Furkan Nesli Dergisi Başyazarı Alparslan Kuytul Hocaefendi tarafından kaleme alınan ” İnsanı Harekete Geçiren Etkenler” adlı yazımız sizlerle..
Hamd, insanı kendi halifesi kılarak yücelten ve başıboş bırakmayarak hükümler gönderen Allah’a; Salât-u selam, İslam Medeniyeti’ni inşa etmek için yaptığı mücadele ile ümmetine örnek olan Allah’ın Rasulü’ne; Selam o Rasul ile birlikte mücadele eden sahabesine ve İslam’ı yeniden hâkim kılma gayreti içinde olan tüm kardeşlerime olsun.
Kıymetli kardeşlerim! Bildiğiniz gibi altı sayı önce ümmetimizin pasiflikten ve sorumsuzluktan kurtulabilmesi ve yeniden harekete geçip İslam medeniyetini kurabilmesi için insanı harekete geçiren etkenlerden (mûharrikun) bahsetmeye başlamış ve dört tanesini özetle anlatmıştım. Bunlar: “1- Ümit, 2- Aşk, 3- Kutsiyet, 4- Ahirete kuvvetle iman” idi. Son iki sayıda ise spor salonlarının konferanslarımız için verilmemesi ve AKP Hükümeti’nin bize yaptığı bu haksızlık sebebiyle konuyla ilgili görüşlerimi paylaşmış ve muharriklere ara vermek zorunda kalmıştım. Şimdi beşinci muharrik ile konuya devam etmek istiyorum.
5- Davanın Haklılığından Mutmain Olmak:
Bir meselede şüphe ve tereddüt içinde olmak insanı n harekete geçmesine ve o yolda fedakârca çalışmasına engel olurken o meselenin doğruluğundan ve haklılığından emin olmak ve bu konuda itmi’nane ulaşmak ise kişiyi harekete geçirir ve fedakârlık göstermesini sağlar. Davasını savunan ve kendini o davanın adamı gibi gören birçok kimse davası uğrunda hiçbir şey yapmamakta ve rahat bir hayatı tercih etmektedir. Bu durum o kişi farkında olmasa da davanın doğruluğuna tam inanmış olmamasıyla ve şüpheler içinde bulunmasıyla alakalı olabilir. Müslümanların tek davaları olan tevhid davasından ve onun doğruluğundan emin olmaları, bu konuda mutmain olmaları bir zarurettir. Aksi halde davaları uğrunda harekete geçemeyecekler hatta ileride davalarından şüphe edecekler ve dini başka türlü yorumlamaya başlayacaklar, kendi medeniyetlerinden vazgeçecekler ve hâkim ideolojileri kabul edeceklerdir.
Hâkim güçler tevhid davasına inanmış Müslümanları bu davadan vazgeçirmek ve onları ılımlı hale getirmek için özel olarak yetiştirdikleri veya satın aldıkları bir takım ilahiyat profesörlerini veya hocaları bu konuda konuşturacaktır. Bu aldatılmış veya satılmış hocalar tevhid davası diye bir davanın olmadığını, bugün Allah’ın hükümlerine uymanın şart olmadığını, Allah’ın kanunlarının o zamana uygun olarak gönderildiğini, bu hükümlerin Allah’ın son hükümleri olarak kabul edilemeyeceğini, Kur’an hükümlerinin sadece bir misal olduğunu, bu hükümlerin insanlar tarafından değiştirilebileceğini söyleyeceklerdir.
Bu gafil veya hainler, tüm haramlara izin veren demokrasinin ve dini dikkate almayan laikliğin İslam’a uygun olduğunu, batı değerlerini kabul etmemizi ve batı medeniyeti içerisinde yer almamız gerektiğini de söyleyeceklerdir. Batı Medeniyeti ile karşı karşıya gelmekten ve medeniyetlerin çatışmasından korkan, çağı ve hâkim sistemleri İslam’a uyduramayınca, İslam’ı çağa ve hâkim sistemlere uydurmaya çalışan, Batı Medeniyeti’nin maddî üstünlüğü karşısında aşağılık kompleksine kapılan bu zavallılar böyle konuşup zındıkça fikirler ortaya atacaklardır.
