Hamd; gönderdiği tevhid dini ve Hz. Peygamber ile insanları kula kulluktan kurtarıp onlara şahsiyet kazandıran Allah’a, Salat ve selam; yüce ahlaka ve güçlü şahsiyete sahip olan ve etrafındakilere kişilik kazandıran Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam ise; İslamın istediği şahsiyete ulaşmaya çalışan tüm kardeşlerime olsun.
Bütün İdeolojiler, Düşüncelerine Göre Bir Medeniyet Kurmak İsterler
Bütün ideolojiler, kendi düşüncelerine göre bir medeniyet kurmak isterler. Her sistem ve ideoloji, istediği insan ve şahsiyeti meydana getirebilmek için kurallar koyar, bazı eğitim metotları uygular. Yeryüzünün ve insanların sahibi olmadıkları halde haksızca tahakküm ederek istedikleri insan modelini meydana getirmek isterler. Allah Azze ve Celle ise haklı olarak kendi istediği insanı inşa etmek istemektedir.
Bütün diktatör sistemler şahsiyeti bozmaktadırlar. Bu şekilde kendilerinin karşısında duramayan, bâtıla muhalefet edemeyen, teslim olan ezik insanlar meydana getirirler. Allah’ın şerefli olarak yaratmış olduğu insanın kişiliğini bozmak suretiyle sistemlerini ayakta tutarlar ve o sistemlerin baskısı altında rengini kaybeden insanlar sistemlere boyun eğerler. Allah Azze ve Celle, kişiliğini kaybetmiş olanlara kişiliklerini, üstün bir varlık olduklarını, diktatörlere boyun eğmemeleri gerektiğini hatırlatmak ve onları kula kulluktan kurtarmak için peygamberler gönderdi.
Peygamberlerin hepsinin vazifesi; Allah’ın istediği insan modelini meydana getirmektir. İman davası bunun içindir. İnsan, iman ile şahsiyetli bir varlığa dönüşür.
Allah Azze ve Celle peygamberler göndermek suretiyle insanlara “Ey insan, sen üstün bir varlıksın, senin gibi insanların önünde eğilemezsin. Maddenin önünde eğilemezsin. Sen benim halifemsin, yeryüzünde beni temsil ediyorsun. Melekler bile sana secde ettiler.” mesajını veriyordu. Kur’an-ı Kerim’de: وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ “Meleklere: Âdem’e secde edin demiştik”1 buyurur. Başka bir ayette نَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي “İnsana ruhumdan üfledim”2 demek suretiyle insana verdiği şerefi hatırlatmaktadır. Bu ayetlerle Allah insana kişilik kazandırmaktadır. İman, insana değerli bir varlık olduğunu hatırlatarak ona şeref kazandırmakta, kullara kulluk yapmasını engelleyerek onu yüceltmektedir.
Kullara Kulluk İnsanın Onuruna Ve Şahsiyetine Zıttır
İman insanın onurunu kurtarırken bütün beşeri ideolojiler, Faşizm, Komünizm, Demokrasi gibi sistemler insanın onurunu yok ettiler, kullara kulluk yaptırdılar. İnsan sadece Allah’a itaat edeceğine bu sistemlerde kendi gibi kullara itaat etmektedir. Kullara kulluk elbette ki insanın onuruna ve şahsiyetine zıttır ve kişilik sahibi insan bunu kabul etmemelidir. Tevhid inancı insana bunu kazandırmaktadır. “La İlahe İllallah” diyen Müslüman aslında; “Ya Rabbi senden başka bir ilah, otorite tanımayacağım, Senden başkasına itaat etmeyeceğim” demiş olmakta ve bununla onur ve kişilik kazanmaktadır.
Firavuni sistemlerin baskıları altında insanoğlu şahsiyet kaybına uğradı. Küçük şeylerin önünde eğilen, menfaatleri için her türlü tavizi veren, nefislerine tapan varlıklara dönüştüler. Hz. Peygamber; “Bir zengine, zenginliğinden dolayı hürmet edenin dininin üçte ikisi gider”3 buyurarak insanın madde karşısında iki büklüm olmamasını ve kişiliğini muhafaza etmesini sağlamaya çalışıyordu. Başka bir hadiste; “Bir zaman gelecek, insanların en çok önem verdikleri, mideleri olacak. Şerefleri, malları ve mülkleri olacak. Kıbleleri, kadınları olacak. Dinleri de paraları olacak. Bunlarda zerre kadar hayır yoktur”4 buyurarak çok kötü bir duruma gelineceğini haber vermektedir.
