Alparslan KUYTUL Hocaefendi ile Röportaj;
İslam Âlemi Ümidi, Batı Âlemi Korkuyu Yaşıyor…
Özgeçmişi:
Alparslan Kuytul Hocaefendi 1965 yılında Adana’da dünyaya geldi. İlk ve orta öğretimini Adana’da tamamladıktan sonra 1983 yılında başladığı Çukurova Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünü 87 – 88 öğretim yılında bitirdi. 1990 – 91 yılları arasında askerliğini yaptıktan sonra 1992’de Mısır’da el-Ezher Üniversitesi Fıkıh Bölümü (İslam Hukuku Fakültesi)’ne başladı. Lise yıllarında İslamî çalışmalara başlayan Hocaefendi, Ezher’deki eğitimini devam ettirirken 1994 yılında Furkan Vakfını kurdu. 1997’de Ezher’den mezun olduktan sonra Türkiye’ye dönüş yaptı ve Lise yıllarında başladığı İslami çalışmalarına aralıksız devam etmektedir.
Onun en büyük ideali, İslam Medeniyetini kuracak aydın – âlim vasıflı Öncü Neslin ortaya çıkmasıdır.
Hocamıza, İslam ümmetinin geleceğini yakından ilgilendiren bu değerli çalışmalarından dolayı Allah’tan başarı ve yardım dileriz.
Furkan Nesli: Hocam yayın hayatına yeni başlayan Furkan Nesli dergisi için neler söylemek istersiniz? Duygu ve düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Hocaefendi: Öncelikle Allah’a hamd ediyorum. Bu da bir nimettir ve her nimete şükür lazım. Kur’an-ı Kerim “İn şekertüm le ezîdenneküm: Şükrederseniz arttırırım” buyuruyor. Biz de şükredelim ki Allah daha da güzelleştirsin, daha da geliştirsin. Dergiler niçin çıkarılır? Söyleyecek bir şeyleri olanlar, uzun boylu bir kitap yazarak değil de, daha kısa yazılarla bir şeyler söylemek isteyenler dergi çıkartırlar. Ama asıl ondan da önemlisi; dinleyecek çevreleri olanlar –özellikle de dergi çıkarmak bir ihtiyaç halini almış ise- dergi çıkarmalıdırlar.
Bu şartlar gerçekleşmeden çıkarılan dergiler uzun soluklu olmaz ve kısa sürede biterler. Türkiye’de üç – beş kişi hatta bazen iki – üç kişinin bir araya gelip dergi çıkardığı oldu. Bunlar uzun nefesli olmadılar. Ne kadro vardı, ne de o derginin çıkması için bir ihtiyaç, ne de okuyacak bir kitlesi vardı. Ama dergi çıkartmış olmak için, boş durmamak için dergi çıkartanlar oldu. Bunlar dediğim gibi uzun sürmedi. Bu dergi ise ihtiyaç halini aldıktan sonra çıkmaya başladı. Herkes artık böyle bir derginin çıkması gerektiğini söylüyordu. İhtiyaç olmuştu, başka şehirlerdeki kardeşlerimiz, görüşlerimizi internetten takip edemeyen kimseler ve daha birçok kimse böyle bir dergiyi ihtiyaç görüyordu ve hayırlı olduğuna inanıyorum.
FN: Hocam sizce Furkan Nesli dergisinin hedefi ne olmalı, içeriği nasıl olmalı?
Hocaefendi: Bütün Müslümanları kucaklayıcı olmalı, bütün insanları hedef kitle olarak -alabildiği kadarıyla tabi- almaya çalışmalı. İçerik olarak da bizim eğitim prensiplerimiz olan iman, ibadet, ahlak ve cihad içerikli olup bütün vitaminleri veren bir dergi olmalı. Eğer bir-iki vitamin verir diğerlerini vermezse eksik olacağı unutulmamalı. Nakıs eğitimlerden nakıs insanların çıkacağı, kâmil eğitimlerden de kâmil insanların çıkacağı unutulmamalı; dolayısıyla gerek konuşmalar, gerek dergiler veya kitaplar vermeleri gerekenlerin hepsini vermeye çalışmalı, tek yönlü olmamalı. Ayrıca dergi çıkarılırken dikkat edilmesi gereken hususlara da dikkat edilmeli. Kimseye haksızlık yapılmamalı. Haberle ilgili sayfalar dikkatli seçilmiş haberlerle doldurulmalı, iftiraya düşülmemeli, haksız iğnelemeler yapılmamalı ve tüm Müslümanları kucaklayıcı bir üslup takip edilmeli.