Bunlardan etkilenmemek tevhid davasını anlamak ve tevhid davasının naklî ve aklî delillerini bilmekle mümkün olabilir. Delillerini bilmek dava adamını davasının doğruluğundan emin ve mutmain kıldığı gibi onu sapmaktan da korur. Davasını Kur’an ve Sünnet’ten delillerle bilen bir Müslüman’a 1000 tane gafil veya hain ilahiyat profesörü konuşsa ve “Yanlış biliyorsun, İslam medeniyeti ve İslam nizamı şart değil, batının değerlerine göre yaşayabiliriz, Allah’ın hükümlerine aynen uymak gerekmez, şeriatı değiştirmek caizdir” dese zerre kadar sarsılmaz, davasından şüphe etmez ve “Sizi gafiller, sizi hainler, sizi ayetleri saklayanlar, sizi satılmışlar” der ve yoluna devam eder. Ama tevhid davasını sadece birilerinden duyduğu için savunuyorsa, konuyu ayet ve hadislerle bilmiyorsa bu saptırıcıların konuşmalarından etkilenecek “Acaba yanlış mı öğrendim” diyecek, davasından şüphe etmeye başlayacaktır.
Kur’an ve sünnetten naklî delillere geçmeden önce şunu belirtmekte fayda vardır. Kur’an’da anlatılan peygamber kıssaları tevhid davasının dünyanın en eski davası olduğunu ve tüm peygamberlerin davasının aynı olduğunu bize öğretmekte ve davamızın sonradan çıkma türedi bir dava olmadığını ispat etmektedir. Bu kıssaları okuyan tevhid davasının savunucuları köklerinin çok gerilere gittiğini, bu davanın bugün birileri tarafından uydurulmuş bid’at bir dava olmadığını anlayacaktır. Binlerce yıl önceki dava önderleri olan peygamberleri ve onlarla birlikte mücadele vermiş olan kardeşlerini tanıyacak ve kendini yalnız hissetmeyecektir. Kendini uzun ve sağlam bir zincirin son halkası olarak görecek ve davasından emin ve mutmain bir şekilde yoluna devam edecektir. Davanın geçmişini ve aşağıda sıralayacağım naklî ve aklî delilleri bilince mutmainliği daha da artacak ve satılmış saptırıcıların estirecekleri rüzgârdan etkilenmeyecektir.
Kur’an-ı Kerîm Nûh, Hud, Salih, Şuayb ve daha birçok peygamberin şöyle dediğini bildirir: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız (itaat edeceğiniz makam) yoktur.”1 Bu, tevhidin haykırılması idi ve bu haykırış Kur’an’ın zikrettiği en eski kavmin peygamberi Nuh Aleyhisselam’dan itibaren devam edegelmiştir.
Tevhid inancı sadece Allah’ın hakkını teslim eden bir inanç değil aynı zamanda insanın kullara kul olmasını engelleyerek insanın onurunu ve şerefini koruyan bir inançtır. İnsan, kendini yaratan ve rızkını veren Allah’a itaat eder; onun kendisi için koyduğu kanunlara bağlı kalırsa hem birçok sorunlarla karşılaşmaktan kurtulur hem de bu onun şeref ve onuruna bir zarar vermez. Ama kullara itaat edecek olursa hem dünyanın şu anda karşılaştığı ve karşılaşacağı binlerce medeniyet sorunu ile karşılaşır hem de kullara kulluk yaptığı için insanlık şeref ve onurunu kaybeder.
