Bu yazımızda sizler için ‘Alparslan Kuytul Hocaefendi Nasıl Birisidir?’ sorusunu güzel ahlak ve örnek şahsiyetinden seçme yaparak birkaç kare ile özetledik;
Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin tüm şeffaflığı ile ortada olan o tertemiz, mücadeleci ve İslam Davası ile bütünleşmiş hayatını; eşi, çocuklarının annesi, dava arkadaşı ve aynı zamanda hayatının hemen hemen her alanına şahit olan Semra Kuytul’dan okuma ayrıcalığını sizlerle paylaşıyoruz… İşte Türkiye’nin hatta dünyanın konuştuğu ASLAN ADAM’IN yakın mercekten hayatı…
O Tam Bir Dava Adamı
Ben onu bir cümle ile özetliyorum; o tam bir Dava Adamı! “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmuyor, insanlar Allah’ı tanımıyor, O’na değer vermiyor, hâlbuki elimizde Allah’tan gelen kurtuluş reçetesi var. Buna rağmen bir bataklığa ve uçuruma doğru ilerleyen bir hal içerisindeyiz” diyerek içinde bulunduğumuz toplumun halinden kaynaklanan bu sancı onu yerinde durdurmuyor, diyebilirim.
Hocaefendi’nin ‘Yoruldum’ Dediğini Hiç Duymadım
Samimiyetle söylüyorum, konferansta saatlerce konuşup eve yorgun argın geldiği günlerde dahi “Bütün gün çalıştık, çok yoruldum” dediğini hiç duymadım. Hatta “Çok yorgun görünüyorsunuz” dediğimde kendisinden daima “Ne yaptık ki?” cevabını duymuşumdur. Biraz fazla uyumuş olsa “Hak etmediğimiz halde uyuyoruz”, bir öğün fazla yemek yese yani iki öğün değil de üç öğün yese “Hak etmediğimiz halde yiyoruz” der. Kendisini birçok konuda kınayan, Hem rabbine karşı hem de insanlara vazifelerinde daima çok şey yapmak isteyen belirgin bir yönü vardır.
Mükemmeliyetçi Bir İnsandır
Meselelere mükemmeliyetçi bir bakışla yaklaşması sebebiyle bir iş tam olmadıkça rahat edemeyen bir tarafı var. Bu yönü de onu sürekli harekete geçiriyor.
Sürekli Tevhidi Anlatır
‘Allah’ın Dünyasında Allah’ın Dediği Olmalı’
Birkaç sene önce, vakıfta gece vakti biz ayrı bir dairede, hocamız, erkeklerle ayrı bir dairedeydi. Ben, onun işini bitirmesini bekliyordum, eve beraber gidecektik. İş bitmiş, saat 01:00 – 01:30 civarı, aşağıdan yüksek bir şekilde Hocaefendi’nin sesi geliyordu, gecenin o vaktinde bu kadar hararetli ne anlattığını merak ettim. Allah şahit, duyduğum cümle şuydu; “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı.” Yıllarca biz ondan, Allah’ın davasını, hükmetme hakkının Allah’a ait olduğunu aşk derecesinde dinledik ama ben buna rağmen bir gece etrafındaki insanlara aynı hararetle bir kez daha anlattığına şahit olduğumda inanın ağladım. “Ya Rabbi, Sen görüyorsun, herkesin kendi maişetini düşündüğü, geçimini düşündüğü, çoluğunu çocuğunu, geleceğini düşündüğü, kendisine ait birtakım planlar yaptığı, sadece kendi derdini dert edindiği bir zamanda, Hocamızın kendine ait bir derdi yok. Ne bir gelecek hesabı, ne de başka bir planı var. Sanki yeryüzünde Senin dilin oluyor, Seni anlatıyor, Seni konuşuyor, Senden bahsetmeyi seviyor. Bunu Sen de görüyorsun, biz bir defa şahit oluyoruz böyle duygulanıyoruz, Sen bu kulunun her gün nasıl çırpındığını görüyorsun…” dedim ve ağladım. Ben buna ne zaman şahit olsam çok duygulanıyorum.
