Musa Üzer’in Furkan Vakfı ve Alparslan Kuytul davası ve yaşanılan süreç ile ilgili kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplar şöyle;
1. Ülkemizde son 2-3 yıldır yaşanan süreçten birçok kesim rahatsız bulunmakta… Özellikle İslami faaliyetler engellendiği için vakıf ve derneklere gönül veren,bağlı olan kişiler baskı görmeye devam ediyor. Belki sizler de bu süreçten etkilenenler arasındasınızdır…Sürecin bu hale gelmesini İslami camia adına nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Türkiye 15 yıllık AK Parti iktidarı döneminde özgürlüklerin genişlemesi, askeri vesayetin geriletilmesi açısından önemli mesafeler kat etti. Bu bağlamda İslami camianın karşılaştığı baskılar ve inançlarını yaşamaları noktasında geçmişte var olan birçok engel ortadan kaldırıldı. Bu gelişmeleri yok sayamayız, basit de göremeyiz. Ama aynı iktidar süreci ne yazık ki 17/25 Aralık süreciyle birlikte adeta türbülansa girdi ve bilhassa da 15 Temmuz darbe girişiminden sonra önemli savrulmalar gösterdi. Karşılaşılan tehdit ve darbe tehlikesinin ağırlığına rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti yönetimi süreci daha sakin, tutarlı ve makul adımlarla yönetme yerine beka krizine girmiş bir psikolojiyle topyekun hücum, topyekun savunma, topyekun inkar, topyekun imha taktik-stratejisiyle hareket ederek, neredeyse karşısına çıktığını düşündüğü her unsuru da düşman kategorisinde değerlendirdi. Ve maalesef bunu yapan kadrolar olağanüstü devlet gücü ve imkanına sahip oldukları için Türkiye siyasal tarihinin ağır faturalı dönemlerinden birine şahit olundu.
2. Furkan Vakfı bu süreci en ağır şekilde atlatan vakıflardan biri oldu maalesef… Bu süreç öncesinde de Furkan Vakfı’nı ve faaliyetlerini biliyor muydunuz?
-Daha önce Furkan Vakfı’nın faaliyetleri hakkında bilgi sahibiydik ama doğrudan herhangi bir diyalog içinde değildik. İslami camia içerisinde yer alan çevrelerden biri olarak tanıyorduk.
3. Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz Ocak ayında Alparslan Kuytul’un evi Terörle mücadele ekiplerince şafak baskını ile basıldı. Kendisiyle eş zamanlı olarak 24 kişi ve vakıf da baskına uğradı. Vakıfta ve evlerde yapılan aramalarda hiç bir suç unsuru bulunamamasına rağmen terör suçlaması ile Alparslan Kuytul ve dört talebesi tutuklandı. Hemen akabinde Vakfa Kayyum atandı ve çıkan bir KHK ile 13 Furkan Derneği kapatıldı. Furkan Vakfında yaşanan süreci yani; Vakfın kurucusu Alparslan Kuytul’un gözaltına alınması, derneklerin kapatılması ve faaliyetten men edilmesi kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-17/25 Aralık süreci sonrasının tuhaf işlerinden biri de Furkan Vakfı üzerinde gelişti. Ama hadisenin diğer boyutuyla birlikte ele almak lazım. Meseleler nerede başladı ve niçin bu aşamaya geldi? Vakfın İstanbul konferansının belediye tarafından tahsis edilen salonun iptal edilmesi yoluyla engellenmesine gösterilen tepkilerden sonra başka illerde de benzer durumlar oluştu ve etkinlikler engellendi. Kanaatimizce bu tutuma karşı Alparslan Kuytul ve Furkan Vakfı’nın gösterdiği ve biraz sert olduğu söylenebilecek söylem o dönemde Fethullahçı çevrelere ait medya organlarında çokça yankı buldu. Kendi açılarından o dönemde hükümeti zayıflatma ihtimali olabilecek bütün unsurları değerlendirme taktiği gözetmekteydiler ve bu mantıkla bu gelişmeleri çokça gündemleştirdiler.