Tevhid inancı sadece bir inanç değil bu inancın gereği olarak sadece Allah’ın hükmettiği ve sadece O’nun dediğinin olduğu bir hayat nizamını da içerir. Dolayısıyla Allah’ın koyduğu esaslara bağlı olan bir toplum güçlenir ve dünya devleti olur. Çünkü Allah’ın yasaları insana ve topluma uygundur ve onları yalnız mânevî alanda değil maddî alanda da yükseltir. Tarihimiz de buna şahittir. Allah’tan başkasına itaat etmeyip sadece onun esaslarına göre yaşadığımız asırlarda dünyanın süper gücü olmadık mı? O esaslardan ayrılınca gerileme ve fitneler baş göstermedi mi?
Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem tevhidin yalnız ahireti değil dünyayı da kazandıracağını ifade ederken; “Ben onları öyle bir kelimeye davet ediyorum ki onu kabul ettikleri zaman tüm Araplar da, Arap olmayanlar da onlara boyun eğecek.” demişti ve onlar da: “Nedir o kelime, söyle söyleyelim?” dediklerinde “Le İlehe İllallah diyeceksiniz” buyurmuştu. Bunu söyleyin, güçlenin ve dünya devleti olun. Tevhid sadece bir söz ve bir inanç olsaydı elbette ki böyle büyük sonuçlar doğuramazdı. Ama o aynı zamanda bir hayat nizamını ifade ediyordu ve hayatını değiştirmek istemeyen müşrikler, özellikle toplumu sömüren kodamanlar bu yüzden bu inancı reddetmişlerdi. Tevhid sadece bir inanç olsaydı bu kadar şiddetli muhalefet etmezlerdi.
O dönemde kendi inançlarını reddeden başka birçok inanç vardı. Onlara bu kadar düşmanlık yapmamışlardı. Bugün de İslam düşmanlarının tevhidi sadece inanç, İslam’ı ise sadece ibadet ve ahlâk esasları olarak anlayan, daha doğrusu İslam’ı anlamayan Müslümanlara çok şiddetli muhalefet etmedikleri ama İslam’ı bir hayat nizamı olarak anlayan ve İslam’ı hayata hâkim kılmak isteyen Müslümanlara ve cemaatlere ise şiddetli düşmanlık yaptıklarını görmüyor muyuz?
İşte Müslümanlar tevhidin manasını unuttukları ya da öğrenmedikleri günden itibaren hayat kanunlarını ve medeniyet esaslarını başkalarından almakta bir mahzûr görmediler. Önce batılıların âdet ve göreneklerini, sonra kültür ve sanatlarını, daha sonra kanun ve ahlâk ölçülerini, en sonunda da inanç ve nizamlarını aldılar. Çünkü tembellik yapıp görevlerini yapmadıklarından dolayı batı dünyasından geride kalmışlardı. Mağlubiyet psikolojisi ve aşağılık kompleksi içindeydiler. Geri kalmalarının gerçek sebebini bulup önlemler alacaklarına işin kolayına kaçtılar ve bu yaptıklarına tevhid inancının müsaade etmediğini unuttular. Bunun Allah Azze ve Celle’yi ve nizamını terk etme, insanı ilahlaştırma, Allah’ın yetkisini insanlara verme olduğunu, bunun sonucunda Allah tarafından cezalandırılacaklarını unuttular. Allah Azze ve Celle, peşinden gittiğimiz Batı’nın eliyle tokatlayarak ümmeti uyandırdı.
İnsan “Le ilehe İllallah” dediğinde ‘tüm kâinata Allah hükmettiği gibi benim hayatıma da Allah hükmetsin, kâinatta ondan başka otorite olmadığı gibi benim hayatımda da ondan başka otorite olmasın’ demiş olur. Bu inanç sadece Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e verilmiş bir inanç değil tüm peygamberlere verilmiş bir inanç idi. Çünkü tüm peygamberlere verilen din aynı idi.
