Furkan Nesli:Muhterem hocam dergimizin 1. Yılını doldurması sebebiyle, “Biz Medeniyetimize Dönüyoruz” sloganını kapak konusu yaptığımız bu sayımızda medeniyet ile ilgili görüşlerinizden istifade etmek istedik. Öncelikle bugün medeniyet kavramı doğru tanımlanıyor mu? Ve bir medeniyetin temellerini oluşturan unsurlar nelerdir?
HOCAEFENDİ: Bismillahirrahmanirrahîm;
Her konuda doğruyla yanlışı ve hakla bâtılı ayırmak için çıkarılan Furkan Nesli Dergisi’nde birinci yılı doldurmayı nasip eden Allah’a hamd ederek başlıyor ve sorunuza geçiyorum. Parkın ve yolun, çıplaklığın ve zenginliğin medeniyet zannedildiği bir ülkede medeniyetin doğru tanımlandığını düşünmek mümkün müdür? Medeniyet ile modern hayatın birbirine karıştırıldığı bir ülkenin medeniyeti doğru tanımlayabileceğini düşünebilir miyiz? Medeniyet; insana yakışır şekilde inanmak, insana yakışır şekilde ibadet etmek, insana yakışır bir ahlâka sahip olmak ve gündelik hayatta da insana yakışır bir hayat yaşamaktır. Teknoloji ve modern hayat ile bir alâkası yoktur.
Bunlarla alâkalı olmuş olsaydı, Peygamberimiz ve sahabe dönemini ğayrı medenî olarak görmek icap ederdi. Çünkü o zaman modern bir hayat ve teknoloji mevcut değildi. Kendi medeniyetimizi yeniden kurmayı düşünmeyelim, onların modern hayatını medeniyet zannedelim, reddetmeyelim ve onların ürettiği modern ürünleri medeniyet zannedip satın alalım diye modern hayatı bize medenî hayat diye gösterdiler. Hâlbuki modern hayat, yaşam araçlarının değişip son model olmasıyla ilgilidir. Modern yaşam araçlarını kullanan insan modern bir insan olabilir ama medenî bir insan sayılamaz. Vahşi, barbar bir yamyamı bile modern elbiseler giydirip, eline bir cep telefonu, altına bir araba, bir de güzel bir ev vererek ve saç tıraşını da modern insanlarınkine benzeterek yarım saatte modern bir insan yapmak mümkündür ama hakikatte o bir yamyamdır. Medeniyet ise bir eğitim sürecinin sonunda varılan bir insanlık derecesidir. Ğayrı medenî bir insanı medenî yapmak, önce yanlış inancını terkettirip doğru bir inanca ulaşmasını sağlamakla mümkündür. Çünkü medeniyet inançla başlar ve medeniyetleri inançlar kurarlar.
Farklı inançlar farklı medeniyetler kuracaklardır. Yanlış inançla doğru bir medeniyet kurulamaz. İslam medeniyeti tevhid inancı üzerine kuruludur. O da; Allah (c.c.)’tan başka hiçbir ilah yani itaat edilecek makam tanımayıp sadece O’nun emirlerine bağlı kalıp, O’nun dediği gibi yaşamak, başka sahte otoriteleri reddetmektir. İslam’a göre; Allah’ın hükümlerine aykırı olan insan mahsulü fikirleri ve hükümleri kabul etmek ve itaat etmek kullara kul olmaktır. Ve bu, kişinin insanlık şerefini kaybetmesidir. Allah’ın dediği gibi değil kulların dediği gibi yaşayan bir toplum, kula kulluk yapan bir toplum olup medenî sayılamaz. Ve böyle bir toplum gerici bir toplumdur. Böyle bir toplumda insan hürriyetinden ve insan onurundan bahsedilemez. Teknolojide çok ilerlemiş hatta uzaya gitmiş olsa bile…
Bir toplum; inanç birlikteliğini değil ırk, renk ve toprak birlikteliğini esas alıyorsa o toplum medenî sayılamaz. Bir toplumda, insanın insan oluşuna önem verilmeyip zenginliğine ve maddî gücüne önem veriliyor, madde manadan üstün tutuluyorsa o toplum medenî sayılamaz. İnsanî değerler ve ahlâk, toplumda üstün değerler olarak görülmüyorsa o toplum medenî sayılamaz. Aile toplumun temel taşı değilse, temiz bir nesil meydana getirmek ve o nesli korumak ailenin en önemli görevi olarak görülmüyor, ğayrı meşru ilişkiler meşru görülüyorsa o toplum medenî sayılamaz.