Efendimiz insana şahsiyet kazandırmak istiyordu. Nasıl olur da insanın en çok önem verdiği şey midesi olabilir? Nasıl olur da malı, mülkü şeref görerek, “Ne kadar mal, o kadar şeref” diye düşünebilir? Maddenin önünde nasıl bu kadar eğilebilir? Nasıl olur da kıblesi karısı, dini de parası olabilir? Bu, insanın onurunu kaybetmesidir. Böyle olanlar değeri düşmüş insanlardır.
Beşeri ideolojiler yeryüzüne hayır getirmedi ve kurdukları medeniyetler insanlara zarar verdi. Maddenin, mevki makamın önünde eğilen, hakkı söylemeyen, gücün karşısında konuşmayan, zalime zalim demeyen, yalancı ve menfaatini düşünen şahsiyetsizleri çoğalttı.
Şahsiyetli Toplumlar Musalara İtaat Eder, Firavunlara Karşı Gelirler
Fir’avuni sistemlerin insanları kendilerine kul yapabilmesi için onların şahsiyetlerini öldürmeleri gerekir. Bunu diktatörlük ile başarırlar. Firavunların baskısı altında şahsiyeti öldürülmüş olan Hz. Musa’nın Kavmi, İsrailoğulları; سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا ,‘işittik ve itaat ettik’5 diyerek Firavun’a itaat ediyorlardı, Hz. Musa’ya ise; سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا ‘işittik ve isyan ettik’6 diyorlardı. Firavun’a itaat edenler Musa’ya isyan ediyorlardı.
Şahsiyetini kaybetmiş olan toplumlar diktatörlere, kılıca ve güce itaat eder ama hakka itaat etmezler. Şahsiyet sahibi insanlara gelince, onlar gücün karşısında durur fakat hakkın önünde eğilirler. Firavunlara karşı gelir, Musalara itaat ederler. Hakka davet edenlere itaat etmeyip sadece kılıca itaat eden bir toplum şahsiyetini kaybetmiştir.
Her ideoloji, kendine göre bir insan modeli meydana getirirken, Allah da bir insan modeli meydana getirmek istemekte ve bunun için de vahiy göndermektedir. Bu din, şahsiyetli insan meydana getirmek zorundaydı. Yeryüzünde inkılaplar meydana getirmek ve bütün dinlere üstün gelmek için gönderilmiş olan bir dinin elbette ki cesur ve şahsiyetli bağlılara ihtiyacı vardır. Korkak, yalancı, ihanet eden, sözünde durmayan, menfaatçi, kişiliksiz adamlarla hiçbir dava yükselmez.
Kur’an birkaç yerde buyurur: هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ “O Allah ki, Rasulü’nü hak din ve hidayet ile gönderdi.”7 Neden? لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ , “Bütün dinlere, hayat tarzlarına, ideolojilere, sistemlere üstün kılmak için.”8 Allah’ın, dini ve Peygamberi gönderme maksadı; onları bütün dinlere üstün getirmek ve bütün medeniyetleri yıkıp yeryüzünde yeni bir medeniyet kurmak içindi. Böyle bir maksatla gönderilen bir dinin elbette ki şahsiyetli insan yetiştirmesi gerekiyordu.
Şahsiyeti gelişmemiş insanlarla büyük inkılaplar gerçekleştirilemez. Yeryüzünde inkılaplar gerçekleştirecek olanların özgür ruhlu olması gerekir. Esir ruhlu insanlar hiçbir zaman yeryüzünde inkılaplar gerçekleştiremezler. Bu yüzden İslam’ın ilk mesajı tevhittir. Tevhid özgürlüktür, insanı nefsine, şeytana ve diğer insanlara karşı özgürleştirir. Sadece Allah’a itaat etmek, insanı bütün varlıklara karşı özgür yapar.
