Furkan Nesli Dergisi Başyazarı Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Ortadoğu Gerçeği ve Ümmetimizin Doğum Sancısı – 1 yazısı sizlerle…
Hamd; bizi ümmet kılan, gönderdiği kitabıyla güçlü bir ümmet olmanın yolunu gösteren, buna rağmen hatalar yapıp çöktüğümüzde bizi yeniden uyandıran Allah’a, salât-u selam; hidayetimiz için gece-gündüz mücadele eden ve kısa zamanda dünya devletinin temellerini atan Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, selam ise ümmetin halini dert edinen ve yeniden diriltme gayreti içinde olan tüm kardeşlerime olsun.
Kıymetli kardeşlerim yaklaşık bir yıldır ümmetimizin çöküşü ve çöküşün sebepleri ile ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşıyordum. Ancak Mısır’da halkın oylarıyla işbaşına gelen İhvan-ı Müslimîn’e karşı yapılan darbe ve sonrasında yaklaşık 5.000 Müslümanın alçakça şehit edilmesiyle devam eden süreç ve Suriye’de Beşşar Esed’in iki buçuk yıldır devam eden zulmü ve 100-150 bin Müslüman’ın şehit edilmesi ve en son kimyasal silahlarla yapılan korkunç katliamda 1300 civarında masumun vahşice şehit edilmesi bu sayıda Ortadoğu gerçeği üzerinde durmayı gerekli kıldı. Ümmetimizin çöküş sebeplerine kısmet olursa ileride devam edeceğim.
Birinci dünya savaşı öncesi ve sonrasında İslam topraklarını haksız ve ğayrı meşru olarak işgal eden Batılı güçler, savaştan sonra Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizdiler. Bunu yaparken tüm devletlerde iç karışıklıklar, ayrılıkçı ve ırkçı hareketler meydana gelsin diye bir ırktan gelen insanları üç dört devlete paylaştırdılar. Kürt halkının Türkiye, Suriye, Irak ve İran’a dağıtılması gibi. Ayrıca aslında tarihte bir karşılığı olmayan bazı sûni devletler kurarak biraz daha parçaladılar. Bunlara ilaveten Ortadoğu’da devletler arasında sürekli sınır sorunları olacak şekilde haritaları çizdiler.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi bunlardan çok daha önemli ve zararlı bir şey daha yaptılar. Ortadoğu’nun tamamında diktatör sistemler ve rejimler kurdular. Her tarafta diktatör bir kral veya asker bulup onu desteklediler. Batıcı ve zalim bir kadro meydana getirmesini sağladılar ve ülkeyi o kadrolara teslim ettiler. Bakmayın şimdi diktatörlüğe ve diktatörlere karşıymış ve Ortadoğu’da demokrasi istiyorlarmış gibi konuştuklarına. Yalancı olduklarına, 90 yıldır bu diktatörleri desteklemeleri şahittir.
Suudi Arabistan, Ürdün ve Katar gibi krallıklar başta olmak üzere Ortadoğu’nun kral ve diktatörlerinin hemen hemen tamamıyla ilişkileri en iyi düzeydedir. Saddam ve Kaddafi gibi bazı diktatörlerle aralarının açılması ise bir takım siyasi sebeplerden, bazı konularda Amerika’ya kafa tutmalarından ve bu diktatörlerin sonradan Amerika’dan çok Rusya’ya yakınlaşmalarıyla ilgilidir. Diktatör olmalarıyla ilgisi yoktur. Diktatör oldukları için olsaydı diğer diktatörlerle de ilişkilerinin bozuk olması gerekmez miydi? Hem daha önce Saddam’ı destekleyen ve zorbalıkla Irak’ın başına getiren yine Amerika değil miydi? Devirdikleri Saddam ve Kaddafi’nin yerine gelenler ne kadar demokrattırlar ve buralara gerçekten demokrasiyi mi getirmişlerdir?
Bunları demokrasi taraftarı olduğumuz için değil Batı’nın gerçek yüzünü ortaya koymak için söylüyoruz.
Yoksa biz bir Müslüman olarak demokrasiye taraftar olamayız.