Kadının nesil yetiştirmesini angarya bir iş olarak gören, maddî üretime katkıda bulunmasını daha önemli sayan toplumlar medenî sayılamaz. Erkek ve kadın münasebetlerini düzenleyen kurallar getirememiş, sürekli kadının erkeği tahrik ettiği, şehvetinin esiri olmuş toplumlar medenî sayılamaz. Anne-babaların sokağa atıldığı, huzur evi adı altında huzursuzluk evlerine doldurulduğu, büyüklere saygının,küçüklere merhametin olmadığı bir toplum medenî sayılamaz. İnsanın insanî yönüne önem verilmeyip, ruhunun tatmin edilmediği, hayvanî ve bedensel yönünün önemsendiği bir toplum medenî sayılamaz. İnsanın, Allah’ın halifesi olmaya razı olmadığı, spermden yaratıldığını unutup ilahlık tasladığı, Allah’ın dünyasında yaşayıp Allah’ın verdiği rızıklarla beslenip sonra da Allah(c.c.)’a savaş açan bir toplum medenî sayılamaz.
Furkan Nesli: Hocam daha önceki konuşmalarınızda: ‘Kur’an bir medeniyet kitabıdır’ demiştiniz. Bundan kastınız nedir?
HOCAEFENDİ: Kur’an’a göre insan Allah(c.c.)’ın halifesidir. Dolayısıyla Allah’ın vekili olacak ve Allah’ın istediği bir medeniyet kurmakla görevlendirilecek olan insana Allah(c.c.)’ın medeniyetin yolunu göstermesi gerekirdi. Ve bunu insanlık tarihi boyunca gönderdiği kitaplar ve peygamberlerle yapmış ve insanı hiç bir zaman başıboş bırakmamıştır. Kur’an-ı Kerim Kıyamet Sûresinde; “İnsan başıboş bırakıldığını mı sanıyor?”1 buyurur. Galaksilerden mikroplara kadar hiçbir varlığı başıboş bırakmayan ve onlara görevlerini öğretip kendilerine uygun bir yaşam tarzı belirleyen Allah(c.c.)’ın, en üstün varlık olarak yarattığı insana medeniyetin yolunu göstermemesi düşünülemez. Medeniyet hem inançta hem amelde gerçekleştirilmesi gereken bir kavramdır. Kur’an; inançta medeniyeti tevhid akidesiyle, amelde medeniyeti ise şeriatıyla, tayin ettiği farzlar, haramlar ve gündelik hayatla ilgili muâmelât hükümleriyle gerçekleştirir. Kur’an’ın tüm hükümleri insanı medenî yapmak ve bir medeniyet meydana getirmek içindir. Ve bilinmelidir ki insan vahiysiz medenî olamaz.
Furkan Nesli: Bugün İslam medeniyetine olan ihtiyacımızı açıklar mısınız? Buna göre “Biz Medeniyetimize Dönüyoruz” sloganından ne anlamalıyız?
HOCAEFENDİ: Batının medeniyet adına insanlığa verebileceği hiçbir şey yoktur. Değerleri tükenmiştir. Zaten değerleri bir medeniyet kuracak değerler değildi. Batı insanı, kısmen maddeyi çözmüşse de insanı çözememiş ve insana uygun bir medeniyet kuramamıştır. Batı medeniyeti insana zarar vermiştir. Hırsızlık, cinayet, uyuşturucu, anarşi gibi suçların oranlarını aşırı derecede arttırmış; haksız savaş, sömürü, faiz, zina ve kürtaj gibi suçları suç olmaktan çıkartmış, her 3-4 dakikada bir insanın intihar etmesine sebep olmuş, boşanmayı alabildiğince çoğaltmış, aileyi, akrabalık münasebetlerini, dostluğu ve ahlâkı bitirmiş, insanlığı öldürmüştür. ‘Tanrı öldü, onu biz öldürdük’ diyerek vahye ihtiyaçları olmadığını, akıl ve bilimle insana uygun medeniyet kurabileceklerini iddia edenler, insanı insan olmaktan çıkartıp, kendilerinin bile tiksindiği bir medeniyet haline getirdiler. Batı medeniyetinin ürettiği insan, en vahşi hayvanların bile yapamayacağı iğrençlikleri yapmış, kendine, çevresine ve tüm dünyaya zarar vermiştir.