Bu durum normalde sınırlı bir çevrede faaliyet yürüten Vakfın çalışmalarının kamuoyu nezdinde çok fazla dikkat çekmesini getirdi. Böyle olunca da geçmişte sınırlı ortamlarda yapılan konuşmalar yeni durumla birlikte kamuoyu gündeminde çok farklı bir şekilde algılanmaya başlandı. Ve ne yazık ki 15 Temmuz sonrası Hükümetin kendi çizgisinden farklı kesimlere yönelik yürüttüğü yanlış, abartılı, haksız politikaların bir yansıması olarak Furkan Vakfı da hedef alınanlar listesinde yerini aldı!
En temelde 15 Temmuz sonrası yürütülen politikaların yanlışlığının altını çizmek isterim. Furkan Vakfı olayı da bu bütünsel yanlışlığın bir parçasıdır, tezahürüdür. Deliller, dosya içeriği, operasyonun biçimi, uygulanan müeyyideler, hadisenin kamuoyuna sunuluşu gibi bütün boyutlarıyla hadise zalimane bir olaydır. Yapılanlar ne hukukidir, ne de meşrudur.
4. Furkan Vakfına yapılan operasyonun İslami camiaya bundan sonraki süreçte, örneklik olma açısından etkisi olur mu? Benzer operasyonlar diğer STK ve Cemaatlere de yapılmaya devam eder mi?
– Sorunun kendisi de geldiğimiz süreci göstermesi bakımından aslında bir cevaptır. Bugün siyasal ve hukuki açıdan memleketin genel atmosferinde “her an herkese, her çevreye bir şey olabilir, yapılabilir” düşüncesinin insanlarda normal karşılanması başlı başına bir sorundur. Meseleyi sadece İslami kesim açısından değerlendirmek de doğru değil. Farklı düşünceye sahip siyasal çevrelerin de böyle bir risk taşıması ya da sıkıntılarla karşılaşması ciddi bir problemdir. Örneğin bir Müslüman olarak, farklı düşüncede olduğunu bildiğimiz Osman Kavala’nın bir yılı aşkın bir süredir tutuklanmasını haksızlık olarak görüyoruz. Çok kolay, ucuz, saçma ve akıl dışı, tutarsız ve fantastik iddialar üzerine temellendirilmiş dehşet gerekçeler üzerinden insanlar tutuklanıyor, malına mülküne el konulabiliyor, kurumları kapatılıp ya da kayyuma devredilebiliyor.
Şahsen süreçle ilgili iki açıdan çok derin ızdırap duyuyorum. Birincisi Müslümanlar vicdan sahibidir. Hayata ve olaylara Rabbimizin emrettiği dosdoğru bir hak ve adalet perspektifi ve şahitliğiyle bakarlar. Geçmişte de sorunlar olmasına rağmen en azından söylemsel de olsa kaygı var iken 15 Temmuz sonrası atmosferde yangında ilk terk edilen yük gibi değerlendirildi. İkinci önemli mesele ise İslami çevreler geçmişte devlet ve medya merkezli enformasyona karşı hep kuşkuyla yaklaşmışlardır ki doğrusu da buydu. Lakin özellikle 15 Temmuz sonrasında adeta sihirlenmiş gibi iktidar medyasının saçma sapan haber bile denilmeyecek yayınlarına mutlak doğru imiş gibi yaklaşıldı, yaklaşılıyor. En kötüsü de bu yayınların memleketin zeka seviyesinde ciddi irtifa kaybına yol açması. Geçmişte Kemalist, laik ve sol kesim ile Fethullahçılarda görülen fantastik ve saçma sapan iddialara tabanlarının inanması karşısında şaşıran dindar çevrelerin geneli bugün aynı yanlışı yapmakta. 28 Şubat’ta başörtüsü direnişi eylemlerinde yer alan bacılarımız için “para alarak eylemlere katılıyorlar” gibi çocuksu iddialara Kemalist kesimin inanması örneğinde olduğu gibi iddialara prim verilmekte.