Hocamız Rabbiyle Olunca Mutlu
Genelde insanlar, Hocamızı ekranda heyecanlı, coşkulu, yeri geldiğinde sinirli, yeri geldiğinde duygulu izliyor. Normalde kendi halinde, daha sessiz ve hüzünlüdür. Evde birçok zaman saatlerce konuşmamayı tercih eder. Aslında, kendi halinde kalmayı seven bir insan, insanların arasında olmaktan çok da mutlu değil. Birçok insan sevmeyi sevilmeyi sever, birçoğu sosyal hayatı ile mutlu olur. Hocamız ondan ziyade, Rabbiyle mutlu olmayı, kitap okumayı, tefekkür etmeyi daha çok seven bir insan. Ama yoğun hizmet hayatından dolayı istediği gibi yaşayamıyor.
Analizci Bir Yanı Var
Analizci bir yanı var. Dinlediği şeyi dikkatle dinler. Çoğu zaman meseleyi uzun uzun konuşmaya gerek kalmaz. Ben daha cümleye başlarken ne diyeceğimi fark eder. Onun anladığını anladığım zaman, ben de devamını getirmem. Birçok konuyu daha en başında doğru bir şekilde anlar. Yani analizci bir tarafı var, meseleyi derinlemesine anlar. O yönünü, siyasi ve ilmi meselelerde cemaatin gidişatı ile ilgili vermiş olduğu kararlarda da görüyoruz.
Çocuklarla İlişkisi Çok Güzel
Çocuklarla çok güzel bir ilişkisi var. Çocuklar kendisini sever, saygı duyar, çekinir. Hocaefendi onları oynatır, omuzunda gezdirir, haberlerde çok ciddi bir konu izlerken dahi, çocuklar omuzunda olduğu olur. Taşıdığı yükün ağırlığından dolayı çocuklarıyla arasına mesafe girmesini istemez. Onlara belli hatıralar bırakmak ister. Hatta bu baskın olmadan önceki geceydi sanırım, kızımız Besra oyun oynamak istedi, bana geldi, “işim var” dedim. Ablası, “hayır” dedi. Abisi “oynayamam” dedi. Herkesi dolaştı, kimse oynamadı. 01:00’e doğru Hocaefendi geldi, tatil olunca çocuklar da geç yatıyor, ben kendi kendime, “bu çocuk sabahtan beri oynayacak birini arıyor, hiçbirimiz de oynamadık” diye hayıflandım. Hocaefendi dayanamadı, “madem bu kadar çok istiyorsun, gel hadi oynayalım” dedi. “Madem sen arkadaş bulamamışsın, ben sana arkadaş olayım, oynayalım” dedi. Böyle düşünceli bir yanı var. İnce düşünmeye çalışır. Bunu, onu tanıyan herkes bilir.
Müsriflikten Kesinlikle Kaçınır
Kendi eşyalarında yaşam tarzında çok sadelik olan bir insandır. Çok kelimesi bile az kalır. Zühd içerisinde yaşamaya çalışan biridir. Kendisine yeni bir şey almaz, mevcut olan şeyi de çok temiz kullanır. Bir gömleği ne kadar uzun süre kullanabilirse o kadar uzun kullanır. Mesela bir ceketi varsa, ‘Yedek olsun diye bir ceket daha alalım mı?’ dediğimde, sanki kötü bir şey söylemişsin gibi canı sıkılarak, ‘Niye yok mu?’ diye baktığına çok defa şahit oldum. Lazım değilse bir lira bile vermez. Asla, ‘Lazım değildi ama bir liraydı’ diyemezsin. Lazım değilse, bir liraysa bile israftır, diye bakar. Rabbimizin kızacağını düşünür. Allah israf edenleri sevmez, der Rabbimiz. Yani Allah’ın sevmediği biri olmak istemez. Hocaefendi bunu içselleştirmiş biri. Ama ihtiyaç olduğuna inandığı bir şey ise harcamaktan kaçınmaz. Hatta çok zevklidir ve israfa kaçmayacak şekilde kaliteli bir şey almak ister.
Ben onun bir şeyi israf ettiğini hiç görmedim. Ön tarafı yazılı arkası boş bir kâğıt varken ya da kâğıdın herhangi bir yerinde boşluk varken, temiz bir kâğıt kullandığını görmedim. Bir peçetenin tamamı lazım değilse, yarısını kopartır kullanır. Ben bunlara şaşırıyordum. Bir keresinde kahvaltıda tepsiye bir damla bal damladı, onu oradan ekmeği ile sıyırırken dedi ki: Bu bir damla bal için kim bilir kaç tane arı hayatını feda etti? Ben o esnada çok etkilendim, duygulandım. Arının hakkını savunan, insanın hakkını, Allah’ın hakkını savunmaz mı? Onun mücadelesine bir de böyle bakmak lazım.
