anlatmış, bu sayıda da öncü neslin görevlerini anlatacağımı belirtmiştim. Konuya başlıyorum.
Öncü nesil; sorumluluğu kendinde bilen, ‘bugün zor olan yarın da zor olacaktır’ anlayışında olan, kendi görevini bilip Allah’ın görevine karışmayan; sonunu değil, vazifesini yerine getirmeyi düşünen bir nesildir. Başkalarının koyduğu işaretleri değil, Allah’ın kitabında bize gösterdiği işaretleri takip eden; sonunu bilmese de O’nun gösterdiği metot ve stratejiyi takip eden, O’na tevekkül eden bir nesil.
Efendimiz (s.a.v)’e vahiy gelip Peygamberlik verildiğinde heyecanlı ve uyuyamaz bir vaziyette iken Hz. Hatice (r.a) kendisine: “Biraz uyusan, ya Resulallah!” demiş ve Efendimiz (s.a.v) de: “Ey Hatice, artık uyku devri çoktan geçti.” diyerek cevap vermiştir. Öncü nesil; milletinin ve insanlığın huzursuzluğunu yaşayan, rahat uyuyamayan, bu zamanda rahat yaşamanın caiz olmadığını unutmayan görev adamlarıdır.
Öncü neslin görevi, kula kulluğu ortadan kaldırmaktır.Öncü nesil, Şirk ve şirkin temsilcileriyle mücadele halindedir; Müslüman kardeşleriyle veya Müslüman kitlelerle değil, Müslüman halkı ile mümkün olduğunca anlaşmaya çalışır.
Görevinin, “bütün dünya ile mücadele etmek” demek olduğunu bilir. Medine’den gelen Ensar, Efendimiz (s.a.v)’e Akabe’de beyat edecekken Abbas bin Ubade bin Nadile (r.a): “Bu adama ne üzere beyat ettiğinizi biliyor musunuz?” dedi. “Evet!” dediler. O da: “Siz kırmızısıyla, siyahıyla bütün insanlarla savaşmak için O’na beyat ediyorsunuz. Eğer mallarınızın musibete uğrayıp yok olduğunu, eşrafınızın öldürüldüğünü gördüğünüzde O’nu teslim edecekseniz O’nu şimdiden bırakın.” diyerek başlarına gelecekler konusunda onları uyarmasına ve yine Es’ad bin Zürare (r.a) nin de: “Ey Yesrib halkı! Biraz yavaş olun, bugün O’nu memleketinden çıkarıp yanımıza almak, bütün Araplardan ayrılmak, seçkinlerinizin öldürülmesi ve kılıçların sizi biçmesi demektir. Eğer bütün bunlara sabredecekseniz O’nu alın. Şüphesiz Allah, mükâfatınızı verecektir.” demesine rağmen bunu göze alarak bey’at eden Ensar gibi.
Vazifeleri ‘Furkan’ olup hak ile bâtılı ayırmaktır. Her meselede hak vardır, bâtıl vardır. Allah’ın dediği hak, insanların ve ideolojilerin ona aykırı görüşleri ise bâtıldır. Öncü nesil, “Ben hakkı söyleyeyim, bâtılın bâtıl olduğunu insanlar zaten anlar.” demez. Bâtılın bâtıl olduğunu da söyler. Çünkü bâtıla bâtıl demeden bâtıl yıkılmamıştır, yıkılmayacaktır. Davalarını yaymak ve hızlı mesafe almak adına bâtılla uzlaşmak ve imanda pazarlık yapmak gibi bir vazifeleri ve yetkileri yoktur. Çünkü bu din, onların kendi görüşleri değildir ki müdahale etme, ılımlı hale getirme gibi bir hakları olsun. Ayrıca hak olana hak, bâtıl olana bâtıl demez ve bâtılla uzlaşırlarsa Furkan olma görevini yerine getirmeleri mümkün olmayacaktır.