Son 2-3 asırdır Müslümanların gerilemesinden dolayı 1000-1200 yıllık tarihini ve kurdukları şanlı medeniyeti unutan ve batı karşısında eziklik duyanlar, bugünün dünyasına bakıp batının ve batı medeniyetinin gerçek yüzünü görebilirler. Batının bizden alıp geliştirdiği teknolojiye bakarak hayranlık duyanlar, insanın düştüğü noktaya bakıp teknolojinin medeniyet olmadığını anlayabilirler. Medeniyet; insanı Rabbine yaklaştırmalı, ırkçılıktan ve kula kulluktan yani şirkten kurtarmalı, insanı, mahlûkatı ve hayatı sevdirmeli, insanı kemâle erdirip yükseltmeli, huzur vermeli, şehvetleri azdırmayıp insanın ruhî yönünü ve insanî değerleri güçlendirmelidir. Tarihte kurduğumuz medeniyet, bizim medeniyetimizin bu özellikleri taşıdığını, bugünün dünyası da batı medeniyetinin bu özellikleri taşımadığını ispat etmektedir. Ondan dolayı kendi medeniyetimize dönmeliyiz. Hem bu Allah’ın hakkıdır. O’nun tarafından yaratılmış, O’nun dünyasında oturan, O’nun verdiği rızıklarla beslenen insan medeniyet esaslarını Rabbinden almalıdır. Hem Allah (c.c.) en iyi bilendir. O’ndan iyi bilen olmadığına göre hayatımızı O’nun esaslarına göre tanzim etmeliyiz. Yani kendi medeniyetimize dönmeliyiz.
Furkan Nesli: Hocam bazı kimseler medeniyetlerin ittifakından bahsediyorlar. Sizce bu mümkün müdür?
HOCAEFENDİ: İnsanî değerler, yaşam tarzı ve ahlak esasları temel bir inançtan kaynaklanır. Dolayısıyla daha önce de ifade ettiğim gibi medeniyetleri inançlar kurarlar. İnançlar ise ittifak etmezler, çatışırlar. Kur’an, peygamberlerin kıssalarını anlatırken farklı inançların dolayısıyla farklı medeniyetlerin çatıştığından bahseder. İslam medeniyeti, tevhid yani tek otorite olarak Allah’ı görme üzerine kurulmuşken diğer medeniyetler ise hâkimiyeti insana vermiş, kula kulluk ve şirk üzerine kurulmuştur. Tevhid ile şirkin ittifakı ise mümkün değildir. O halde tarih tekerrür edecek ve medeniyetler kıyamete kadar çatışacaktır.
Çünkü medeniyetler arasındaki fark hem sûnî değil gerçektir hem de büyüktür. Medeniyetler çatışmasını istemeyip, medeniyetler ittifakı gibi tarihle ve gerçekle alâkası olmayan hayallere kapılıp kendilerince barışı sağlamaya çalışanlar, bunun mümkün olmadığını Kur’an’a ya da dünyadaki çatışmalara bakarak veya batının çifte standartçı yaklaşımlarını görerek anlayabilirler. Medeniyetler ittifakı mümkün değildir ama yeryüzünde tek bir medeniyet kurmak mümkündür. Bu ise tüm insanların medeniyet esaslarını Allah Azze ve Celle’den alması ve vahye bağlı kalmasıyla gerçekleşebilir. Aksi halde hiçbir devlet başka bir devletin ortaya koyduğu medeniyet esaslarını kabullenmeyecek ve çatışmalar da bitmeyecektir.
Allah (c.c.) bizi bir ümmet olarak yaratmış ve insanlığın direksiyonuna geçmemizi istemiştir. Efendimiz (s.a.v.) hiçbir medeniyetin parçası olmamış ve ‘Kur’an Medeniyeti’ni kurmuştur. Kur’an-ı Kerim Fetih Sûresinde; “O Allah ki Rasûlünü hidayet ve hak din ile göndermiş, tâ ki bütün dinlere üstün olsun diye”2 buyurmuş ve bu dinin hiçbir medeniyete tâbi olmayacağını ve bütün medeniyetlere üstün geleceğini ifade etmiştir. Ona ümmet olmakla övünenler bugün kendi medeniyetlerini kuracaklarına, başka medeniyetin içinde yer almaya çalışmakta ve bunun adına da medeniyetler ittifakı demektedirler. Hâlbuki acı gerçek şudur ki; bugün yeryüzünde İslam medeniyeti mevcut değildir. Dolayısıyla medeniyetlerin ittifakı da söz konusu değildir. Kendi medeniyet esaslarını terk edip onların medeniyet esaslarını kabul ederek, 30-40 yıldır Avrupa Birliği’nin kapısında bekleyerek onların tüm şart, esas ve değerlerini benimseyip bunun adına da medeniyetler ittifakı demek gerçek dışıdır.