Benim emeğime karşı da öyledir, bir keresinde bana “Ben kirletiyorum, sen ütülüyorsun..” dedi. Sen, emek emek ütülüyorsun diyerek bazen kırışmasın diye sırtını arkasına yaslamadığını biliyorum. Ya da kısa bir süreliğine uzanacak olsa gömlekle yatmadığını kırışacak da ben tekrar ütülemek zorunda kalacağım diye değiştirdiğini biliyorum çok defa.. Gerçekten çok ince düşünür. Ayrıca bir defa değil her zaman öyledir.
Tevekkülün Tadına Varmış
Hocaefendinin çok kuvvetli bir tevekkülü var. Bu konuda bir hatıramı paylaşmak istiyorum; zamanında bir rüya görmüştüm, rüyamda çocuklarımdan bir tanesi vefat ediyordu, o dönem 2-3 yaşlarındaydı. Rüyamda onun 6-7 yaşlarında vefat ettiğini gördüm. Bu, benim içime dert oldu, çocuğa baktıkça üzülüyordum. Sanki 6-7 yaşlarına geldiğinde kaybedecekmişim gibi bir korku sardı kalbimi. Yatıyor, kalkıyor, huzur bulamıyorum, rüyadan çok etkilenmişim. Hani insan bazı rüyaların tesirinde kalır ya ben de çok tesirinde kalmışım. Başka bir rüyamda da, olacak ya diğer iki çocuğum var, o yoktu, Rabbim sanki bana hissettirmeye çalışıyor diye düşünerek duygusal bir hal yaşıyordum kendi içimde. Hocaefendi’ye de uzun bir müddet söylemedim. Sonra dayanamadım, “Benim böyle bir rahatsızlığım var, içten içe çok üzülüyorum, her geçen yıl kaybetmeye yaklaşıyorum gibi geliyor ve çok üzülüyorum” dedim. Dinledi dinledi, başını kaldırdı, yüzüme baktı ve “Allah’ın dediği olur” dedi. Sadece bu kadar. “Allah’ın dediği olur” Ben o cümlenin, bir insanın kalbine bu kadar işleyebileceğini tahmin edemezdim. Ben defalarca “Allah’ın dediği olur”u anlatmışımdır ama o anda benim yaramın merhemi o cümleydi ve yüzünde öyle bir teslimiyet, güven, Allah’ın hükmüne rıza vardı ki, o esnada, o cümleyi söylediği anda ‘tamam’ dedim. Kor ateş üzerine bir kova su dökmüştü sanki.
Çok Derin Bir İlmi Var
Hocaefendi Siyasi Alanda da Derin Bilgiye Sahip
Hocaefendi’nin çok derin bir okuma geçmişi var. Bazı konularda o alanın uzmanı kadar okumuş, düşünmüş, tefekkür etmiş, özellikle siyasi konulara, Ortadoğu siyasetine de çok vakıf olan biri. Hocaefendi, siyasi alanda da derin bilgiye ve Kur’an’ın evrensel bakış açısına, Rabbimizin sünnetullahına vakıf olduğu için, birisi bir adım attığı zaman, bu yolun nereye çıkacağını kestirebiliyor. Diyorlar ki: Daha yeni adım atıldı, nerden biliyorsun? Mesela kişi, İstanbul istikametindeki bir yola girdi, “bu yol İstanbul’a değil, Erzurum’a çıkabilir, bir deneyeceğim” diyor. İşte orada tavrını koyuyor. Bu yol, Erzurum’a çıkmaz, İstanbul’a çıkar. Yolun İstanbul’a çıkacağını nerden bildi? Bu müneccimlik değil. İşretlerini görüyor, yön biliyor, ilmini biliyor. Bu, Kur’an ve Sünnet ışığında yolunu görmektir.