5. İslami faaliyetler açısından Türkiye’nin bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? “1940’lı yıllara geri mi dönüyoruz, Türkiye, bir Ortadoğu ülkesi haline mi getiriliyor” gibi ifadeler bazı kesimler tarafından dile getirilmeye başlandı. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
-1940’lara geri dönüldüğü yaklaşımının abartılı ve haksız olduğuna inanıyorum. Doğrudur hak ve adalet noktasında ciddi zulümler ve haksızlıklarla karşılaşılıyor. Lakin hadisenin bütünü bu değildir. Siyasal, sosyal, kültürel birçok alanda bilakis gerek ümmet maslahatı açısından gerekse bu toplum açısından son derece faydalı gelişmelere de şahit olunmakta.
6. Vakıflarının kapatılması ve Hocalarının yaklaşık 10 aydır tek başına tecrite maruz kalmasına tepki göstermek isteyen Furkan Vakfı gönüllülerinin yaptığı faaliyetleri ve etkinlikleri nasıl buluyorsunuz?
-Bu Furkan Vakfı gönüllülerinin en doğal hakkıdır. İnsanlar haksızlığa uğradıkları bir konuda tepki gösterme hakkına sahiptir. Lakin ahlaki tutarlılığın ve İslami şahsiyetin gereği sadece kendi çevresi, hizbine yönelik haksızlıklara değil, hayatın her aşamasındaki haksızlıklara karşı duyarlı olmak gerekiyor. Şahitlik bilinci bunu gerektiriyor. Bu bağlamda maalesef genel anlamda Türkiye toplumunun hak ve adalet mücadelesi, arayışı salt kendi dünyası ve bağlamında seyretmekte. Bunun hepimiz açısından bir eksiklik olduğunun altını çizmek isterim.
7. Sosyal medyadan da takip ettiğimiz kadarıyla sessiz, zararsız ve toplumda farkındalık oluşturma adına verilen bu tepkilere yapılan polis müdahalesi hakkında ne söylemek istersiniz?
-Sürecin olumsuz yansıyan yanlarından birisi 15 Temmuz sonrası “polisin tavrı” meselesidir. Özellikle birçok vakada polisin eski refleksleriyle hareket ettiğini görüyoruz. Bunda da temel mesele zihniyet kadar önemli olan kadrolardan kaynaklanmakta. Süleyman Soylu’nun üslubu ve zihniyetiyle uyumlu Mehmet Ağar kadrolarıyla ancak problem üretilir. Mesele sadece bir eyleme, gösteriye müdahale biçiminde değil, örneğin trafik polislerinde rüşvet olgusunun artması meselesi gibi diğer alanlara da yansımakta.
8. Özgürlük atkıları takmaları, özgürlük yürüyüşleri yapmaları ve sessiz ve zararsız eylemleri polis tarafından engellenen Furkan Vakfı gönüllülerin bu eylemlerinden vazgeçmeyecekleri görülüyor. Kendilerinin de “sessiz çığlık” olarak isimlendirdiği bu ısrarlı eylemler sizce ses getirir mi? İslami Faaliyetler ve tüm mazlumlar adına ümit vaadediyor mu?
-Basın açıklamaları ve eylemlerin temel gerekçelerinden biri olan kamuoyunu harekete geçirmenin bu süreçte gerçekleşecek en zor olaylardan biri olduğunu düşünüyorum. Eylemleri uzun soluklu sürdürmek ise başlı başına zor bir mesele. Bununla birlikte ısrarlı olmak sonuç almak açısından her zaman gereklidir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, tüm mazlumlar adına ümit oluşturma potansiyelinden de önce şahsen bir eylem yapıyorsam evvela ve esas olarak Allah-u Teala’ya vereceğim hesapta bir mazeret olsun gerekçesiyle temelde hareket etmeye çalışırım.