Furkan Nesli: Peki Hocam bugünün şartlarında Müslümanların yeniden “İslam Medeniyeti”ne kavuşacağından ümitvar mısınız?
HOCAEFENDİ: Hem biraz evvel söylediğim ayetin ve benzeri ayetlerin işaretleriyle, hem Efendimiz (s.a.v.)’in kıyamete yakın tekrar İslam medeniyetinin kurulacağını haber veren hadisleriyle hem de dünyadaki İslamî gelişmelere bakarak istikbalde en gür sedanın İslam’ın sedası olacağı, İslam medeniyetinin kurulacağı, Hz. İsa’nın gelmesiyle de Yahudilik ve Hıristiyanlığın bitirileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Şu anda biz ümidi yaşıyoruz, batı ise korkuyu. Çünkü batı medeniyeti manevî çökme alâmetlerini uzun zaman önce gösterdiği gibi maddî olarak da çökme alâmetlerini göstermeye başlamıştır. Esas olarak batı medeniyeti, bizim görevlerimizi yapmayıp zayıf düşmemizi fırsat bilerek iktidarı eline almıştır. Çünkü bâtıl gelince hak gitmez, hak gidince bâtıl gelir. Biz yeniden hakkı ortaya koymaya başladığımızda bâtıl zâil olmaya ve korkmaya başlamıştır.
Furkan Nesli: O halde Hocam, bu konuda günümüz Müslümanlarına ne gibi görevler düşmektedir?
HOCAEFENDİ: Müslümanlar kendilerini önce ilmen ve mânen sonra da madden geliştirmeli, kalplerindeki dünya sevgisi ve ölüm korkusundan kurtulmalıdırlar. Çünkü bunlar medeniyetimizin çökmesine sebep olmuştur. O halde bunların halledilmesiyle, ilmen ve manen gelişmiş nesiller yetiştirmekle; bir yönüyle aydın, bir yönüyle âlim kadrolar hazırlamakla medeniyetimiz yeniden kurulacaktır. Müslüman; ya bu kadronun içinde yer alacak ya da bu kadronun hazırlanmasında emek veren ve madden destekleyenlerden olacak, asla seyircilerden ve ‘gönlüm sizinle beraber’ diyenlerden olmayacaktır.
Furkan Nesli: Hocam, son olarak bu ay itibariyle Furkan Nesli dergimiz 1. Yaşını doldurmuş bulunmakta. Bu vesile ile okurlarımıza tavsiyelerde bulunur musunuz?
HOCAEFENDİ: Adı gibi Furkan olup hakla bâtılı ayıran ve gösteren ve İslam ümmetinin uyanışına vesile olmaya çalışan bu derginin her okuru; derginin tamamını okumalı, yaşamalı, anlatmalı, misafirleri ve arkadaşlarıyla bazı bölümlerini paylaşmalı, evinde, iş yerinde hatta aracında dergiyi görülebilecek bir yere koyup tanıtmalı ve her yıl en az beş kişiyi abone etmelidir. Efendimiz (s.a.v.)’in: “Bu din bütün evlere girecek! Taştan, topraktan yapılmış evlere, kıldan yapılmış çadırlara varana kadar…” buyurması gibi bu dergi de bütün evlere girmelidir. Ve unutulmamalıdır ki; dergimizin girdiği her evde biz varız demektir. Ben debu vesile ile bütün okuyucularımıza selam eder, gayretli olmaya davet ederim. Allah’a emanet olunuz.
Furkan Nesli: Hocam, bize zaman ayırdığınız için Allah razı olsun. Bizleri bu konuda birçok açıdan aydınlattınız. Çok teşekkür ederiz. Allah çalışmalarınızda muvaffak eylesin. Allah’a emanet olun.
Kaynak
1- Kıyamet 36
2- Fetih 28