Fir’avun Hz. Musa Aleyhisselama; “Ey Musa! Senin sihirbaz olduğunu zannediyorum, benim de sihirbazlarım var, onlarla mücadele et” dedi. Hz. Musa da ‘olur’ dedi. Her tarafa haberler gönderildi, sihirbazlar toplandı. Sihirbazlar ellerindeki sihirleri; بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ ,“Fir’avunun şerefiyle”9 diyerek atıyorlardı. Fir’avuni sistemler tarafından şeref ve kişilikleri kaybettirilmiş, aciz ve zavallı varlıklar durumuna getirilmişlerdi.
Hazreti Musa’nın asası ejderhaya dönüşüp onların attığı bütün sihirleri yuttuğunda sihirbazlar – sihir ilmini bilmeleri sayesinde- Musa’nın bir sihirbaz olmadığını anladılar. وَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ ,“Sihirbazlar secdeye kapandılar”10 قَالُواْ آمَنَّا بِرِبِّ الْعَالَمِينَ رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ “Âlemlerin Rabbine iman ettik dediler. Musa’nın ve Harun’un Rabbine.”11 Biraz evvel basit, kişiliksiz bir varlık durumunda iken bir mucizeyle iman ettiler ve iman onlara kişilik kazandırdı.
Fir’avun’un tehditlerine rağmen imanlarından dönmediler. Firavun dedi ki; “Siz bana sormadan mı iman ettiniz? Ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama keserim, sonra sizi hurma kütüklerine asarım.” Bütün diktatör sistemler böyledir. İman ederken bile onlara sormanız gerekir. Onlar kendilerini bu kadar yetkili görürler. Hâlbuki herkes kendi cennetini kendi kazanmak zorunda değil mi? Sihirbazlar bir anda o kadar değiştiler ki, kişiliksiz insanlara iman öyle bir kişilik kazandırdı ki, Firavun’un tehditlerine karşı; لَا ضَيْرَ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ ,“Zararı yok, nasılsa Rabbimize döneceğiz”12 diye cevap verdiler.
Öncesinde basit bir varlık iken iman sayesinde tarihin en büyük diktatörünün karşısında dimdik duran, onurlu insanlara dönüşüverdiler. İman insanı ne kadar değiştirebiliyor!
Musa (a.s) yı ve asa mucizesini görmeden böyle bir imana ulaşamaz mıyız? İman bize de böyle bir şahsiyet kazandırmaz mı? Aslında görmesini bilen adam için etrafında o kadar çok mucize var ki, ne Musa lazım ne de asa. Asanın ejderha olması bir mucizedir de bir tohumun ağaç olması mucize değil midir? Topraktan çıkan şeyleri anamızın babamızın yemesi, o cansızların onların vücudunda canlıya, sperm ve yumurtaya dönüşmesi, ondan da bizim dünyaya gelmemiz ve sonra bizim büyümemiz ve konuşmamız, elimizin, ayağımızın, gözümüzün, aklımızın olması mucize değil midir? Yağmurun yağması, yıldızlar, topraktan ağacın çıkması mucize değil midir?
Ağaçtan elmaların, armutların çıkması normal midir? Eğer insan görmeyi bilirse hakiki imana ulaşabilir. اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ “Göklerin ve yerin yaratılmasında gecenin ve gündüzün arka arkaya gelmesinde temiz akıl sahibleri için deliller vardır.”13 Bu deliller, aklını kirletmemiş olan اُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ içindir. Demek ki akıl, ideoloji ve günahlarla kirlendiyse o zaman mucizeler ona bir şey vermeyecektir. Aklını ve kalbini kirletip görecek gözü kaybettiği için ne gökleri ve yeri, ne geceyi ne de gündüzü göremeyecektir. İnsanın kafası ve kalbi, ideoloji ve günahlardan temizlendiği zaman baktığı her şeyin bir mucize olduğunu görecektir. O zaman insanın Musa’ya da asaya da ihtiyacı kalmayacaktır.
İnsan hakiki imana ulaştığında, o sihirbazlar gibi kişilik sahibi olacak ve bütün dünyaya meydan okuyabilecektir. Kalbe gerçek imanın girmesiyle insan cesaret ve kişilik kazanacaktır.