Hz. İsa Aleyhisselam Matta incilinde “Deyin ki: Allah’ım saltanatın gelsin, gökte hâkim olduğun gibi yerde de hâkim olasın.” der. Yani İsa Aleyhisselam’ın kavga ve mücadelesi de Allah’ı yeryüzüne ve insana karıştırmayan ve ona sadece gökleri yani tabiat olayları üzerinde hâkimiyeti veren anlayışa karşı idi. Hz. İsa bunu reddediyor “Yalnızca göklerde ve tabiat üzerinde değil, insanlar üzerinde de senin dediğin olsun Rabbim” diyerek insanların insanlar üzerinde hâkimiyet ve hüküm koyma hakkının olmadığını ilan ediyordu. Ama kilise devlet yöneticilerinin baskısı ile Hz. İsa’nın getirdiği tevhid dinini bozup, dini kilise dışına çıkmayan, hayatla ilgili kanunları olmayan, krallara karışmayan birtakım âyinlerden ve ahlâk kurallarından ibaret laik bir din haline getirdiler.
Tevbe Suresi’nde: “Onlar (Yahudi ve Hristiyanlar), Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini Rabler (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.”2 buyurulunca Adiy b. Hâtem bunu anlayamamış ve “Biz rahip ve âlimlerimize (reislerimize) ibadet etmiyorduk, onlara secde etmiyorduk (onları Rab olarak kabul etmiyorduk)” diye itiraz etmişti. Allah Rasulü de ona “Rahip ve âlimleriniz size Allah’ın helallerini haram, haramlarını da helal yapmadılar mı? Siz de onların helal dediğine helal, haram dediğine haram demediniz mi?” buyurmuştu.
Adiy b. Hâtem; “Evet” diye cevap verince Efendimiz: “İşte bu onlara ibadetin ta kendisidir.” diyerek ibadetin ve Rabbin manasını açıklamıştır. Efendimiz’in ayeti tefsirine göre bir insan ya da bir kurum Allah’ın helal yani serbest ettiğini haram yani yasak ederse ya da bunun tersine Allah’ın yasakladığını serbest bırakırsa bu Rab olduğu iddiasında bulunmaktır. Böyle haddini aşan birine itaat edenler de onun kuludurlar ve ona yaptıkları itaat ise ona ibadet hükmündedir. Ona secde etmeseler de…
İşte Tevhid Davasının Kur’an’dan Delilleri:
1. “Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik.”3
2. “O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak kabul etmez.”4
3. “İyi bilin ki hüküm yalnız O’nundur.”5
4. “İyi bilin ki! Yaratmak da emretmek de (hükmetmek de) yalnızca O’na aittir.”6
5. “Hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir.”7
6. “Hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir. Ben O’na tevekkül ettim.” 8
7. “Hüküm veren Allah’tır, O’nun hükmünü gözden geçirip sorgulayacak hiç kimse yoktur.” 9
8. “O, Allah’tır. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. İlkte ve sonda hamd O’na mahsustur. Hüküm yalnızca O’nundur.”10
9. “Onlar, hala cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir kavim (topluluk) için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim vardır?” 11
10. “Hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir: O, size, kendisinden başkasına ibadet (itaat) etmemenizi emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” 12
11. “Yoksa onların bir takım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine şeriat kıldılar (kanun olarak belirlediler)?”13
12. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir olanlardır. 14
13. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalim olanlardır. 15
14. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır. 16
15. Allah hükmedenlerin en güzel hükmedeni değil midir?17