Çünkü:
1- Demokraside Allah’ın dediği değil insanları dediği olur. Hâlbuki Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalıdır ve bu O’nun hakkıdır. Çünkü O her şeyin sahibi, insanların yaratıcısı, rızık vericisi, kâinatı idare eden ve en iyi bilendir. O’ndan daha fazla hak sahibi olan ve O’ndan daha iyi bilen var mıdır? Kullarının iyiliğini O’ndan daha fazla isteyen olabilir mi? Bir Müslüman Allah’ın dediği değil halkın dediği olsun diyemez ki demokrasiyi savunabilsin.
2- Demokraside Allah’ın hükümlerine, yasaklarına ve farzlarına bakılmaz. Kur’an’ın haram kıldıkları serbest bırakılırken, yerine göre Kur’an’ın farz kıldıkları yasaklanır. Demokratik ülkelerde içki, kumar, faiz, zina, çıplaklık, homoseksüellik ve kürtaj gibi tüm haramlar serbest ve yaygın değil midir? Okullarda ve devlet dairelerinde başörtüsü ve mesai saatlerinde namaz yasak değil midir? Bir Müslüman haramların serbest olmasını savunamaz ki demokrasiyi savunabilsin.
3- Demokrasinin özgürlük çığlıklarına gelince; o sadece bir yalandır. Yukarıda ifade ettiğim gibi demokratik denilen ülkeler, Ortadoğu’da diktatörlük ve krallıklar meydana getirmiş, yaklaşık bir asırdır onları desteklemiş ve Ortadoğu ülkelerinde sık sık darbeler yaptırmışlardır. Türkiye’de yapılan tüm darbeleri de, en son Mısır’da yapılan ğayrı meşru darbeyi de açıkça desteklemiş ve darbeye ‘darbe’ bile dememişlerdir. Hadi bizde ve Ortadoğu ülkelerinde demokrasi yok, peki Batılı ülkelerde de mi yok? Demek ki demokrasi darbeleri kabul eden ve içine sindirebilen bir nizamdır. O halde halkın hâkimiyeti ve halkın iradesine saygı bir yalandan ibarettir.
Demokrasilerde büyük güçler medyayı, medya ise halkı yönlendirir ve sonra halk sandığa davet edilir. Kitleler oy verirken özgür iradeleri ile oy verdiklerini zannetseler de hakikat öyle değildir ve yönlendirilmişlerdir. Medya rüzgârına ve tüm çeşitleriyle yönlendirmelere karşı koyabilecek, bilinç düzeyi yüksek çok küçük bir azınlığın dışında geniş kitleler için bu böyledir. Medyayı ve tüm güç odaklarını yönlendiren bu derin ve de gerçek güçler planlarını yapar, stratejilerini belirlerler ve istediklerini iş başına getirirler.
Demokrasilerde hükümetler ülkenin hamalı ya da en iyi ifadesiyle ülkenin müdürü durumundadırlar. Asla patron değildirler. Patron her zaman o derin ve gerçek güçlerdir. Hükümetler onların dediğini yapar ve hamallığa razı olurlarsa mesele yoktur.
Ama yanlışlıkla “halk bize oy verdi o halde güçlüyüz ve sistemde bir takım şeyleri değiştirebiliriz” gibi düşüncelere kapılır da kendilerini iktidar gibi görmeye kalkarlarsa o zaman gerçek güçler, güçlerini gösterecek ve ülkede patronun halk ve halkın seçtiği hükümet değil, kendilerinin olduğunu ispatlayacak ve bir şekilde darbe yapacaklardır. O zaman hükümet yetkilileri de kendilerine gerçek gücün verilmemiş olduğunu ve sadece hamallık ile görevlendirilmiş olduklarını acı bir gerçek olarak anlayacaklardır.
O halde demokrasiyi savunarak özgürlük ortamı elde edeceklerini ve bundan istifade edeceklerini zanneden Müslümanlar, gerçek olmadığı defalarca tecrübe edilmiş ve görülmüş bir şeyi bir daha denemiş olmaktadırlar. Japon atasözünde; “Denenmişi denemek aptallıktır” der.
Madem Osmanlıyı “müsâvat” (eşitlik), meşrutiyet ve hürriyet gibi yaldızlı sözlerle (zuhrufel kavl) yıktılar, o halde biz de demokrasi ve özgürlük diyerek davamıza hizmet edelim, onların saltanatını bitirelim diyenler, ya da böyle düşünenler bilmelidirler ki, onlar bizi o yalanlara inandırmışlardı. O yüzden başarılı oldular ama şimdi siz onları demokrasiye inandıramazsınız ki bu yaldızlı kelime ile bir yere varabilesiniz. İşte anlayamadığımız bu. Demokrasiye bizden birçokları inanmış olsa bile, perde arkasındaki gerçek güçler, asla inanmadılar ve inanmayacaklar. Onlar “Halk bizi istemiyorsa istediği yere gidebilir” anlayışındadırlar.