Ahlak Her Zaman Görünür, Kİşİlİk İse Ancak Olaylar Esnasında Ortaya Çıkar
Bazı filozoflar ahlakın değişmeyeceğini iddia etmektedirler. Ahlak değişmeyecekse Allah neden din gönderdi? Din ahlakın değişeceğini ifade eder. Kur’an’da; “Allah size iki yol gösterdi, isteyen istediğini seçsin”14 buyurmakla insanın tercihte bulunabileceği ve dolayısıyla ahlakının değişebileceği bildirilmektedir. Eğer Allah Azze ve Celle insanı değişecek şekilde yaratmasaydı, sonra da insana hesap sorulsaydı zulüm olurdu.
Kişilik ahlakın gizli ve görünmeyen kısmıdır.
Ahlak biraz daha görünendir. Mesela; cömert ya da cimri olmak, gıybet yapmak veya yapmamak ahlaktır. Ama kişilik ise bundan daha gizlidir. Ahlak tıpkı görünen elbisemiz gibi, kişilik ise o elbisenin altındaki tenimiz gibidir. Ahlak her zaman görünür, kişilik ise ancak olaylar esnasında ortaya çıkar. Efendimizin münafıklık alametleri olarak söylediği; yalan söylemek, sözünde durmamak, ihanet etmek kişilikle alakalıdır. Münafıklar kişiliksiz insanlardır ve Allah münafıkları cehennemin en alt tabakasına yerleştireceğini haber veriyor. Firavundan, Nemrut’tan bile aşağıda. Allah kişiliksiz olanlardan bu kadar nefret etmektedir.
Yalan söylemek kişilik meselesidir. Kişilikli insan yalan söylemez. Efendimiz buyuruyor ki; “Doğruluk insanı iyiliğe götürür, iyilik insanı cennete götürür. İnsan doğru konuştukça sıddıklardan yazılır. Yalancılık insanı Allah’ın emrinin dışına çıkartır. Allah’ın emrinin dışına çıkmak insanı ateşe götürür ve insan yalan söyledikçe kezzaplardan yazılır.”15 Başka bir hadiste buyuruyor ki; “Müslüman her günahı işleyebilir. Ancak iki günahı asla işlemez; yalan söylemez ve ihanet etmez.”16 Rabbine, davasına, arkadaşlarına, eşine, milletine… İhanet etmez.
Yalan söyleyen veya ihanet edende kişilik yoktur. Demek ki Allah katında normal ahlaki meselelerle, kişilikle alakalı meseleler birbirinden ayrılmıştır. Cimri olan, kibirli olan bir insana kişiliksiz, şahsiyetsiz diyemezsiniz. Ama münafıklık alametlerini taşıyanlara; yalancı olana, ihanet edene, sözünde durmayana kişiliksiz diyebilirsiniz.
Allah Azze ve Celle herkesin kişiliğini ortaya çıkarmak için imtihanlar hazırlar.
Ahlak daha geniş, şahsiyet ise daha özeldir. Şahsiyetsizlik ahlaksızlıktan çok daha kötüdür. Kötü ahlakların bir kısmının düzeltilmesi kolaydır ama şahsiyetin düzeltilmesi daha zordur. Onun için din, öncelikle tevhid ile insanı nefsine ve insanlara karşı özgürleştirip şahsiyet kazanmasını kolaylaştırır.
Kişiliği Anlamak İsteyen Hazreti Peygambere Baksın
İslam, insana kişilik kazandırmıştır. Kişiliği anlamak isteyen Hazreti Peygambere bakmalıdır. Hazreti Peygamber yeryüzünde Allah’ın temsilcisidir ve Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış olandır. Hazreti Aişe annemize; “Efendimizin ahlakı nasıldı?” diye sordular. Dedi ki; “Siz hiç Kur’an okumaz mısınız?” Okuyoruz dediler. Hazreti Aişe annemiz; “İşte Rasulullah’ın ahlakı Kur’an ahlakıydı”17 buyurdu. Kur’an Ahlakı, Allah’ın ahlakıdır.
Allah Azze ve Celle kişilikli, cesur Müslüman ister. Allah ne istiyorsa Rasulullah’ta hepsi vardır. Ona bakan şahsiyetli Müslümanın nasıl olduğunu Onda görebilir. Kendisine tekliflerde bulunup Onu satın almak istiyorlardı. Tehditlerle, iftiralarla davasından vazgeçirtemeyince tekliflerde bulundular. Utbe bin Rebîa Efendimize dedi ki; “Eğer senin istediğin mal mülkse, sana mal mülk verelim, seni en zenginimiz yapalım. Yok, eğer istediğin kral olmaksa, seni kralımız yapalım. Eğer istediğin güzel kızlarla evlenmekse seni en güzel kızlarımızla evlendirelim.