9. Sizce Alparslan Kuytul ve Furkan Gönüllülerine yapılan bu baskının gerçek sebebi nedir?
-Daha önce de belirtmeye çalıştığım gibi bu meselede Alparslan Kuytul’un konuşmalarındaki iktidara yönelik eleştirel tutum temel rol oynuyor. Halbuki bütün dindar çevreler Hükümeti desteklemek zorunda değil. Bu konuda farklı düşünen insanlara karşı adeta tekfir edici, devlet dilinde ise yasal olarak mahkum edici tavırlar asla doğru değildir. Bir İslami camia kendi anlayışı ve içtihadı doğrultusunda siyasal, sosyal hadiselerde farklı düşünebilir. Önemli olan hududullahı çiğnememek. Farklı bir örnek olması açısından; Suriye’de zalim ve katil Esed’in yanında yer almak farklı düşünmek değildir. İran ve adamları mazlumları öldürerek hududullahı çiğnemişlerdir, mücrimdirler, zalimdirler. Dolayısıyla onların yanında yer alınması ya da onları mazur gösterici bütün söylemler de batıldır, tehlikelidir, vebal taşır. Farklılıklar Esed zalimine karşı mücadelenin ne şekilde olacağı üzerinde olabilir, bu yollar da birbirini nakzetmeyen, itelemeyen bir perspektifte olmalı.
10. Furkan Vakfına yapılan baskı sürecinde etkin olarak desteklerinizi gördük. Bu konuda ayrıca teşekkür ederiz. Bu desteğe sizi sevk eden nedir? Bu konuda sessiz kalan çevrelere söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
-Az ya da çok yapılan her iş Rabbul Alemin’in rızasını kazanmaya yönelik olmalı. Furkan Vakfı olayında iddianame ve deliller daha ortaya konulmadan evvel Furkan Vakfı’na yapılan operasyonun yanlış giden sürecin bir parçası olduğunu ifade etmeye çalıştık. Operasyon esnasında yansıyan görüntüler ise ayrı bir mesele. Ama ne yazık ki hükümetin elindeki medya gücünü psikolojik harp unsuru gibi kullanmasından dolayı operasyon çok farklı şekilde yansıtılırken genel anlamda dindar çevreler de iddialara inandı. Burada iki boyut var: Birincisi bir dindar siyasi oluşum illa hükümeti desteklemek zorunda değil. Siz de İslami camianın bir mensubu olarak o çevreye sempati beslemeyebilirsiniz. İkincisi ise hükümeti desteklemeyen o çevre ile ilgili konumlandırmayı somut, nesnel, adil kıstaslara dayandırmalısınız. Hükümeti eleştiriyor ise darbeye de katılmıştır, destek vermiştir ya da hem Fetöcü, hem PKK’lı hem Işidçi olabilir vs. demek çok tuhaf ki dosya bu kadar acaip ve komik. Bizler Müslümanız, hadiselere önce Hükümet, devlet ne diyor diye bakamayız. Bilgimiz ve gücümüz nisbetinde Rabbimiz nasıl davranmamızı emrediyor hassasiyeti içerisinde olmak gerekiyor.
Bu minvalde bakıldığında Furkan Vakfı operasyonu ve Alparslan Kuytul’un tutukluluğu haksız ve zalimane bir olaydır. Cezaevi koşulları ise ayrı bir zulüm. İnşaAllah duruşmada öncelikle Alparslan Kuytul’un tutukluluğu sona erdirilir ve süreç içerisinde de diğer mağduriyetler giderilir. Bakınız vicdan sahibi herkes medyadaki ucuz propaganda haberlerinden evvel dava dosyasına ve delil klasörüne bakmalı. Sadece dosya okunsa dahi süreci devam ettirmenin vebal olduğunu görecektir.