Planlı, Düzenli, Hedefi Olan Bir İnsan
Hocaefendi, İslami faaliyetlerde birçok cemaatin yapmadığı bir şeyi bariz bir şekilde yapar. Planlı, düzenli bir insandır. ‘Furkan vakfı nasıl böyle gelişti?’ diye soruyorlar. Herhalde bedavadan gelişmedi, gece gündüz, sabahlara kadar kafa yoran insanlar, çalışanlar var. Öyle çalışmadan kazanılacak bir şey değil bu. Şu an halkın bir teveccühü varsa bunda Allah’ın yardımı olduğu gibi, Hocaefendi’nin kendi dişi ile tırnağı ile gerçekleştirdiği bir gayretin de etkisi var. O her zaman “Müslümanlar her şeye zaman harcıyor ancak plana zaman harcamıyorlar” der. Sanki bu işler basit işlermiş gibi, kervan yolda düzülür mantığıyla hareket ediyorlar, bunu defaatle eleştirirdi. Çünkü düzensiz bir çalışma neticeye varamaz. Mesela ders yapacaksa, araştırma yapacaksa, bunu nasıl yapacak? Bizlere bunu öğretti. Plansız çalıştığımızda daima kızdığına şahit olduk. Çünkü plansız iş uzun sürmez bozulur. Bir iş olmadığında; ‘biz öyle düşünmemiştik’ diyoruz. ‘Doğru öyle düşünmemiştin, çünkü düşünmemiştin! Düşünseydin, daha güzel bir planlama yapacaktın ve iş bu hale gelmeyecekti’ der. Hocaefendi’nin planlı oluşu işine ve vaktine kıymet verdiğinden kaynaklanmaktadır. Kâğıt üzerinde çalışır, yazar, sıralar, onu düzene koyar, bu sebeple de gelişme olur.
Çok Duygusal
Çok merhametli ve duygusaldır. Onun terörist, anarşist gibi gösterilmesini kalbimiz kaldırmıyor. Çok fazla zulmediyorlar, şu anda Hocaefendi’nin tutuklu olması büyük bir zulüm ama ona terörist muamelesi yapılması, hak hukuk tanımayan, bilmeyen ya da dış mihraklarla irtibatı olup, vatan haini gibi gösterilmeye çalışılması çok daha büyük bir zulümdür. İnsanlar ağızlarından ne çıktığının farkında değil. O vatanını, milletini çok seven aynı zamanda insana çok kıymet veren birisi. Hatta her canlıya çok değer verir. Onu tanıyan çok sever. Alparslan Kuytul Hocaefendi hakkında yazacak konuşacak çok şey var. Onu böyle bir yazıda anlatmak kolay değil. Başka bir defasında devam ederiz inşaalah..
Özel Yaşantısı Hakkında
Bana, Hocaefendi’nin özel yaşantısı hakkında çok soru soruyorlar. “Hangi yemeği sever? Nasıl besleniyor? Formunu nasıl koruyor?” Dikkat çeken bir başka soru, “Saçlarına fön çekiyor mu?” Bir ara lafını ettim, sosyal medyada, saçlarına fön çekiyor mu? diye soruyorlar, dedim. Dediği kelime şuydu: Fön ne? Ben de bilmediğini o esnada fark ettim. Aslında saçını kurutmak için kullanır ama fön makinasının başka hangi amaçlarla kullanıldığına dair hiçbir bilgisi yok. Bir diyetisyen arkadaş: Hocaefendi’nin diyet yöntemini yazmak istiyorum dedi. Günde kaç öğün yediğini, nasıl beslendiğini sordu. Bu konuda tamamen sünnete uyar. Peygamber Efendimiz iki öğün yenilmesini tavsiye ettiği için iki öğün yer, acıkmadığı zaman, yemek yemesi mümkün değil. Mesela, tabağında iki tane meyve varsa, birini yediğinde doymuşsa asla diğerini bitirmiş olmak için yemez. Bir çikolatadan bir parça yediyse devamını yemez. Tamamen sünneti takip etmektedir. Geçen gün, “bir diyetisyen arkadaş formunuzu nasıl koruduğunuzu merak ediyor” dedim. “Ben, forum morum bilmem, Peygamberimiz bu konuda iki şey söylüyor: 1- Günde iki öğün yemek, 2- Acıkmadan yememek. Ben bunu biliyorum, sen ona öyle de” dedi.