Efendimiz dinledi ve sonra; “Bitti mi?” dedi. Utbe; “Bitti” dedi. Allah Rasulü, “Şimdi de sen beni dinle” buyurdu ve “Ben bunlar için gönderilmedim” dedi. Sonra ona Fussilet Suresinden okudu. Utbe dondu kaldı. Allah Rasulü’nü satın alamayacağını anladı.18
Şahsiyetsiz insanlar, şahsiyetli insanların halini anlamazlar. Makam, mal vs. teklif etmekle şahsiyetli insanları satın alacaklarını zannederler. Efendimiz bütün bunları elinin tersiyle itiyordu. Sadece kendisi değil talebeleri de öyleydi.
Kral Mukavkıs, sahabeden Ubâde Bin Sâmit’e tekliflerde bulundu; “Siz buralara neden geldiniz? Size mal vereyim buradan gidin, savaşmayalım” dedi. Çünkü Müslümanların sayısı az olsa bile İslam ordusuyla savaşanların mağlup olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden barış yapmak istiyorlardı. Ubade; “Bizi dünya ile mi aldatacaksın? Ben de askerlerim de evimizden çıkarken, ‘Ya Rabbi! Bizi şehitler defterine yaz. Bizi bir daha evimize geri döndürme diyerek çıktık. Senin karşında böyle bir ordu var” dedi. Kâfirler, imanın müslümanlara nasıl bir şahsiyet kazandırdığını anlamıyorlardı. Çünkü onların bütün istekleri dünyada rahat yaşamak olduğu için dava adamını anlayamazlar.
Hakiki imanla iman etmeyen, imanı kendisine şahsiyet kazandırmamış kişileri satın aldılar ama şahsiyet sahibi olanları satın alamadılar. Bunun üzerine “eğer bu davayı bırakmazsan şöyle, şöyle olacak” diye tehditlerde bulundular. Kur’an buyuruyor; وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُواْ لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ ,“Kâfirler sana tuzaklar hazırlıyorlar. Seni hapsetmek veya öldürmek ya da buradan sürgün etmek için”19 وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّهُ “Onlar tuzaklar hazırlıyorlar. Allah da tuzaklar hazırlıyor.” وَاللّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ ,“Allah tuzak hazırlayanların en hayırlısıdır.” Sonuçta Allah’ın dediği olacaktır. Ey Rasulüm! Sen dik dur ve yoluna devam et.
Efendimiz; “Ey amca, vallahi sağ elime güneşi, sol elime ayı verseler ben bu davadan dönmem” buyuruyordu. Bu ona imanın kazandırdığı bir şahsiyetti. İşte kişilik sahibi olmak, dünyayı elinin tersiyle itip, “Bana güneşi ve ayı verseniz yine de davamdan dönmem”20 diyebilmektir.
Müslümanlar olarak böyle bir insan modeli meydana getirmek zorundayız. Çünkü kişilik sahibi olamamış, hakkı söylersem “menfaatlerimi kaybederim” diye düşünen, üç kuruş menfaatin önünde eğilen, kişiliksiz ve menfaatçi insanlarla bir yere varmak mümkün değildir. Hâlbuki en büyük menfaat Allah’ın insandan razı olup, insanı desteklemesidir. Allah’ın desteğini hesaba katmayıp insanların desteğini hesaba katan ve her zaman güçlülerle beraber olanlar git gide şahsiyetini kaybeder.
Allah Rasulü ve sahabesi hiç taviz vermiyordu. Kur’an Peygamberimize yön veriyor, O’nun şahsiyetini dokuyordu. Nasıl ki kadınlar iğne ile nakış yaparlarsa aynen öyle Allah Azze ve Celle de Müslüman şahsiyeti meydana getirmek için ayetleriyle insanı nakış gibi işliyordu. Efendimizin o şahsiyeti kazanması Kur’an sayesinde oldu. Kur’an buyuruyor; فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّبِينَ “O yalanlayanlara itaat etme.”21 Alak, Kalem, Müddessir Surelerinde yani daha ilk sure ve ayetlerde, Medine’de İslam devletini kurup Müslümanlar güçlendikten sonra değil, peygamberimizin etrafında sadece üç beş tane Müslüman varken Kur’an Hazreti Peygambere şahsiyetli olmasını emrediyordu.
وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ “İstiyorlar ki yumuşak olasın, alttan alasın, onların dediğine yaklaşasın, yağcılık yapasın”,22 فَيُدْهِنُونَ, “O zaman onlar da sana karşı böyle davranacaklar.” “O kâfirlere itaat etme.” Bu ayetler Müslümanlara mücadeleyi emrediyordu. Mücadele eden insanın şahsiyeti gelişir. Yükseklerde olup rüzgârlarla mücadele etmek zorunda kalan ağaçların sağlamlaşması gibi… İslam yeryüzünü değiştirmek için geldiğinden böyle bir insan meydana getirmek zorundaydı. Ebu Bekirler, Ömerler gibi sağlam şahsiyetli insanlar yetiştirmeden hedefine varması mümkün değildi.
Hz. Peygamber Allah Azze ve Celle tarafından yönetiliyordu. Allah “o kâfirlere itaat etme” buyurunca Müslümanlar onlarla karşı karşıya geliyordu. İtaat etseler imanlarını ve şahsiyetlerini kaybedecekler, itaat etmedikleri zaman ise mücadele etmek zorunda kalacaklardı. Zor günler hatta zor yıllar geçireceklerdi ama bu bir kayıp değildi. Şahsiyetleri güçlenecek ve daha sağlam insanlar meydana gelecekti. Eğer Efendimize böyle bir metot gösterilmeseydi ve onlara bukalemun gibi renkten renge girmeyi, taviz vermeyi öğretseydi, ne Ebubekir Ebubekir olurdu, ne Ömer Ömer olurdu. Onları Nebevi metot sağlamlaştırdı.
Kur’an; فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ ,“Emrolunduğun gibi istikamet üzere ol”23 buyurmaktadır. Peygamberimize bile istediği gibi davranma yetkisi vermemektedir. “İslam’a hizmet et de nasıl edersen et” dememektedir. Namazı Allah’tan geldiği gibi kılmak zorunda olduğumuz gibi İslam’a hizmet ederken, mücadele ederken de Allah’tan gelen ölçülere göre mücadele etmek zorundayız. Bu ölçülere uyulduğunda aynı zamanda Müslüman şahsiyet meydana gelecektir.
Şahsiyetsiz, tavizkar metotlar şahsiyetli Müslüman modelini meydana getiremez. Bazı Müslümanlar şahsiyetli davranmak için güçlenmeyi bekliyorlar. “Şimdi onun zamanı değil” diyorlar. Hâlbuki yıllarca taviz vermiş olanlar buna alışacak ve daha sonra şahsiyetli davranamayacaklardır. Hatta inandığı gibi yaşamamış olanlar, zaman içerisinde yaşadığı gibi inanmaya başlayacaklardır. Konuya devam etmek dileğiyle Allah’a emanet olun.
Kaynak
1 Bakara, 34
2 Hicr, 29
3 Beyheki
4 Sülemi
5 Bakara, 285
6 Nisa, 46
7 Fetih, 28
8 Fetih, 28
9 Şuara, 44
10 A’raf, 120
11 A’raf, 121-122
12 Şuara, 50
13 Al-i İmran, 190
14 İnsan, 3
15 Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr,103, 104
16 İbni Ebi Şeybe
17 Müslim, Müsâfirîn 139
18 İbni Hişâm, Sîre, 1/313-314;Taberî, Tarih: 2/225
19 Enfal, 30
20 Sîretu İbn Hişam, 1/266
21 Kalem, 8
22 Kalem, 9
23 Hud, 112
Ayrıca, dergimize ulaşmak için tıklayabilirsiniz: https://www.furkannesli.net/
[…] mersedesinin geri vitesi olmadığı gibi öncü neslinde geri vitesi yoktur. İman esaslarında, farz ve haramlarda geri adım atmaz, taviz vermez. “O halde, (hakikati) yalan […]