Bu ve buna benzer sebeplerden dolayı Müslümanlar demokrasi taraftarı olamazlar ama cesaretle konuşarak memleketlerinde özgürlük ortamını sağlamalıdırlar. Bu arada Batılı güçler tarafından utanma belası bir takım özgürlükler verilirse ondan da istifade etmelidirler. İstifade etmeleri demokrasiyi savunmalarını gerektirmez.
Yukarıda sayılan sebepler hatırlanacak olursa demokrasiyi savunmanın bir Müslüman için caiz olamayacağı anlaşılacaktır. Demokrasiyi savunan bir Müslümana “Siz İslam Medeniyeti’nde her şeye izin verecek misiniz? Haramları işlememize karışmayacak mısınız?” denildiğinde ne cevap verecekler? “İslam Medeniyeti’nde istediğiniz gibi yaşayabilir ve istediğiniz haramları işleyebilirsiniz” diyemeyeceklerine göre, demokrasiyi savunarak çelişkilere düşmemeli ve çıkmaz sokaklara girilmemelidir. Demokrasi diyerek değil ‘Leileheillallah’ diyerek insanları İslam Medeniyeti’ne davet ederek mücadele edilmelidir.
Ortadoğu’da diktatörlükler ve krallıklar meydana getiren Batılı devletler bunu şu sebeplerden dolayı yapmak zorundaydılar:
1- Arkasında halk desteği olan ve gerçekten güçlü iktidarlar dünyanın patronluğunu yapan devletlere bazı konularda kafa tutabilir ve kendi bildiğini yapabilir. Ama diktatörlere gelince gerçekte halk desteğinden yoksun ve halklar tarafından sevilmeyen kimseler olduklarından daima kendilerini iktidara getiren güçlere sırtlarını dayamak ve onlara itaat etmek zorundadırlar. Diktatörler, kendi halklarına karşı aslan kesilip her zulmü yapacak cesareti gösterseler de Batılı güçler karşısında iki büklüm olan zavallı yaratıklardır. O yüzden Batılı güçler tarafından tercih edilirler.
2- Ortadoğu’da krallıklar kuranların bunu yapmalarının sebeplerinden biri de bu ülkelerin geri bırakılmasıdır. Çünkü diktatörlüğün olduğu yerde tembellik olur. Kendini özgür hissetmeyen ve bir işe başlayacağında devletini yanında değil, karşısında bulan ve sürekli korku içinde olan insanlar atılımcı olamazlar. Özgürlüğün olmadığı yerde gelişme olmaz, olsa da az olur ve kısa sürer.
Bugün Ortadoğu’nun geri kalmışlığında halklarına sürekli baskı yapan, zulmeden, sindiren, geniş kitleleri köle ruhlu hale getiren, onların şahsiyetini ve girişimci ruhlarını öldüren, onlara hedef göstermeyen hatta hedef gösterenlerden bile rahatsız olan bu diktatörler ve onları işbasına getiren Batılılar sorumludurlar. Bu ülkelerin geri kalmışlığından bu ülkelerin idarecileri sorumlu olmayacak da kim sorumlu olacak?
Müslüman halklar bu zalimlere sessiz kaldıkları, onlara oy verdikleri ve memleketlerinde İslam’ı hâkim kılmak için gayret göstermedikleri için elbette sorumludurlar. Ama Ortadoğu’nun geri kalmışlığından ne İslam ne de İslamcılar direkt olarak sorumlu olamazlar. Çünkü bu ülkeler yüz yıldır ne İslam’a göre ne de İslamcılar tarafından idare edilmektedir.
Konuya devam etmek dileği ile Allah’a emanet olun.
Not: Bu yazı Furkan Nesli Dergisi 29. Sayı’da yayımlanmıştır.
Dergimizden Ortadoğu Gerçeği ve Ümmetimizin Doğum Sancısı -2- adlı yazıyı okumak için tıklayın: https://www.furkannesli.net/ortadogu-gercegi-ve-ummetimizin-dogum-sancisi-2-sayi-30.html