Öncü nesil unutturulan veya saklanan ayetleri ve dinin temellerini ortaya koyar. Kur’an: “İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet rehberi ayetleri, biz insanlar için kitapta açıkladıktan sonra onları gizleyenler var ya, muhakkak ki onlara Allah lanet eder ve lanet ediciler de lanet eder.”1 buyurduktan sonra, saklanan gerçeğin ne olduğuna işaret etmek için: “İlahınız tek bir ilahtır.”2 buyurur. Bugün, insanlara unutturulan en temel gerçek Allah’tan başka ilahın yani otoritenin, itaat edilecek bir makamın olmadığıdır. İlahın ve Rabbin ne olduğu öğretilmemiş ve hatta kasten yanlış öğretilmiştir. İlah ve Rabb yaratıcı manasında anlatılmış ve insanlar sadece yaratan, rızık veren; ama hükmetmeyen, kanun koymayan bir Allah’a iman ettirilmiştir. Hâlbuki Kur’an: “Dikkat edin! Yaratmak da, emretmek de yalnızca Allah’a aittir.”3 buyurur. Sadece yaratan, rızık veren, bağışlayan bir Allah anlayışı kilisede de vardır, havrada da; hatta Mekke putperestlerinde de. Kur’an Allah’ın varlığı üzerinde durmaz, ateistleri muhatap almaz.
Çünkü onlar her zaman çok küçük bir azınlık olmuşlardır. Mekke’nin müşrik putperestleri bile Allah’a ve meleklerine iman eder, hac yapar; hatta bazıları kendince zekâtlarını bile verirlerdi. Ama peygamberi, kitabı ve âhireti kabul etmezlerdi. Peygamber ve kitap göndererek hayatlarına karışan ve âhirette insanlara yaptıklarının hesabını soran bir Allah istemiyorlardı. Onun için onlara peygamber ve kitap göndermeyen, kanun koymayan, hesap sormayan varlıkları putlaştırıyorlar ve sonra da istedikleri gibi yaşıyorlardı.
Onun için Kur’an, şirk üzerinde durur; çünkü şirk koşmadan iman edenler her zaman azdır. Kur’an; kula kulluk yapılmamasını, Allah’ın dünyasında Allah’ın dediğinin olması gerektiğini, mülk O’na ait ise emretme yetkisinin de O’na ait olduğunu sürekli vurgular. Onun için öncü nesil, unutturulan ve saklanan bu temel inancın üzerinde durur. İmamu’ş-şehid Hasan el-Benna ile konuştuğum sâdıka bir rüyada bana bir(1) rakamı büyük, parlak ve güzel bir şekilde gösterilmiş, bunun üzerinde yani tevhid üzerinde durmam gerektiği işaret edilmişti. Bu aynı zamanda öncü neslin de görevini ifade etmektedir.
“Gökten gelene ihtiyacımız yok, akıl bize yeter.” diyen; hatta daha da öteye giderek, “Tanrı öldü, O’nu biz öldürdük.” diyerek insanların bundan böyle vahye değil bilime; Allah’a ve Resulüne değil liderlere itaat etmesini isteyenler, özgür nesiller yerine nefsinin ve liderlerin kulu durumuna gelmiş, gayri medeni nesiller ve bütün sermayenin dev şirketlerin elinde toplandığı kapitalist rejimler meydana getirerek, ekonomiyi ve nesli helak etmişlerdir. Allah (c.c), bunlar hakkında: “İş başına geçtiği zaman yeryüzünde fesat çıkarmak, ekini ve nesli yok etmek için koşturur durur. Allah ise bozgunculuğu sevmez.”4 buyurur. Öncü neslin vazifesi, insanı tanımadan ve insanı yaratanın yol göstermesini dikkate almadan medeniyet esasları ortaya koyarak insanı ve ekonomiyi bozanlarla mücadele etmek, onlara ‘dur’ demek, önce nesli ıslah etmek, kalplere ve memlekete Allah’ı hakim kılmak, sonra da ekonomiyi düzenlemek, acımasız kapitalizmi bitirip İslam adaletini tesis etmektir.