FN: Hocam Türkiye ve Dünya gündemi oldukça yoğun ve hareketli. Genel olarak Ortadoğu’da yaşanan bu hareketliliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hocaefendi: Şu bir gerçek ki batı medeniyeti son zamanlarını yaşıyor. Batı medeniyetinin insanlığa verebileceği hiçbir şey zaten yoktu ve olmadığını artık herkes anladı. Bugün insanlığa vaat ettikleri sadece demokrasidir ve demokrasi kendi memleketlerinde var olduğu halde hangi sorunu halletmiştir? Bugün bütün dünyanın artık bunu konuşması icap eder. Dünya’da artık sistemlerin sorgulanması gerekmektedir. Nasıl ki faşizm sorgulandı bittiyse, sosyalizm sorgulandı bittiyse aynı şekilde bugün yeryüzünde hâkim olan tüm sistemler sorgulanmalı. Bence olan olaylar bunlarla alakalı. Artık İslam dünyasına verecekleri hiçbir şey olmadığı ortaya çıkmıştır.
Ortadoğu’daki gelişmeler özetle medeniyetimize dönüşü ve özgürlüğü isteyen gelişmelerdir. Dünyayı sömüren ve insana zarar veren batı medeniyetinden kurtulma arzusudur. Uyuyan ümmet uyanmaya başlamıştır, gelişmeler bununla alakalıdır. Allah azze ve celle verdiğimiz kefaretleri kabul etmiştir. Aşağı yukarı yüz hatta iki yüz yıldır kefaret ödüyoruz. Batıya meylettiğimizden dolayı, Allah’ı ve İslam medeniyetini terk edip, batıya benzemeye çalıştığımızdan dolayı başımıza gelmedik şey kalmadı. Bundan dolayı çok kefaret ödedik. Kendimizi kendi ellerimizle tehlikeye attık. Dünyaya meylettik kendimizi tehlikeye attık, batıya meylettik kendimizi tehlikeye attık. Bunun sonucunda da çok kefaretler ödendi. Allah bu kefaretleri kabul etti ve bunun sonucunda son elli – altmış yıldır önemli gelişmeler var ve şu andaki Ortadoğu’daki gelişmeler de temelinde buna dayanıyor.
Bir birikimdir bu. Beş – on sene içinde olmuş bir şey değil. Bu gelişmeler ne falan partinin ne filan cemaatin marifeti ile değil. Bu gelişmelerde evvela Allah’ın hakkı var, şehitlerin hakkı var, bu yolda çile çekenlerin hakkı var, para harcayanların hakkı var. Bütün dünyada gelişmelerin olması bunun bir devletle ilgili olmadığını, bir partiyle, bir cemaatle, bir grupla ilgili olmadığının bir delilidir. Bütün Ortadoğu ayaktadır. Son elli – altmış yıldır aslında bu durum devam etmektedir. Belki son yirmi yıldır biraz daha artmıştır.
Bu olayların perde arkasında elbette ki bu olayları yönlendirmek isteyen başta Amerika olmak üzere batılı güçler vardır ama şu da bir gerçek ki bu olaylarda İslami gelişmelerin de payı büyüktür.
Batı medeniyeti İslami gelişmelerin durdurulamayacağını anlamış vaziyettedir. Madem durdurulamayacak, o halde yön verelim diye düşünmektedir. Yaklaşık doksan sene kadar evvel bu bölgeden çekilip giderken her tarafta diktatör nizamlar kurarak ve diktatörleri başa getirerek çekip gittiler. Artık o şekilde devam edemeyeceği meydana çıkmıştır. Bugünün dünyasında diktatörlükle daha fazla idare edemeyeceklerini anladılar. Bunu görünce yeni bir oyun tezgâhladılar, bu diktatörleri devirmeyi düşündüler, kısaca kendi çocuklarını yediler, yiyecekler.
Kendilerinin başa getirdiği adamlardı bütün bu diktatörler. Diktatörlük ile İslami gelişmeleri durduramadılar; belki bir müddet zapt ettiler ama tamamen durduramadılar ve bugün tam tersine döndü. O diktatörlükler İslami uyanışı hızlandırdı. Bunun üzerine batılı güçler halkları uyutabilmek, Müslümanları ılımlı Müslüman yapabilmek için ılımlı laik – ılımlı Müslüman cumhuriyetler kurmaya karar verdiler ve bu diktatörleri devirip onların yerine daha ılımlı sistemler kurmak istiyorlar ama eski diktatörler de buna karşı direniyor. Çünkü onlar memleketlerin kaymağını yemeğe alışmışlar. Hadise bununla alakalıdır.