16. “Bu Kur’an sizi ve onun ulaştığı kimseleri uyarmam için bana vahyedildi (Yani bu kitabın hükümleri sadece o zaman için değil kıyamete kadar geçerlidir.) Allah’la birlikte başka ilahların bulunduğuna siz mi şahitlik ediyorsunuz? De ki: ‘Ben buna şahitlik etmem.’ De ki: ‘O, ancak tek bir ilahtır ve ben sizin eş koştuklarınızdan uzağım”18
İşte Tevhid Davasının Sünnetten Delilleri:
1. Rasulullah: “… Üzerinize tâyin olunan vâli, yönetici, başı siyah kuru üzüm gibi Habeşli bir köle olsa bile, sizin aranızda Allah’ın kitabını uyguladığı müddetçe dinleyin ve itaat edin.”19
2. Rasulullah: “Müslüman bir kimseye, kendisine ma’siyet (Allah’a isyan) emredilmediği müddetçe, hoşlandığı ve hoşlanmadığı her hususta (İslam devleti yöneticisini) dinleyip ona itaat etmesi gerekir. Eğer ma’siyet emredilirse, ne dinlemek vardır, ne de itaat!” 20
3. Rasulullah: “Allah’a isyan konusunda yaratılmışlara itaat edilmez.”21
4. Rasulullah: “İslâm’ın tutunulması gereken kulpları (yapılması gereken emirleri) tek tek çözülecek; her bir kulp koptukça insanlar önlerindekilere benzeyecekler. O kulpların ilki hüküm (hâkimiyetin Allah’ın olması, Kur’an’la hükmedilmesi), sonuncusu da namazdır.” 22
5. Rasulullah: Hz. Peygamber’e “Cihadın hangisi efdaldir?” diye sorulunca: “Zâlim sultana karşı hakkı (Allah’ın hükmünü) söylemektir.” 23
6. Rasulullah: “Ey Muhâcirler topluluğu! Beş şey vardır ki, onlarla imtihan olunduğunuzda (o toplumda hiçbir hayır kalmamış demektir.) Siz hayatta iken onların ortaya çıkmasından Allah’a sığınırım.
…Beşincisi; Allah’ın kitabı Kur’an ile hükmetmeyi terketmek: Bir toplumun yöneticileri, Allah’ın kitabı Kur’an ile hükmetmeyi terk edip Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah Teâlâ onları kendi aralarında savaştırır (onları birbirine düşürür.)”24
Başka bir rivayette: “Bir milletin idarecileri Allah’ın kitabı ile hükmetmedikleri ve Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikleri zaman; Allah onların azabını kendi içlerinden verir. Onları aralarındaki fitne, fesat ve anarşiyle cezalandırır.”
7. Rasulullah:
“Kadılar (hâkimler) üç çeşittir ve ikisi cehennemde, biri cennettedir.
Hakkı (Allah’ın hükmünü) bilip bununla hüküm veren kişi, cennettedir.
Hakkı (Allah’ın hükmünü) bildiği hâlde onunla hükmetmeyen ve hükmünde zulmeden kişi ise cehennemdedir.
Hakkı (Allah’ın hükmünü) bilmediği hâlde câhilce insanlar arasında hüküm veren kişi de cehennemdedir.”25
8. Rasulullah: “Bir kavim Allah’ın indirdiğinden başka bir şeyle hüküm verirse, bu insanların felaketleri kendi aralarında ve kendi elleriyle meydana gelir.”26
9. Rasulullah: “…Allah’ın hükmünü uygulamaktan sizi hiçbir ayıplayıcının ayıplaması alıkoymasın.”27
Tevhid Davasının Aklî Delilleri İse;
1. Madem her şeyin yaratıcısı, rızık vereni, idare edeni Allah’tır; o halde O’nun dediği olmalıdır ve bu Allah’ın hakkıdır, bunu vicdan da kabul eder, hatta söyler. Bunu kabul etmeyenin ya vicdanı yoktur ya da vicdanının sesini duymak istememektedir. Allah’ın dışında birinin ise “benim dediğim olsun” demeye hakkı yoktur ve olamaz.
2. Madem en iyi bilen Allah’tır, O’ndan daha iyi bilen yoktur, o halde O’nun dediği olmalıdır. Bu, aklın da kabul ettiği ve etmek zorunda olduğu bir gerçektir. Bunu kabul etmeyenin ya aklı yoktur ya da aklının sesini duymak istememektedir.