Allah Resulü (s.a.v), bir hadiste toplumu gemiye benzetmiş, geminin alt katına yerleşmiş olanların, güverteye çıkıp su ihtiyaçlarını karşılayacaklarına geminin tabanını delmeye çalıştıklarını, geminin üst katında yer alanların buna engel olmaları gerektiğini, aksi halde hepsinin birlikte boğulacaklarını ifade etmiştir. Kendini özgür zanneden ve “Ben kendime ait yeri deliyorum.” diye düşünenler, bilmelidirler ki hepimiz aynı gemideyiz, başka gemi yok. Öncü neslin vazifesi, toplum gemisini delecek şekilde haksız yolla para kazananlara, helal-haram demeden yiyenlere, içenlere, giyinenlere, kanunlar koyanlara, ideolojiler uyduranlara, insanı ve cemiyeti bozanlara, huzursuz bir toplum meydana getirenlere engel olmak, gemiyi deldirtmemektir. Her haram, toplum gemisini delmek için vurulan bir darbedir. Öncü nesil, bu darbeyi engellemeye ve gemiyi bu zalim ve cahillerin elinden kurtarmaya çalışırken gemiyi alabora etmez, kaş yaparken göz çıkarmaz. Anarşist değil, mücahittir. Toplumun kurtuluşunun, fertlerin kurtuluşuna bağlı olduğunu unutmaz. Peygamberi inkılâplar zorbalıkla değil, ıslahla yapılır. Çünkü zorbalık nefisleri ıslah etmez, kalplere nurun girmesine vesile olmaz, aksine nefret ettirir.
Öncü nesil, Peygamberinin metot ve stratejisini takip eder. Nasıl ki Peygamberimiz yeri gelmiş müşriklerin ortasında, onların gözü önünde Kâbe’de namaz kılmış, Müslümanlar Mekke’yi tekbir sesleriyle inletmiş, “Emrolunduğunu gürleyerek söyle!” buyuran Rabbinin emri üzere hakikatleri haykırmış, saklamamışsa; ama bunları yaparken toplumda anarşi meydana getirmeyecek stratejiler izlemişse öncü nesil de böyledir, Kuran, Hz. Peygamber’e ve Mü’minlere Mekke stratejisinin birinci basamağı olarak “Kâfirlere itaat etme!”5-6 buyurmuş; ama “hücuma geç” dememiş, dengeli ve gemiyi alabora etmeyecek bir strateji göstermiştir. Kâfire itaati yasaklamış, Müslümanlara mücadeleyi öğretmiş ve emretmiş, onları sağlamlaştırmış, kâfire itaat ederek bozulmaktan korumuş; ama anarşiye de sebebiyet vermemiş ve kâfir propagandacıların eline koz vermemiştir. Öncü nesil; ne ‘gemiyi deldirmeyeceğiz’ derken geminin alabora edilmesini ne de ‘gemiyi alabora etmeyelim’ derken ifrattan kaçıp tefrite düşülmesini, mücadele ruhunun kaybedilmesini, cihad ve mücadelenin defterden silinmesini, teslimiyetçi anlayışı kabul etmez. Dengeli bir stratejiye ulaşamayanlar, dengeli bir harekete; dengeli bir harekete ulaşamayanlar ise hedeflerine ulaşamazlar.
Öncü nesil halkına öncülük yapmak, açılmaz kapıları açmak, söylenmekten çekinilen tevhid gerçeğini söylemek ve İslam’ın şerefli sancağını bu zamanda taşımakla görevlidir. Samimi ve sâdık bir kardeşimize gösterilen sâdıka bir rüyada, Medine’de toplanmış mahşeri bir kalabalığın yanına gelen Hz. Ebubekir (r.a) birçok kimsenin hoşlanmamasına ve kıskanmasına rağmen İslam sancağını bize vermiş ve “Bu sancak, dava adamlarının hakkıdır.” demiştir. O halde öncü nesil, bu sancağı taşımakla hem şereflendirilmiş hem de vazifelendirilmiştir. Milyonlarca şehidin ve birçok samimi Müslümanın gayretleriyle bize kadar gelen ve şimdi bize teslim edilen bu şerefli sancak, öncü nesle burçlara diksin diye verilmiştir. Öncü nesil, ona göre hazırlanmak zorundadır. Kendine düşen zor işleri ve zor kararları yarınki nesillere bırakma hakkı verilmemiştir. Bir daha ki sayıda konuya devam etmek temennisiyle.
1- Bakara, 159
2- Bakara, 163
3- A’raf, 54
4- Bakara, 205
5- Alak, 19
6- Kalem 8