Buna göre bu hareketler desteklenmemeli midir? Söylemek istediğim o değil, elbette ki halkların bu hareketi yine desteklenmelidir ama bu oyununun da farkında olunarak. Bu bir oyundur, halklara sahte bir devrim yaptırmaktadırlar. Sadece eski diktatörler götürülmektedir, başka yeni kadrolar getirilmektedir. Bunlar sadece biraz daha ılımlıdır ve bu şekilde halklar bir elli sene, belki yüz sene daha uyutulacaktır. Yeni gelenler ılımlı zalim olacaklar, ılımlı diktatör olacaklar, bu şekilde halkları uyutacaklar. Halklar bunun farkında olup, yine o diktatörlere karşı mücadele vermeliler. Yeni gelecek olanlar eskilerden temelde çok farklı olmayacaktır. Çünkü bu halk hareketlerinin başında bir lider yok, bu hareketler planlı, projeli, Müslüman kadrolar tarafından yürütülen hareketler değildir. Dolayısıyla dikkat edilmesi gerekir.
Batılı güçler yirmi – otuz sene içerisinde her yerde, bütün Ortadoğu’da gerçek devrimlerin olabileceğini bilmektedirler. Gerçek devrimler olmasın diye sahte devrimler gerçekleştirmektedirler. Ama bu noktaya gelmiş olmaları, yani biraz daha ılımlı sistemler kurmak zorunda kalmaları bile İslami gelişmelerin olduğunu ve bunu durduramadıklarını gösteriyor. Durduramadıkları harekete yön vermek istediklerini gösteriyor.
Bu halklar gene mücadelelerini vermelidirler, bu noktada desteklenmelidirler ama bunun gerçek bir devrim olmadığını unutmadan. Çünkü kendi kadroları yapmamaktadır. Lidersiz, kadrosuz, plansız, projesiz hareketler elbette ki istenileni başaramaz. Bu arada başkalarına da kukla olmamak için dikkat etmelidirler. Başkalarının planlarını gerçekleştiriyor olmamak için oyunun farkında olmalı aynı zamanda bu kargaşada alabildiklerini alabilmelidirler. Verilen hakların aldatmak ve gerçek devrimleri önlemek maksadıyla verildiğini bilmelidirler. Safi bir İslam medeniyetine ulaşmadan verilen hiçbir tavize aldanmamalıdırlar.
FN: Hocam seçimlere ve ardından yapılması planlanan yeni Anayasa’ya büyük ümitler bağlanmakta. Sizce seçimler ve yeni anayasa neyi değiştirecek? Bir Müslüman olarak önceliğimiz ve bakış açımız ne olmalıdır?
Hocaefendi: Aslında Ortadoğu’da yeni gerçekleştirilen bu sahte devrimler Türkiye’de sekiz sene evvel gerçekleştirildi. Darbeci zihniyete karşı, derin devlete karşı burada aslında resmi yol ile siyasi yol ile bir devrim gerçekleştirildi. Çünkü burada biraz daha demokrasi vardı. O yüzden burada halk hareketi şeklinde olmasına gerek kalmadı. Seçimler yoluyla o derin devlet, darbeci zihniyet götürüldü. Aslında burada yapılan da sessiz sedasız böyle bir devrim idi ama ne kadar gerçekçi bir devrimdir? Türkiye’de bu güne kadar çok hükümet geldi geçti ne değişti? Ciddi manada bir değişiklik hiçbir zaman olmadı.
Batının sürekli olarak yaptığı oyun aynı oyundur; baştakileri değiştirir ama sistemi değiştirmez, ciddi manada sistemde bir değişiklik yapmaz. Baştakiler değişince insanlar her şey değişecek zannederler. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim başta kim olursa olsun evvela bu işin bizimle alakalı olduğunu ifade ediyor. Bu değişiklik ya da bu değişimin başarılabilmesi Kur’an’a göre neyle mümkündür? Ra’d suresinde Allah (a.c.): “Bir toplum kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah da onları değiştirmez” (Ra’d, 11) buyuruyor. Demek ki bir toplum hükümetleri değiştirse de nefislerinde olanı değiştirmediği müddetçe Allah o topluma vereceği nimeti değiştirmeyecektir. Bu Allah’ın bir sünnetidir, Allah’ın sünnetinde de bir değişiklik olmaz. Dolayısıyla kendi nefsini değiştirmeyen, nefisleri değiştirecek eğitim kadroları ve programları hazırlamamış olan bir toplum, sadece oy vermekle önemli değişiklikler beklememeli, bu gerçekçi olmaz.