3. Madem tüm insanlar eşittirler ve madem aklı ve bilgiyi tartacak bir terazi yoktur, o halde kimin dediği olacaktır? Birisi “benim dediğim olsun” dediğinde diğeri itiraz edebilecektir. O halde kimsenin itiraz edemeyeceği ve “ben seninle eşitim” diyemeyeceği birinin dediği olmalıdır ve O, Allah Azze ve Celle’dir.
4. Madem kim kanun koyarsa öncelikle kendi menfaatini esas alır ve kendini düşünür, o halde menfaati olmayan ve kendini değil bizi düşünen bir zât hükmetmelidir ve o zât Allah Azze ve Celle’dir. Menfaati olmayan ve her zaman veren, zenginliğinin ve yarattıklarının sınırı olmayan, her zaman bizim menfaatimizi ve iyiliğimizi isteyen O’dur ve O’nun dediği olmalıdır.
5. Madem insanlar ğaybı bilmiyor, koydukları kanun ve esasların ileride ne gibi sonuçlar doğuracağını bilemiyor, o halde ğaybı bilen, koyduğu kanunların sonuçlarını kesin olarak bilen bir zât hükmetmeli ve esaslar koymalıdır ve o zât Allah’tır. Onun içindir ki Allah’ın koyduğu hiçbir hükümde hata bulunamamakta ve değiştirme ihtiyacı olmamaktadır. Ama insanların koyduğu kanun ve esaslarda hatalar olmakta ve 5-10 yılda bir değişiklik ihtiyacı doğmaktadır. İnsanı hakkıyla tanıyamadığı gibi ğaybı da bilmeyen, her gün yeni bir kanun koyarak, toplumu üzerinde deneyler yapılan beyaz bir fare gibi kobay olarak kullananlar ve topluma zarar verenler bunun hesabını kıyamet günü veremeyeceklerdir.
Kaynak
1. A’raf, : 59, 65,73, 85
2. Tevbe, 31
3. Nisa, 105
4. Kehf, 26
5. En’âm, 62
6. A’râf, 54
7. En’âm, 57
8. Yûsuf, 67
9. Rad, 41
10. Kasas, 70
11. Mâide, 50
12. Yûsuf, 40
13. Şûrâ, 21
14. Maide, 44
15. Maide, 45
16. Maide, 47
17. Tin, 8
18. En’am, 19
19. Buhârî, Ahkâm 4; Müslim, İmâre 37; Nesâî, Bey’at 27
20. Buhârî, Ahkâm 4; Müslim, İmâre 38, hadis no: 1839; Tirmizî, Cihad 29, hadis no: 707; Ebû Dâvud, Cihad 96; Nesâî, Bey’at 34; İbn Mâce, Cihad 40, hadis no: 2864; Ahmed bin Hanbel, 6111
21. Müslim, İmâre 38, hadis no: 1839
22. Ahmed bin Hanbel, 5251; İbn Hibban, Sahih, hadis no: 257; Hâkim, el-Müstedrek, 492
23. Ahmed bin Hanbel, 5251; İbn Mâce, Fiten 20, hadis no: 4011-4012; Tirmizî, Fiten 13, hadis no: 2175; Ebû Dâvud, Melâhim 17
24. İbn-i Mâce; hadis no: 4155. Elbânî, “Sahih-i İbn-i Mâce”de ‘hadis, hasendir’ demiştir.
25. İmam Nesâi, es-Sünenü’l-Kübrâ, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2010, c.5, Sh. 598, Hds. 5891., Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’l-Ahkâm, B. 3, Hds. 2315., Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Akdiye, B. 2, Hds. 3573., Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Ahkâm, B. 1, Hds. 1322’nin devamı.
26. İbni Mace : 10.C.4019.C
27. Kütüb-i Sitte, 800
İnsanı Harekete Geçiren Etkenlerin anlatıldığı dergimize Ulaşmak için: https://www.furkannesli.net/