Anayasa değişikliği de aynı şekilde, bunlar belki bir takım şeylerin değişmesine yardımcı olabilir ama nefisleri değiştiremez. İnsanların nefsi ne kanunla ne anayasayla değişecek değildir. İnsanların nefsi eğitimle değişebilir. Bu noktada ciddi bir faaliyet yapmayanlar, nefisleri değiştirmek için hiçbir şey yapmayanlar ve eğitim programları hazırlamayanlar hükümetleri değiştirmekle, anayasayı değiştirmekle, kanunları değiştirmekle bir şey olacağını zannediyorlar.
Eğer bugün darbeciler darbe yapmıyorsa, yapamıyorsa; büyük güçler buna müsaade etmediği içindir. Bir takım maddeler değiştiği için değil. Darbeye zemin hazırladığı iddia edilen madde duruyorken bile darbe yapamaz hale gelmeleri bu konunun anayasayla ya da TSK iç hizmet kanunuyla bir ilgisinin olmadığını gösteriyor. Yani bunlar varken de asker darbe yapamadı. Şu anda Türkiye’ye verilen rol gereğince -Türkiye Ortadoğu’ya ağabey yapılmak isteniyor- Türkiye’de darbe yapılması uygun görülmemektedir. O yüzden de darbeciler darbe yapamamaktadırlar, o büyük güçlerden destek alamadıkları için. Bir gün o büyük güçler tekrar darbe yapılmasına müsaade ederse, yine darbe yapılır, anayasa istediği kadar değişsin. Darbecinin anayasası mı olur? Darbeci kanuna bakar mı? Darbeci elindeki silaha bakar, tanka topa bakar ve darbesini yapar. Hiçbir darbeci anayasaya dayanarak darbe yapmaz. Anayasanın maddesini istediği gibi kendisi değiştirir, istediği gibi yorumlar ve bunu kendisine anayasal bir vazife olarak dahi görebilir. Ayrıca darbelerin yapılamaması
Müslümanların razı olacağı bir ortamın oluştuğu manasına gelmez.
Müslümanlar önlerine konan sandığa güvenip görevlerini unutacaklarına, Allah’ın razı olacağı gerçek değişimleri başaracak, Rabbani hareket metodu izleyen Rabbani kadrolar ve Rabbani bir güç meydana getirmeyi düşünmelidirler.
FN: Hocam bu sayımızın kapak konusu “Gençlik ve Eğitim” Hem kapak konumuz hem de okulların tatil olup yaza girilmesi nedeniyle küçük kardeşlerimize ve gençlerimize nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Hocaefendi: Öncelikle şunu belirteyim: Allah azze ve celle bizim rabbimizdir ve Rabb terbiye eden demektir. Göndermiş olduğu kanunlarla, Peygamberlerle, kitaplarla kullarını terbiye eden bir Allah. Biz böyle bir Allah’a iman etmeliyiz. Dolayısıyla Allah çocukluktan itibaren nasıl terbiye olacağımızı, her alanda insanların bağlı kalması gereken esasları insanlara öğreten Rabb olan bir Allah’tır.
Allah’ı sadece yaratıcı olarak görenler ve Rabb olarak görmek istemeyenler, insanları kendi bildiklerine göre eğitmek isteyenler huzurlu bir toplum, iyi bir gençlik, iyi bir nesil meydana getiremediler. İslam’ın hedeflerinden biri de neslin emniyetini sağlamak, neslin ahlakını ve inancını muhafaza etmektir. Nesli milletine ve insanlığa faydalı bir nesil olarak yetiştirmektir. Dolayısıyla Allah (a.c.)’ın kitabı insanları eğitmek için gönderilmiş bir kitap olduğuna göre, bununla ilgili bu kitaba mutlaka bakılması icap ederdi. Ama Allah’ı Rabb olarak görmeyenler eğitim sistemlerini kendileri meydana getirmeye kalkıştılar. Allah’ı bir kenara koydular ve adeta bazı batılıların söylediği gibi (hâşâ) “Allah öldü, Allah’ı öldürdük” dediler ve ”artık vahye ihtiyacımız yok, kendi istediğimiz gibi yaşayabiliriz ve insanları istediğimiz gibi eğitebiliriz, istediğimiz gibi bir medeniyet, bir dünya meydana getirebiliriz. Akıl bize yeter, bilim bize yeter” dediler.
Ama ne aklın ne de bilimin yetmediği ortaya çıktı ve dünyada sorunlu bir gençlik, eğitilemeyen, zapt edilemeyen bir gençlik, anarşist bir gençlik, uyuşturucuya müptela bir gençlik, anasını babasını öldüren ve sokağa atan bir gençlik meydana getirdiler. Gençliği nefsin, şehvetlerin peşinden koşar bir hale getirdiler. Fakat Allah’a şükür ki onların bozmuş olduğu gençlikte yeni düzelmeler başladı. Allah (a.c.) yeniden uyanışı nasip etti ve şu anda tekrar niçin dünyaya geldiğini düşünen bir gençlik hareketi başladı. Bugün dünyadaki İslami hareketlerin temelinde yine gençlik olduğuna göre demek ki gençlikte düzelmeler başlamıştır. Onlar bozdu, Allah (a.c.) düzeltti. Bazı insanları da buna vesile kıldı.
Tatil konusuna gelince; öncelikle yaz tatili diye bir şey düşünmememiz gerektiğini, bugün Müslüman’ın tatil yapacak bir vaktinin olmadığını ifade etmek isterim. Belki buna yaz faaliyeti demek daha uygun. Yani kışın okul zamanında başka, yazın başka bir faaliyet. Yaz faaliyeti diye, yaz çalışması diye isimlendirmek lazım.
Yaz aylarında gerek ilk ve orta öğretim seviyesinde olan çocuklarımız gerekse üniversiteli gençlerimiz, eksik oldukları alanlarda kendilerini tamamlamalıdırlar. Her yazı yeniden tazelenmek, daha bilinçli, şuurlu, kültürlü bir insan olabilmek için değerlendirmelidirler. Evvela hocalar Allah’ın kitabının mesajını vermeye, talebeler de anlamaya çalışmalılar. Ondan sonra diğer kitaplara sıra gelmeli. Allah’ın kitabı her zaman birinci sırada olmalı. Hiçbir kitap Kur’an’a perde yapılmamalı, bütün kitaplar Kur’an’a götürmeli, Kur’an’ı açıklamalıdır.
Allah’ın iki kitabından birisi Kur’an-ı Kerim ise ondan evvel diğer kitabı yani kâinat kitabını okumalılar. Bir taraftan kâinat kitabını okuyacaklar, bir taraftan da ikinci kitap olan Kur’an-ı Kerimi okuyacaklar. Birinci kitabı okumadan ikinci kitabı okurlarsa çokta iyi anlayamayacaklardır. Çünkü Kur’an’ı anlayabilmek kâinatı tanımakla, okumakla mümkündür. Önce Allah’ı tanımak lazım ve kâinat bize Allah’ı tanıtır. Önce Allah’ı tanıyacağız, ondan sonra Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerimi okuduğumuz zaman, o zaman bakışımız ve anlayışımız farklı olacaktır. Öncelikle buna ağırlık verilmeli. Bunun yanında Kur’an okumasını bilmeyenler tabi onu da yanında öğrenmeliler.
Ve bu hizmetlerde böylesi kardeşlerimize yardımcı olan hoca arkadaşlarımız, bu gibi insanların elinden tutup bir şeyler öğretmeye çalışanlar, yazın sıcağında herkes yaylalarda, denizlerde gezerken bu milletin evladına bir şeyler öğretip yeni bir nesil meydana getirmek gayreti içerisinde olanlar, çile çekenler; onlar da bu çektikleri çile ile mutlu olsunlar. Çünkü cennet kolay değildir, cehennem de boşuna değildir. Bu çileyi çekmek istemeyenleri bıraksınlar, onlar istedikleri gibi rahat yaşasınlar. Varsın bu dünya onların olsun. Yeni bir nesil meydana getirebilme zahmetine katlananlar Allah (a.c.)’ın rahmetine mazhar olacaklardır. Bunun ümidi ve mutluluğu içerisinde olmalıdırlar.
FN: Hocam bizimle yapmış olduğunuz röportajdan dolayı teşekkür ediyoruz, Allah razı olsun.
[…] sanattır, bir ilimdir. Bu vazife bu işin uzmanlarına düşer. Müslüman kızlarımızın Batı modelli gelinlikler giymemesi için İslam’a daha uygun ve Müslümanların kullanabileceği […]